Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Şimdi en sevdiği mevsimlerin içinde, kasabasının mis gibi meyve, toprak, su kokan havasında duruyordu öylece genç kadın. Buz gibi kaynak suları kasabanın içinden geçerek bahçe yollarına sapıyor, yonca bahçelerini, üzüm bağlarını, bostanları, erik ağaçlarının altlarını, harmanları ziyaret ediyordu her zamanki gibi. Anası eşeğine yonca biçiyor, karşı üzüm bağında kadınlar çalışıyor, arka taraftaki harmanda ırgatlar çalışıyor, iki oğlu ve küçük kızı erik ağacının altında oynuyor kimi zaman oynayan diğer küçük kasabalı çocukların arasına katılıyordu. Genç kadının çok sevgili temmuz ayının içinde akşamları çıkan tatlı rüzgâr, bütün gün sıcaktan yanmış olan kasaba halkının yüzünü okşuyordu. Kimi damında akşam yemeğini yerken, kimi hanayda kurduğu salıncakta sallanırken rüzgâr onlara arkadaşlık ediyordu. Akşam yemeğinden birkaç saat sonra kasabada bulunan gurbetçilerin düğünü derneği kuruluyordu gene kasaba meydanına her temmuz ayındaki gibi. Her akşam bir gurbetçinin düğünü oluyordu işte. Davullar çalıyor, havai fişekler patlatılıyor, meyve suları dağıtılıyordu meydanda düğünü izlemeye gelene kadınlara, adamlara, gençlere, çocuklara. Kadınlar çekirdek çitletiyor, konuşup gülüyor, alkış tutuyor, erkekler daha geride elleri arkalarına bağlı ağırbaşlılıkla dikiliyor, bazıları ise kaşık havası oynuyor, çocuklar birbirini kovalıyor kahkahalar atıyorlardı. Kediler damlardan, köpekler dükkân önlerinden ev kapılarından kurulan düğünleri izliyorlardı gene her temmuz akşamındaki gibi. Her sene olduğu gibi bu sene de iple çekmiş olduğu tatlı temmuzun içinde hiçbir şey değişmemişti. Özlemini çektiği her kare yerli yerinde duruyordu. Fakat bu sefer hiçbiri eski keyfi vermiyordu ona. Hepsi rengi solmuş fotoğraf kareleri gibi geliyordu. Çünkü bu sefer selvi boylu Ramazan'ı yoktu bu karelerin içinde. Kaybolmuştu. Silinmişti. Fransa'dan Türkiye'ye diğer gurbetçi memleketlileriyle kendi arabalarının da içinde bulunduğu konvoyla geleceklerdi bu güzel temmuzda. Yolda gelirlerken arabanın ön kaputundan dumanlar çıkmaya başlamıştı. Araç arızalanmıştı Paris'ten üçyüz kilometre uzakta bulundukları mevkide. Arkadaşları Ramazan' a aracı Paris' e aldırarak orada yaptırmasını önerdiler. Buralarda pahalıya malolabilirdi. Fransa'nın içinde yabancı oldukları bir şehirdeydiler ne de olsa. Ramazan'a mantıklı gelmişti. Paris' e döndüler önce. Genç kadını ve üç çocuğunu eve koyduktan sonra ertesi gün babası ve ağabeylerini aldı. Bir römork ile yola koyuldular. Aracın olduğu şehre vardılar. Römorka arabayı yerleştirdikten sonra, öndeki araca binerek yola koyuldular. Birkaç saat sonra arkalarında bir yolcu otobüsü belirdi. Kâh onları sollayacak oluyor burnunu geri çekiyor, kâh arkalarına iyice yanaşıyordu. Kararsız insanlar gibi vazgeçe karar vere arkalarından geliyordu otobüs. Sonra bir gümbürtü kopmuştu. Çok sevdiği arabası otobüsün şiddetli çarpmasıyla römorktan fırlayarak içinde bulundukları aracın arka camından içeri girerek uyumakta olan Ramazan'ın başının üstüne düşmüştü. Ramazan oracıkta ölmüştü. Boynu kırılmış. Genç kadın mevsimlerden en sevdiği olan temmuzda kocasını böyle kaybetmişti işte. Bütün bir sene özlemini çekmiş olduğu kokuların, seslerin, insanların içine Ramazan'ının cesedini getirmişti. Kasabanın mezarlığına genç kadının babasının yanına yatırmışlardı kocasını. Akan buz gibi sular, ağaçlardaki kırmızı erikler, kaplumbağaların dolaştığı üzüm bağları, harmanlarda, bostanlarda, meyveliklerde çalışan kadınlar, gece öten böcekler, kasabadaki inekler, eşekler, atlar, yaralı kediler, bekçi köpekler, Sugözü şenlikleri, meydan düğünleri, mis kokular, tatlı rüzgârlar, çocuk cıvıltıları hiçbiri değişmemişti ama onlara anlam katan Ramazan'ın gülüşünün, seslenişinin, esprilerinin, sıcak nefesinin, kol kanat gerişinin artık olmadığı, Ramazan'ın ölmüş olduğu gerçeğini de değiştirememişlerdi. Artık ne temmuz o tatlı temmuzdu genç kadına göre ne de yaşananlar gerçekti. Her şey siyahı çok beyazı az eski bir fotoğraf karesiydi. Yaşamış olduğu temmuzlar artık bir kara yazdan ibaretti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ELA YILDIRIM, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |