Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Kime sorsanız Rıza Bey’in bir gününü neredeyse eksiksiz size anlatabilirdi. Bu her günün birbirine benzediği yaşamın içinde ( iş hariç ) görüştüğü sadece 3-4 arkadaşı vardı. Onlar da handa ticaret yapmaktaydılar. Öğle yemeğinin ardından birbirlerini yazıhanelerinde misafir eder, az şekerli kahvelerini içer, içlerinden ikisi tavlada birbirilerini mars etmeye çalışırken, keyifli ve koyu bir sohbete geçerlerdi. Yine yemeklerini yemiş kahvelerini içmek üzere Mürteza Bey’in yazıhanesinde toplandıkları o öğlen yaşça kendilerinden küçük olan Ahmet Bey: — Beyler var mısınız bu gece felekten bir gece çalalım, işleri bitirip eve geçmeden önce yeni kurulan şu çadıra gidip dans eden kızları izleyelim, demez mi? Başlangıçta hiç bir şey duymamışçasına fincanlarındaki kahvelerini yudumlayan diğerlerinin bakışları, muzırca birbirlerinde buluşup, gülüştüler. Bu gülüşmenin önerdiği teklifin kabul gördüğünün göstergesi olduğunu bilen Ahmet Bey’in de yüzünde bir tebessüme neden oldu. Hemen merak ve iştahla akşamın planını yaptılar. Hepsi de yanlarında çalışanlar aracılığıyla, akşama komşu kasabadan kendileri gibi tüccar bir zatın geleceğini onunla yapacakları yeni bağlantılarla daha refah bir yaşama geçeceklerini ancak bunun için de bu akşamlarını zatı muhteremin hatırına ayırmaları gerektiğinin haberini ulaştırdılar. İlk kez kendilerinden önce haberlerini karşılayan evdeki kadınlar şaşkın, çaresiz, sessizce dinleyip kabullendiler. Rıza Beyler o öğleden sonrasını gergin ve meraklı geçirdiler. Nihayet günlük telaşlar sona erdiğinde Ahmet Bey’in yazıhanesinde toplanıp tuhaf bir sükûnetle çadırın yolunu tuttular. Çadırın önünde çoğunluğu kendileri gibi orta yaşlı erkeklerin oluşturduğu sıraya geçerken giriştikleri işten duydukları pişmanlık ve gerginlik yüzlerinden okunmaktaydı. Üstelik yaşayacakları çocukça heyecandan başka bir şey değildi. İçeride kendilerine ayrılan masalarda yerlerini almaya başlayan kalabalığın uğultusu çalan müziğe karışıyor, içilen sarma sigaralardan havaya kesif bir koku ve ağır bir duman yükseliyordu. Bu hengâmede Rıza Beyler de yerlerine geçmiş hatta ilk kadehlerini içmeye başlamışlardı. Girişteki sırada yüzlerinde beliren gerginliğin yerini şimdi lâkayt bir bakış almıştı. Sahnede bir grup jartiyerli kız batı müziği eşliğinde dans etmekteydi. Çadırdakilerin gördükleri göreceği dans eden birer çift jartiyerli bacaktan başka bir şey değildi ama bu bile orada bulunanların eğlenmesi için yeterliydi. Masalardan artık yerli yersiz kahkaha sesleri geliyor boşlan kadehleri zaman geçirmeden doldurmak için bekleyen görevliler hızla servis yapıyor masadakilerin edepsizce giriştikleri sohbete yine edepsizce gülüşmeler ekleniyordu. Ne gam ne tasa… Sanki yıllardır aşina oldukları bir ortamdaydılar. Sahnedeki kızlar dans ededursun bu sırada Rıza Bey yeni iskarpinlerinin üzerinde bir ağırlık hissedip masanın altına doğru baktığında kendine bakan bir çift gri, sorgular bakışlı göz görür. O an küçük bir farenin değil de tanıdığı bütün insanların kendine baktığı yanılsamasına kapılan Rıza Bey, oturduğu yerden hızlıca ayağa fırlayıp, gitmek için arkadaşlarından izin ister. Ne olduğunu anlamayan arkadaşları biraz da aldıkları alkolün tesiriyle sadece hayırlı akşamlar dilemekle kalırlar. Eve giden yol boyunca yüzünde mahcup bir ifade, başı öne eğik, hızlı adımlarla yürüdü Rıza Bey. Kapıyı açtığında herkesin uyumuş olduğunu fark edip derin bir nefes aldı. Neyse ki artık bitmişti, artık kendi sınırlarındaydı ve bu sınırlar içerisinde başını öne eğdirecek bir şeyin olması olası gibi görünmüyordu. Pjamanlarını giyip usulca yatağa sokulduğunda burada da birileri gözleyecek değil ya… diye içinden geçirdi ve kendini uykuya teslim etti. Ertesi sabah her zamankinden geç uyandı, aynı sıralamayla duşunu aldı, traşını oldu. Biri neden geç uyandığını soracak olsa akşamki görüşmenin yorgunluğuna bağlamaya hazırdı. Kahvaltı için herkes masadaki yerlerini almıştı, Rıza Bey de sandalyesine geçip keyifle kahvaltısını yapıyordu ki, köşedeki kanepenin altından kendine bakan bir çift gri göz görmesin mi? Bu kadarı da fazlaydı artık. Hepsi hepsi birkaç çift jartiyerli bacaktı ve bunun bedelini küçük bir farenin gözlerinden tüm eşe dosta bakarak ödemek ise can sıkıcıydı. Elindeki ekmeği çatalı masaya bırakan Rıza Bey hışımla ayağa kalkıp; kanepenin altında bir fare olduğunu akşama kadar evin dört bir köşesini ilaçlayıp bu illetten kurtulmalarını söyleyip yine bir hışımla kapıyı çarpıp sokağa çıktı. Geride kalanlar onun bu tavrını fareden tiksinmesine bağladılar. Tiksiniyordu evet Hem fareden hem de..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © laina , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |