..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Çocuk > A.Latif İRVEN




27 Mayıs 2007
Çocukluk Kesitleri 3  
Diyarbakırda Çocuk Olmak

A.Latif İRVEN


Özellikle kocaman bebeğin o küçük burundan nasıl düştüğüne takılıp kalıyorum.


:BFEF:
O yıl Annem ve Babam Hacca gitmişti. Beni ve ağabeyimi vefakar Reyhan Ablamlara emanet etmişlerdi. İlk defa onlardan ayrı kalıyorduk. Ve Annemin varlığını öyle arıyordum ki, gün geçtikçe özlemim daha da büyüyordu.

Ben, Anneme olan özlemimle yanarken, ablamın kocası(onu hiç sevemediğimden Enişte demek gelmiyor içimden) bir keresinde yaramazlık yapmış olmalıyım ki(ama hatırlayamıyorum) avlulu evimizin alt odasında, gırtlağıma bıçağı dayayarak, beni keseceğini söyledi.

Hazreti İbrahim’in, oğlu İsmail’i Allah’a adak olarak sunma hikâyesini duymuştum. Orda bıçak taşı peynir gibi kesiyordu. Ama İsmail’in boynunu kesmiyordu ve Allah Cebrail aracılığıyla bir koç gönderdi İbrahim Aleyhisselama. Adak kabul edilmiş ve Yaradan bunun için koç göndererek bundan gayrı kurbanlık olarak koç kesimini bahşetmişti insanlara.

İyi de bu herif benim babam değildi ve böylesi bir olay peygamber devrinde son bulmuştu. Neden gırtlağıma bıçak dayamıştı? Anlam veremedim...

Korkmamıştım nedense. Galiba korkuyu henüz idrak edemediğim zamanlardı.

“Seni keseceğim,” dedi.

“Beni kesersen polisler seni hapse atar," dedim, masumane bir şekilde.

Sonrasında ne konuştuk, bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Boynum kesilmemişti.

Annemler Hac dönüşünde bir sürü hediyeyle geldiler. Nasıl da özlemişim Annemi. O da bizleri tabii ki. Yanaklarımı defalarca sesli sesli öptü. Doya doya sarıldık birbirimize. Hediyeleri çıkardı sonra. İçlerinde bir de saat vardı. Otomatiklerden. O zamanlar iki tür saat vardı: biri kurmalı, diğeri otomatik. Kurmalı saatlerden daha lüks oluyordu bunlar. Nasıl sevinmiştim. Bileğime de kocaman ve ağır gelmişti ama olsun; şıktı, parlıyordu nikelajı. Büyüdüğümü hissettiriyordu. Çok kısa bir zaman sonra o saati açıp kurcalayacak ve bozacaktım. Sonra da üzülecektim.

Evimiz çok kalabalıktı. Herkes bizdeydi. Annemin ve babamın elini öpmek için yarışıyorlardı. Hacer-ül Esved Taşı’na dokunmuştu elleri. Hacı olmuşlardı ve o taşa dokunan eller öpülüp tavaf edilirdi. Bana da avucunun içini öptürmüştü annem. O elinin avucuyla dokunmuştu Hacer-ül Esved Taşına. Herkes kutsal diye bir şeyler istiyordu. Kimi tespih, kimi seccade, kimi o topraklardan bir şey olsun da, ne olursa olsun…

Ortalık yatışınca annem bizlere baktıkları için Ablamlara teşekkür etti ve bir yaramazlık olup olmadığını sordu. Ablamın kocası söyleyeceğimi bildiğinden, benden önce davrandı ve beni bıçakla sınadığını, cesaretimi ölçtüğünü, hiç korkmadığımı, çok yiğit biri olduğumu vs. anlatıp durdu.

Şaşırmıştım. Yüzüne bakıyordum ve koca herifin o yaşta gülerek yalan söylediğine tanık olmuştum. Hiçbir şey söyleyemedim Anneme. Susup kaldım.

Daha sonra dünyalar güzeli Sultan Ablam geldi. Üçüncü çocuğuna hamileydi. Karnı burnundaydı. Annemin elini öptü, Annem de onu. Annem:

“Hacdayken rüya gördüm Sultan, bir oğlun olmuştu,” dedi, güler yüzle. Gözlerinden mutluluk saçılıyordu. “Sarışın, kıvırcık saçlı. Adını Tarık koydum.”

Ablam kısa süre sonra doğum yaptı. Bir oğlan doğurmuştu. Aynen Annemin söylediği gibi. Adını da Tarık koydular.

Herkes gibi ben de merak ediyordum yeğenimi. Dayı ve amca ünvanlarını daha önceden aldığımdan dayı olma heyecanım yoktu. Ama bir yeğenim daha olmuştu ve bu çocuk Hac sırasında Annemin rüyasına girmişti. Annemin tarif ettiği gibi miydi? Nasıl bir şeydi?

Annemin elini tuttum ve Ablamların evine doğru yola koyulduk. Avlusu küçük ama birden fazla kiracının paylaştığı evin, onlara ait İki odalı bölümün ikinci odasında, üzeri tüllerle örtülü, mavi boyalı, tepesinde parlayan bir nazar boncuğu olan metal beşiğin tepesine üşüştük. Sadece biz değildik, bebeği merak eden; komşu kadınlar da gelmişti. Tülü kaldırdı Ablam. Şok olmuştum. Sarışın kıvırcık saçlı bir çocuk bekliyordum ama bu bebek kıvırcık saçlı olmadığı gibi saçı da yoktu (Sonradan öyle olacakmış, bilmiyordum bunu). Kıpkırmızı bir bebekti. Kadınlar bebeği görünce, birilerine benzetmek zorunda hisseder gibi:

“Ayni babasına benzi. Şıp demiş babasının burnından düşmiş.”

“Kör olmiyasan, ma görmisen? Kaşi gözü anasi, ağzi burni babasi.”

“Yok lé valla babasına benzi.”

“He burni anaya çekmemiş, büsbüyüktür.”

"Olsun, erkektir..."



Şuna benziyor, buna benziyor, şurası eğri, burası büğrü… Kadınların, bebeği birilerine benzetmek zorunda olma çabalarına anlam verememiştim.

Kadınların söylediklerini ölçüp biçiyorum, bir sonuca çıkamıyorum. Bir bebeğe bakıyorum, bir eniştemin duvarda asılı Elvis Presley pozuna, o resimdeki buruna odaklanıyorum; o bebeğin, o burundan nasıl düştüğüne anlam veremiyorum. Bebeğe bakıyorum ne kaş var bebekte, ne de gözleri açık. Uyuyor bebiş. Nasıl kaşı gözü benzetebiliyorlar anlayamıyorum. Kendimce ben de benzetmeye çalışıyorum ama ne anneye benzetebiliyorum ne babaya. Bunlar nasıl benzetebiliyorlar, benim göremediğim ne var, ben neden bu kıyaslamaları yapamıyorum. Korkunç bir eziklik duyuyorum. İşte ablam, işte bebek. İkisine de bakıyorum ama benzerlik bulamıyorum. Duvarda Eniştemin yakışıklı pozu, önümde bebek. Karşılaştırıyorum ama bir türlü benzerlik kuramıyorum. Özellikle kocaman bebeğin o küçük burundan nasıl düştüğüne takılıp kalıyorum.

Aklım, mantığım hep orda kaldı. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Nasıl onların gördüklerini görememiştim? Nasıl onların benzetmelerini, ben de ayırt edememiştim? Bebeğin burundan düşmesine mantığım neden yenik düşmüştü?

Büyükler kadar zeki ve iyi gözlemci olamamanın ezikliğiyle Annemin elini tutarak, evimize gittik.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın çocuk kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çocukluk Kesitleri 2
Çocukluk Kesitleri 1

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Erkek Serçe (Minik Bir Öykü)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sürgün [Şiir]
Tut Ellerimi [Şiir]
Yüreğini Gaspa Çıktım [Şiir]
Gecenin Türküsü [Şiir]
Sesin [Şiir]
Kim Demiş? [Şiir]
Bir Mektubun Portresi [Şiir]
O'na [Şiir]
Zamansız [Şiir]
Su Gibi [Şiir]


A.Latif İRVEN kimdir?

bugün yazıyorsam Edebiyat öğretmenim Sevgili Aziz Güleç sayesindedir.

Etkilendiği Yazarlar:
birçok yazar


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © A.Latif İRVEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.