Özgürlük sevdası insanın başkalarına duyduğu sevgidir; güç sevdası insanın kendine duyduğu sevgidir. -Hazlitt |
|
||||||||||
|
Asıl adı Tahir’dir. Köy enstitüsünde eğitim almak için Isparta – Gönen’e giderken, küçücük hayalleri, kendi köyünün sınırları dışına taşmamış bir hayatı vardır. Farklı köyler, farklı insanlar tanır zamanla. Tanıdıkça anlatmak, anlattıkça çare olmak ister tanıdığı insanlara. Bunun birey olarak tek yolu da yazmaktır zaten. Öğretmen olarak atandığı Anadolu’nun değişik köylerinde, köy enstitülerinde öğrendiklerini hayata geçirir. Köylülerin hastalıklarında, doğumlarında, ölümlerinde yanlarındadır; tarlada onlarla birlikte çalışır, yokluk içindeki çocuklara umut verir, kan davalarına, törelerine şahit olur. Tüm bunların izlerini ise yazığı seksene yakın kitabında yansıtır. Halkın öğretmeni Her şeyden önce öğretmendi Baykurt. Kendini halkın öğretmeni olmaya vakfetmiş, bu uğurda sürgünlere ve hapisliklere katlanmıştı. İyi bir sendikacıydı da. Toplumcu ve muhalif tavrıyla 12 Mart öncesinde Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖBDER)’nin hem kurucuları arasında yer almış, hem de genel başkanlığını yapmıştı. Çok partili döneme geçişin ardından yaşanan sancılı yıllar, Adnan Menderes iktidarında baskı ve yıldırma politikasına dönüşünce, öğretmenler de bu politikadan nasiplerini almışlardı. Öğretmenler hem sürgün ediliyor hem de meslekten atılma ya da hapislerle yıldırılmaya çalışılıyordu. Tam anlamıyla “öğretmen kıyımı”nın yaşandığı bu yıllarda, Fakir Baykurt da öğretmenlikten alınarak pasif göreve verildi. Ancak yılmadı. Hayallerindeki gibi bir eğitim sistemi için çırpındı ömrü boyunca. Sürgünlerle dolu yaşamında öyle bir köy hayal etti ki; köylülerin hepsinin eğitimli olduğu, tarlalarının verimli olduğu, hayvanlarının bol olduğu, doktor sıkıntısı çekmedikleri, gazete ve kitap bulabildikleri ve okuyabildikleri… Tam bağımsız bir Türkiye özleminden hiç vazgeçmedi. Bu dönemin gelip geçici olduğundan ve ülkenin daha ileriye gideceğinden, aydınlanmanın süreceğinden hiç kuşku duymadı. Yakınlarının, ailesinin, hatta kızı Işık Baykurt’un bile en ümitsiz olduğu anlarda “Üzülme kızım, üzülme… Her şey düzelir… Karabük’te kol gibi demirler bile düzeliyor, bu da düzelir… Düzelmese de üzülme” diyecek kadar inançlı bir aydınlanmacıydı. Edebiyat çok önemli bir olguydu O’nun için. Eylemlerin tükendiği anda sözler başlıyordu ve söz, edebiyat demekti. Düşünüyor, yazıyor ve yazdıklarının ışığında bir dünya arzuluyordu. Ancak düşünmenin ve yazmanın da sonuç vermediği zamanlar olabiliyordu. 12 Mart döneminde kapatılan TÖS’ün genel başkanı olarak askeri mahkeme tarafından yargılandı ve hapse atıldı. Mamak Cezaevi’nde çektiği 8 yıl hapis cezasını, onurlu bir aydın olarak tamamladı. Sık sık çıkarılan af tartışmalarına son noktayı koymuştu bile; O ve arkadaşları aftan yararlanmayacaklardı. Sonuç olarak affedilecek bir şey yapmamışlardı ki! Anılarında bu düşüncesi ile ilgili şöyle der Baykurt; “Eğer affı kabul etseydik, yasadan yararlanmak isteseydik, arkadaşlarla birlikte hemen içeriden çıkacaktık. Ama o zaman sıkıyönetim savcısının iddianamesindeki öğretmenlere yönelik suçlamasını da kabul etmiş olacaktık.” Hapisten çıktıktan sonra, yazmaya devam etti. Ancak kısa bir süre sonra gelen 80 darbesiyle birlikte aydınlar, düşünenler ve yazarları bekleyen tehdit açıktı. Bunun üzerine Almanya’ya yerleşti. Ancak ne ülkesinden ne de ülkesinin sorunlarından uzak kalmadı. Almanya’da Türkçe öğretmenliği yaptığı yıllarda, Türkiye’den Almanya’ya devam eden göç neticesinde yaşanan sorunları, oradaki Türk işçilerinin yaşam mücadelelerini anlattı bu kez de. Öğretmenliğin yanı sıra Milli Folklor Enstitüsü Uzmanlığı, ODTÜ’de Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı Danışmanlığı gibi birçok görevde de bulunan Fakir Baykurt; şiirlerini, öykülerini ve makalelerini Kaynak, İmece, Varlık, Yeditepe, Yazın, Fikirler, Yön ve Cumhuriyet gibi gazete ve dergilerde yayımladı. 10 Ekim 1999 yılında Almanya’nın Duisburg kentinde ölümüne dek, yazılarını Evrensel gazetesinde yayımlamayı sürdürdü. Ölümünden bir yıl önce öğretmenlerin davetiyle geldiği ülkesinde, Ege bölgesinde birçok il ve ilçeyi gezerek, söyleşiler ve imza günleri düzenlediğinde, okuyucuları ve meslektaşlarına “gelecek yıl görüşmek üzere” demişti, fakat hastalığı buna izin vermedi. “Yazmak istediğim yaşamı elimle tutacak derecede tanımak isterim.” İlk romanı Yılanların Öcü’nü, 1959 yılında Artvin’de ortaokul öğretmeniyken yazar Baykurt. Karataş köylülerinden Kara Bayram, karısı Haçça ve anası Irazca’nın, köyün muhtarı ve ağasına karşı başkaldırışının öyküsüdür Yılanların Öcü. Demokrat Parti iktidarında yavaş yavaş su yüzüne çıkan, parasal gücü elinde bulunduranların köylüyü sömürme olgusunun romanıdır. Köylü artık milletin efendisi değildir ne de olsa. (!) Gücün karşısında boyun eğmeli ve sindirilmelidir. Ne pahasına olursa olsun ezilmeli ve susmalıdır! Haklı davalarında mahkemeye bile gidemeden tehditlerle karşılaşır Kara Bayram’ın ailesi. Ve roman Anadolu kadınının simgesi haline gelen Irazca Ana’nın isyanı ve feryatlarıyla son bulur. Abartıdan ve süslemelerden tamamen uzak, realist bir bakış açısıyla yazılan bu roman, bir üçlemenin başlangıcıdır. 1961 yılında yazdığı Irazca’nın Dirliği’nde, Kara Bayram’ın köyü terk etmesine rağmen yılmayan Irazca Ana’nın etrafında dönen yaşam mücadelesini; 1977’de yazdığı Kara Ahmet Destanı’nda ise Irazca Ana’nın torunu Kara Ahmet’in mücadelesini anlatır Fakir Baykurt. Hem bu üçlemede, hem de diğer yapıtlarında yoksul köylülerin çaresizliğini, devletin temsilcilerinin genel olarak güçlüden yana tavır almasını, insanların buna karşı olan öfkelerini ve direnişlerini anlatmıştır. Gerçekçi ve toplumcu bir bakış açısıyla yazdığı romanlarında köylüleri anlattığı için dili sade ve yalındır. Kitaplarında kırsal kesime has tanımlar oldukça fazladır. Bu yüzden de eserlerinde sanatsal yönün az olduğuna, bireyi ideolojilerinin ardına attığına dair eleştiriler yapılmıştır. Fakat bu tarz, yani köy edebiyatı akımında roman yazanların üslupları sade ve dil oyunlarından uzaktır. Çünkü onlar, içlerinde yaşadıkları toplumu, yani köy insanlarını aydınlatmaya ve kentte yaşayanların bu gerçekleri anlamalarını amaçlarlar romanlarında. Belki de bu nedenlerle köy edebiyatı, 80’li yıllarda neredeyse aşağılanmaya varan eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştirilerin somut hedefi de büyük ölçüde Fakir Baykurt olmuştur. Kentli aydınların eleştirilerine maruz kalıyor, bunun yanlışlığını şu sözlerinde dile getiriyordu Baykurt; “Dışarıda kalıyoruz dışarıda. Hatta yukarıda… Yurdumuzda aydın kişinin tutumu, halka, köylüye hep dışarıdan, yukarıdan bakmak, yemeğinden yememek, yatağında yatmamak… Hatta tiksinmek, hor görmek, küçümsemek… Halk ayrı, aydınlar ayrı iki kutup; ara yerde de insanın gücüne giden kocaman bir uçurum.” Yaşamadıklarını yazmaktan hep kaçınmıştır. Yazmak için yaşamanın gerekliğini savunmuştur. “Benim yazma yöntemim katılımcılık diye özetlenebilir. Köylünün yaşamını da öyle yazdım. Düş gücüne de güvenirim tabii ama yalnız ona yaslanmam. Yazmak istediğim yaşamı elimle tutacak derecede tanımak isterim. Bugünkü yazarın görevi doğru yazmaktır, doğru bilgi vermektir, doğruyu dosdoğru göstermektir. Son dönemlerde belgesel kitaplara gösterilen ilginin nedeni budur. Okur, doğru bilgiyi istiyor. Yazar insan doğru görmeli, dosdoğru göstermelidir. Bundan, uzaktan baktığım, karşıdan seyrettiğim, elimle yakalayamadığım durumları yazamam, buna cesaret edemem.” Fakir Baykurt, 70 yıllık yaşamının 65 yılını, “Köy Enstitülü Delikanlı” adlı eserinde bölüm bölüm yazdı. Burdur’un bir köyünden çıkıp Anadolu’yu dolaşan, milletin efendisiyken yeniden köleleştirilmeye çalışılan köylülerin yaşam mücadelelerinde rehber olan, baskılar ve zulüm gören yaşamını… Benim dileğim Yüz yıldan fazla yaşamak değil Bir küçük dileğim var halkımdan Mutlu olduğu o güzel mevsimde Bir türkü süresi anımsatmak Onu da paşa gönlü bilir. Fakir Baykurt (1989)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nigar Özafacan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |