Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Ben, seninle yaşadığımız şeyin tam bir adı, tarifi olmasa da, aldığım haz ve bana uzaktan bile olsa sürekli verdiğin pozitif enerji nedeniyle bir adım ileriye taşımaktan korktum hep bu ilişkiyi… Sen bana yaklaşmak istedikçe ben senden kaçtım… Zaman zaman görüşme isteklerini türlü bahanelerle geriye çevirdim, aslında ben de en az senin kadar istiyor ama senin hiç hissetmediğin kadar da korkuyordum bu güzel paylaşımın bozulmasından, aramızdaki ilişkinin olumsuz yönde değişip bizi birbirimizin ilgisinden uzaklaştırması olasılığından… Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Sonra bir gün ( Harika Cuma’lardan birinde ) serzenişti artık bana sarfettiğin sözcükler, yanlış anlamaya başlamıştın senden kaçış nedenimi, bana hissettiğin duygunun sıradan bir arkadaşlığın ötesinde bir beğeni olduğunu hissettiğimde ise tamam dedim bu böyle gitmeyecek… Aslında benim sana karşı hissettiğim duygular da senin bana hissettiklerinden farklı değildi, ama sen içimdeki korkulardan bihaberdin… Her şeyi göze alarak, ne olacaksa olsun artık yaşanacakları yaşamanın zamanıdır şimdi dedim ve o gün akşam yemeğine davet ettim seni… Sen de beni zorlamamış olduğundan emin olduktan sonra kabul ettin bu davetimi… Her şey harikaydı ilk andan itibaren, yemek ve sonrası sohbetimiz, senin ve benim daha önceden de aşina olduğumuz sıcak bir mekandı seçtiğimiz yer, küçücük bir balkonda diz dize oturuyor ve birbirimizin gözlerine bakıyorduk bir an ayırmaksızın… Benim yüreğime düşen kıvılcım gözle dahi görülür haldeydi, aşk kokusu vardı olağanüstü güzel bir temmuz akşamında, ılık bir meltem tenimizi okşuyor, kokularımızı birbirimizin üzerinde dolaştırıyor, ve bu güzel başlangıcı hızlandırıyordu… Bakışlar da aşk, sohbetler de aşk, şarkılar da aşk vardı, hatta her yerde, gece de, yıldızlar da, istiklal caddesinde yürüyen çiftler de, garsonların gülen yüzlerinde, içtiğim rakı da, içtiğin şarap da, soluduğumuz havada dahi Aşk vardı… Küçücük bir cumba da, Diz dize oturulup, Kadehler kaldırıldı geceye dair, Ve göz, göze bakışıldı uzun, uzun… Bakışlarda aşk, Sohbetlerde aşk, Gecede aşk, Şarkılarda aşk vardı. O gece Aşk bize, Sımsıkı yapışmıştı… Sağanak bir yağmur du adeta, Her yanımıza aşk yağıyordu. Sırılsıklam olmuştuk, Üşümüyor yanıyorduk. Bakışıyor, gülüşüyor, Gözlerimizle, sözcüklerimizle, Dokunmadan sevişiyorduk… Yılların yanmışlığıyla, Kana kana içiyorduk, Doyamıyorduk… Aradan saatler geçmişti, gecenin sonu yaklaşırken, bakışlarımızla, ellerimizle, sözcüklerle birbirimize dokunur olmuştuk artık… İkimizin aklında da aynı düşünce vardı, o mekandan çıktıktan sonra “kesinlikle birbirimize iyi geceler dileyip ayrı yönlere gitmemeliydik” O gecenin büyüsü bozulmamalıydı, o gece asla bitmemeliydi, bitecekse de sabah güneşin doğuşuyla gelen yeni güne birlikte uyanmalıydık… Öyle güzeldiki her şey, Kapılmış büyüsüne, yaşıyorduk. Hızla geçtik ilk adımları, Hızla yaklaştık birbirimize, Coşkuyla sevdik, doyasıya seviştik, Adeta başka bir dünyaya geçtik, Sen ve ben, mavi bir cennetteydik… Sabah ilk uyanan bendim, alkol ve gecenin hala geçmemiş olan yorgunluğundan zoraki aralayabildiğim gözkapaklarımın arasından sana baktım… Yanımdaydın gerçekten, bir rüya değildi yaşadığım, sen ve ben biz olmuştuk işte… Öylece izledim seni uyandırmaktan korkarak, bir melek gibiydin sanki ve uyurken bile sana olağanüstü yakışan bir tebessüm vardı güzel yüzünde, doyamıyordum seni izlemeye ama dokunmadan da edemedim ve ben saçlarını okşarken uyandın nihayet… Hafif bir şaşkınlıkla baktın önce güneşin aydınlattığı yüzün ve parlaklığından kıstığın gözlerinle, ve aynı güzel tebessüm tekrar yayıldı yüzüne… -Günaydın… dedin -Günaydın canım dedim… Ve sonra yeniden yaslandın arkana, açılmaya gecenin uyuşukluğunu üzerinden atmaya çalışıyordun… Bir sigara istedin, yakıp derin bir nefes çektikten sonra verdim sana… Ellerim saçlarındaydı hala, ve hissettiğin huzur ve mutluluğu yüzünden, bakışlarından anlayabiliyor görebiliyordum… Acıkmıştık… Aklıma yıllardır gitmediğim bir mekan gelmişti, böyle bir gecenin sonunda güzel bir kahvaltı güne daha iyi başlamak adına harika bir fikirdi… Hazırlanıp çıktık teknenin kamarasından, küpeştenin kenarından rahat geçebilmen için elini tutup yardım ettim sana, ve elini hiç bırakmadan devam ettik yolda yürümeye… Sen bir ara sordun bana: - El eleyiz.! ne yani şimdi biz sevgili mi olduk.? Ben de yüzüne sevgiyle bakıp, ve en güzel tebessümümü takınıp: - Ne yani zaten öyle değilmiydik. Demiştim… Seni biraz daha rahatlatmak adına bunu söyleyebilmiştim ancak, hala toparlayamadığım zihnimin kurabildiği en doğru, en söylenesi cümle buydu sanki… İşe yaramıştı da, bu sözüm üzerine yanağıma uzanıp yol ortasında öpmüştün beni ve sonrasında daha bir sıkıca tutmuştun elimi, o an hissetiğim duyguyu sözcüklerle anlatamam nasıl da güzeldi ellerini avuçlarımda tutmak… Çok kısa bir yolculuk sonrasında varmıştık kahvaltı edeceğimiz mekana… Bahçe içerisinde ve ağaçlar altında, gölge de kalan bir masa seçtik kendimize… Saat henüz sabahın onu olmasına rağmen Temmuz sıcağı ortalığı yakmaya başlamıştı bile, altında oturduğumuz geniş yapraklı ulu çınar ağacı koruyordu bizi güneşin yakıcı ışınlarından… Sen kahvaltınla ilgilenirken ben gözlerine, hep gülen mutlu yüzüne bakıyordum büyülenmiş gibi, gözlerimi senden alamıyordum… Kahve faslında dahi ayılamamış bir haldeydik ve hala alkolün etkisinde olmamıza rağmen paylaştığımız olağanüstü güzel sohbet sonrasında senin hep hayatım da olman gerektiğine karar vermiştim bile… İstekli takındığımız bu aşk çok da yakışmıştı bize, hızla geçen zamanın böyle mutlu bir anda durması için çok şeyden vazgeçebilirdim inan… Güzel olan şeylerin fazla uzun sürmediğini bilmemin tedirginliği zihnimi kurcalıyordu arada bir, ama yaşadığım anın ve aşkın güzelliği, ne olursa olsun buna değer diyordu, ne getirecekse gelen zaman seninle yaşanmalıydı… Sen uzun yıllardır yaşayamadığım, varlığını dahi unuttuğum, olağanüstü güzel ve yaşanılası bir duyguya yeniden hayat vermiştin hayatıma girişinle, yeniden aşık olmuştum işte, hem de delicesine… Nadide bir çiçektin adeta sen benim için, öpüp koklarken zarar veririm, incitirim diye korktuğum, bir kelebeğin kanatlarındaki büyülü toza dokunur gibi okşadım hep tenini, bir çiçekle konuşur gibi konuştum seninle, özenle seçtiğim kelimelerden kurabildiğim en güzel cümlelerle, sesimin sevgimi en iyi yansıtan vurgusu ve tonuyla konuştum hep… Aşk sevgiye dönüştü zamanla bende… Bağımlın olmuştum adeta sensiz yapamıyor, her gün seni görebilmek için akşamın olmasını iple çekiyordum… Nihayet mesai biter ve kavuşma saatimiz gelirdi, büyük bir coşku ve sevinçle koşardım sana, aramızdaki yürüyüş hızıyla on beş dakikalık mesafe bitmek bilmezdi, günde üç paket sigara içen ben şişhaneden tünel yokuşunu koşarak çıkar ve nefes nefese kalırdım her akşam sana gelirken, ama hep mutlu bir ifade olurdu yinede yüzüm de… Çünkü bilirdim özlendiğimi, bilirdim beklendiğimi ve yürekten gelirdim sana … Ben o zamanlar kendimi seni mutlu etmeye adamıştım birtanem… Saçlarımı senin istediğin gibi taramayı, giyim tarzımı senin göz zevkine uydurmayı, hep bakımlı, şık ve centilmen olmayı hayatıma geçirmiş ve alışkanlık haline getirmiştim… Oysa bilirdin sen beni, rahat giyinmeyi, salaş hatta dağınık olmayı, sıradan görünmeyi severdim hep, tarzım buydu benim ve sen beni o halimle de çok beğenirdin… İlk başlarda kendime, böyle hızla değişmeme bir anlam verememiştim, sevgi neler yaptırıyormuş meğer insana, birileri söylese güler geçerdim o zaman yaptıklarıma… Ama yapıyordum işte hem de seve isteye yapıyor, her şeyimle seni mutlu etmeye çalışıyordum… El eleydik birlikte olduğumuz her dakika da, her saniye de… Birbirimize dokunmak nefes almak gibi gerekliydi, zorunluydu adeta bizim için, hayat buluyorduk birbirimizin gözlerine derinlemesine bakmaktan, doyulmaz bir haz alıyorduk dudak dudağa konuşmaktan… Aşk-sevgi denilen şeyin ta kendisiydi yaşadığımız, hem de görenleri kıskandıran, nazarlara davetiye çıkaran türden bir sevgi ve aşktı… Ben bazen bundan endişelenir ve sana söylerdim, sen de bana aklına getirme getirirsen başına gelir derdin, haklısın derdim ve getirmemeye çalışırdım, sonra bu endişemi unutur yeniden kaybolurdum mutluluğun kollarında seninle… Aylar hızla geçip gitti ve güneşli yaz günleri sonbahara bıraktı yerini, doğa yeşil kıyafetlerinden sıkılmış ve hüzün sarısı elbiselerini giyinmişti… Ben seni ve sevgimi ilk günün heyecanı ve mutluluğundan hiçbir şey yitirmeden yaşarken, sen de anlam veremediğin bir durgunluk hissediliyordu, gün be gün artan ve bir çığ gibi hızla büyüyen anlamsız bir durgunluk… Bir akşam yemeğinde birkaç kadeh şarabın da yardımıyla açıkca ifade edivermiştin bu yoğun ilgi ve sevgiden sıkıldığını bir, istifa etmek istiyordun sanki sana çok yakıştırdığım ve çok da sevdiğin prensesliğinden… Böyle düşünmene neden olan şeyin aldığın alkolün etkisinden olduğunu sanıp bu konuyu daha sonra konuşmamızın doğru olacağını söyledim sana, aslında hızla yaklaştığını hissettiğim hüzünlü gerçekten bir süre daha kaçabilmek adına… Ama bu kaçış, kurtaramazdı seni yakalandığın amansız hastalıktan, kurtarmadı da… Renkler git gide solmaya ve günlerin rengi griye dönmeye başladı ve adını koydun nihayet tutulduğun amansız hastalığın, kopmaya başlamıştın bu ilişkiden… Anlam veremediğim birkaç basit nedeni gerekçe göstererek biraz nefes almak adına benden uzaklaşıyordun her geçen gün, ve ben bunu görüyor ama inanamıyordum… Nasıl değişmişti duyguların ve isteklerin ? Bu ilgi seni her zaman mutlu etmişti, zamanla azalmasından eksilmesinden korkar bitmesini felaketin sayardın sen, “sakın beni bırakma diye ağlardın gecenin bir yarısında”ne olmuştu sana böyle neler geçiyordu aklından… Tartışmalara dönmüştü en sıradan sohbetlerimiz, hiçbir konuda iki medeni insan gibi konuşamıyor sürekli tartışıyorduk artık… Öncesinde kabul ettiğin doğrularıma dahi muhalefet olmaya başlamıştın son zamanlarda, ben konuşmak isterken sen adeta kinini kusuyordun, ben ise bu davranışına bir anlam veremiyor, ancak ortamı daha fazla germemek adına sadece susuyordum… Biraz ara vermenin birşeyleri düzeltebileceğini düşündüm bir süre sonra, acaba bir süre görüşmezsek yeniden özlermiydin beni? Yoksa doğrumuydu gözden uzak olanın gönülden de uzak olacağı söylentisi, göze alamadım ve senden bunu isteyemedim nedense… Sen sorduğum anlar da hala sevdiğini sözcüklerle ifade ediyor ama bunu eyleme dönüştüremiyordun bir türlü… Benim ellerimse üşümeye başlamıştı yüreğim gibi, üşüyen ellerini ısıtamıyordum artık avuçlarım da, buzdan iki eldivendi ellerim sanki dokunduğu yeri soğuktan titreten… Böyle gitmiyordu artık, senin yanında senden uzak kalmak ağır gelmeye başlamıştı bana, sana dokunamıyordum, okşayamıyor, öpemiyor, koklayamıyordum, gözlerindeki mutluluk pırıltıları kaybolmuş, ifadesiz bakışlara bırakmıştı yerini… Gidiyordun gün be gün benden, hızla uzaklaşıyordun ve ben bir şey yapamıyor tamamen gözden kaybolacağın günü bekliyordum çaresiz, sana belli etmemeye çalışıyor ama buna dayanamıyordum… Son gecemizde sabaha kadar uyumadım ve uzun uzun düşündüm… Sen benden zaten gitmiştin ruhunla, cansız bedenindi sadece yanımda sessizce yürüyen, akşamları bana zaman geçirmekte eşlik eden… Ama bu böyle olmamalıydı, ısrarla senden kopamıyor olmam onurumu kırmaya başlamıştı artık, gülüşlerinin hatta her davranışının yapmacık olduğunu biliyor ve her an ben artık gidiyorum diyeceğin zamanı bekliyordum, sen bilmiyordun ama bu bekleyiş çok canımı yakıyordu, içten içe kanıyor günden güne bitiyordum hem fiziksel, hemde duygusal anlamda… Bitecekse bitmeliydi bir son bulmalıydı bu işkence, sürekli içiyor ve beni etkileyemeyecek miktarda alkolle bile sarhoş oluyordum, direncim kırılmıştı sürekli hasta ve uyuşuk, yaşamdan bezmiş bir adam olarak dolanıyordum ortalıkta ve bu halimi de kendime yakıştıramıyordum… Ne yapmıştın bana böyle? Neden bu hale gelmiştik böylesine yoğun bir ilgiyle sevip seviliyorken… Sonra anladım senin aşk dediğin şeyin aslında geçici bir heves olduğunu… Sonra anladım yüreğinin gerçek sevgiden bihaber olduğunu, inançlarım dediğin inançsızlığın hiç kimseyi yürekten sevmene, hiç kimseye gönülden bağlanmana izin vermeyeceğini ve bencilce bir özgürlük içgüdüsü ile beslendiğini çok sonra öğrendim yazık-ki… Ama neyleyim sevmiştim seni bir kez, hem de çok sevmiştim… Sonra da madem bunu istiyor, bensiz bir hayatın özlemiyle yaşıyor, benimle mutlu değil ama bensiz olabileceğine inanıyor, o zaman vermeliyim ona çoktan hakettiği bensizliği dedim kendi kendime… Son Cuma gecemizden sonra yüz yüze görüşmeden, oturup konuşmadan, durumu çirkefliğe dönüştürmemek adına bir telefon görüşmesiyle bitirmeye karar verdim bu ilişkiyi… Böylesi daha iyi olacaktı, ne sen benim gözümün önünde süklüm püklüm, salya sümük ağlamalıydın, ne de ben senin gözlerinin önünde dudaklarımı ısırıp kanatmamalıydım… Bize yakışan birbirimize şans dileyip sessizce gitmekti, ve elveda dedim sana kısa bir telefon görüşmesinin sonunda… Sonrası karanlığına kapandığım küçücük odamda şişelere sarılıp yattım haftalarca… Her gece tek bir mumun ışığında sabahları bekledim, hiç bir şey yiyemiyor ama sürekli içiyordum, sadece alkolle besleniyordum, aradan sadece beş hafta geçmesine rağmen dokuz kilo vermiştim sürekli seni arzulayan, sürekli seni özleyen nefsimi islah etmek adına… Geçirdiğim mide kanamasından sonra alkole ara vermek zorunda kaldım bir süre, kendi başıma üstesinden gelemeyeceğimi anladığımda bir doktorum yardımına ihtiyaç duydum ve kullanmak zorunda olan insanlara üzülüp acırken aynı ilaçlarla yaşamaya ben de mahkum olmuştum nihayet yitip giden bir aşk sonrasında… İçimde bitiremediğim sevgimden kaynaklı bir umut vardı hep aslında sana dair… Bir gün dönecek prensesim, yaptığının büyük bir hata olduğunu anlayacak ve bu anlamsız ayrılığı fazla uzatmadan dönecek bana diye teselli bulmaya çalışıyordum… Aylar ayları kovaladı ve nihayet sevgililer günü gelip çattı, belki o gün bu gündü, belki bu gün bizim için büyük bir fırsattı diye düşünüp, seni sürpriz bir akşam yemeğine davet etmeye karar verdim… Kabul etmeyebilir, gelmeyebilirdin, ya da gelsen bile bir yemek ve konuşmalar hiçbir şeyi değiştiremeyebilirdi, sonra bu endişeyi atıp bir kenara yine de eski bir dost, arkadaş gibi bile olsa seninle bir akşam yemeği harika olurdu… Saç ve sakal traşımı akşamdan oldum, lacivert takım elbiselerimi içine de beyaz gömleğimi giydim o sabah evden çıkarken, çok da şık olmuştum yine aylardır olmadığım kadar… Ofise ulaştığım an ilk işim birlikte keşfettiğimiz o güzel balık restaurantında akşam için rezervasyon yaptırmak oldu… Gün geçmek bilmedi, dakikalar saatlere, saatler ise güne dönmüştü sanki çok zor da olsa mesai bitti nihayet ve ben yıllarca mapusta yattıktan sonra sürpriz bir af dan dolayı tahliye olmuş bir mahkum sevinci ile attım kendimi dışarı… Yine büyük bir coşkuyla yola koyuldum, sana geliyordum aylar sonra, ne güzeldi sana doğru adım adım gitmek, nasıl da özlemiştim seni, harika bir duyguydu bir süre sonra seni görebileceğimi düşünmek… Bir ara yüreğime yeniden “ya gelmezse” kaygısı düştü.! Çabuk atlattım bunu ve gelir diye telkin ettim kendimi, eminim o da özlemiştir benim kadar dedim içimden… Nihayet vardım Aspera’ya… Güzel bir masaydı bize ayrılan… Ben sırtımı sokağa dönüp seni izleyebilirdim oturduğum yerden, sen de arada bir yoldan geçenleri izleyebilirdin senin için ayırdığım yerden “severdin yoldan geçenleri izlemeyi unutmamıştım”… Masayı hazırlatıp ortaya güzel de bir çiçek koydurttum, şamdan istedim ve üzerine de renkli mumlar, her şey mükemmel olmalıydı, bu gece belki de bizim kendi küllerimizden yeniden doğuşumuz olabilirdi; hatta kesinlikle olmalıydı… Her şey hazır olduğunda aylardır görüşmemiş olmanın da verdiği heyecan ve çekingenlikle seni telefonla aradım, iki ya da üçüncü çalışında açtın nihayet… Kısaca hatırını sorduktan sonra bulunduğum yeri ve yalnız olduğumu, nezaketi de elden bırakmadan bir proğramın yok ise o gece bana eşlik edip edemeyeceğini sordum sana… Sen konuşmaya başladığında ise söylediklerin bir kurşun olup tam alnımın ortasından vurmuştu beni, gayrı ciddi ve hatta alaycı bir ses tonu ile bana ben zaten yemekteyim yaw yanımda arkadaşlarım var gelemem dedin.! İnanamamıştım senin bunları söylediğine, ama doğruydu işte telefonun ucundaki sendin ve bunları söylemiştin bana… Peki dedim ve rahatsız ettiğim için özür dileyip kapattım telefonu, sen bilemez, göremezdin ama ben yıkılmıştım yeniden… Ben olsam dedim içimden ben olsam.! Ama o sendin işte yine yanıltmıştın beni, yine hakkında düşündüklerimi boşa çıkarmıştın ve bütün ümitlerimi, bütün hayallerimi yeniden uçurmuştun çılgın martılar gibi… İçkileri hızla içtim ve o aralıkta sana son bir mesaj yazdım telefonumdan… Çok da hoş şeyler değildi yazdıklarım ve centilmenlikten, nezaketten uzak sözcüklerden kurulmuş zehir zemberek cümlelerdi bir çoğu… Bir pişmanlık da duymadım bunu yaptığım için, bilirsin sana daha önce de söylemiştim “gidersem dönmem” aşkından özleminden öleceğimi bilsem de geriye dönmem demiştim sana daha önce, ama bu sözlerimi de hayatımda ilk kez senin uğruna yemiş ve hazmedememiştim… Sana o mesajı yazarken yapmak istediğim şey, bir daha kendimi aynı duruma düşürmemek için “gemileri yakmak”, “ köprüleri yıkmak” dı sadece… Bu arada biraz kırılıp incinmeni de göze aldım elbette, çünkü bana yaşattığın hayal kırıklığı ve utanç karşılığında bu kadarını haketmiştin… Tıpkı benim senin için yaptığım onca şeyden, sana olan sevgimden sonra son bir kez, dost gibi arkadaş gibi bile olsa baş başa bir akşam yemeğini hakettiğim gibi haketmiştin sen incitilmeyi… Son ümidim de bitmişti işte, söylenecek son sözcükler de söylenmişti bize dair… Ama içimdeki asla bitmeyecek sevgiyle nasıl savaşacaktım? Öyle güçsüzdümki anlatamam, hiçbir şeye tutunamıyordum, kendimi oyalamak adına neye atsam elimi, bir süre sonra kayıyordu ellerim, ve sen ne yapsam çıkmıyordun aklımdan… Nefretle karışık bir sevgiydi sana dair içimde kalan duygu, bir şeyler yapmalı ve seni de beni düşürdüğün benzeri bir duruma düşürmeliydim, sen de benden nefret etmeliydin ve pişman olup geriye dönme olasılığın da kalmamalıydı, çünkü o geceden sonra dönsen bile bulduğun ben olmayacaktım, bunu yaptım da… İlk işim eski defterleri karıştırıp bana özel ilgi duyduğunu bildiğim ama ilişkimi uzak arkadaşlık düzeyinde tuttuğum güzel kadınlara varlığımı yeniden hissettirmek oldu… İçlerinden bana hep hazır, hep amade olduğuna emin olduğum birini seçerek akşam yemeğine davet ettim, seve isteye ve büyük bir heyecanla kabul etmişti bu sürpriz davetimi… Buluştuk nihayet ve bir kahve içimi sohbetten sonra daha önce seninle birlikte gittiğimiz bütün mekanları dolaşmayı almıştım bile o gece için yaptığım proğrama… Nevizadeden başladık, sokaktan el ele geçerken en yakın arkadaşına Z…. ye rasladık ve ayak üzeri selamlaştık onunla, ve hemen yan taraflarında bulunan Sanat cafeye oturduk… Aperatifler ve içki söyledik ardından da koyu bir sohbete başladık, bir süre sonra aylar önce yitirdiğim gülüşümü yeniden bulmuştu yüzüm, yaptığım şey ve senin en yakın arkadaşın tarafından görülmüş olmak yüreğimdeki yangına bir avuç da olsa su serpmişti… Bir süre sonra oradan kalkıp Aspera’ya geçtik… Cam kenarında bulunan ve seninle son bir akşam yemeyinde birlikte oturmamız için bize ayrılan masa boştu, buna da çok sevinmiştim, şans o gece sanki benden yanaydı, hemen yerleştik ve tanıdığım garsonla merhabalaştıktan sonra siparişleri verdim… Bana eşlik eden kadın şarap ben ise rakı sipariş ettim, tıpkı seninle olduğu gibiydi her şey, tek farkı duyguların seninle yaşadığımızın tersi oluşuydu bu kez, Kadın içtendi yani ben ise sadece rolümü oynuyordum… Karşımdaki kadının gülüşleri içten benimkiler ise yapmacıktı, karşımdaki kadının sözcükleri yürekten, benimkiler ise sadece beynimde kurulup dilimden dökülen ve geceyi istediğim noktaya taşıyabilmek amaçlı zekice kurulmuş sözcüklerdi… İşe yaradıklarını anladım bir süre sonra, kadının gözlerimin içine büyük bir istek ve arzuyla bakmaya başladığını farkettim, bakışlarımla da karşılığını verdim… Çakır keyif olmuştuk bir süre sonra, kadın kendisini tutamıyor ve neşeyle kahkahalar atıyordu yaptığım espriler karşısında, çok eğlendiği her halinden belliydi ve ben bir kez daha şunu anladım, normal yaratılıştaki her kadın benimle birlikte olmaktan çok mutlu olabilirdi… Saatler ilerledi ve kadın dans etmek istediğini söyledi… Kabul ettim ve mekan olarak da Barakayı seçtim, bir süre sonra senin orada olabileceğin geldi aklıma ve tereddüt ettim doğru ya da yanlış bir karar olup olmadığı konusunda… Sonra olsun dedim ne çıkar? O zaten hayatımda yokki..! Ve el ele yürüyerek vardık Barakaya, kapıda O…. Karşıladı bizi her zaman olduğu gibi, içeriye girdikten sonra ise İ… yi gördüm kabinde, selamlaşıp sahnenin yanında bulunan yüksek masaya yerleştik içkilerimizi söyledik, kadın şarapla devam etti içkisine ben ise bira söyledim, her şey bir zamanlar seninle olduğu gibiydi, gülüşüyor konuşuyor ve dokunuyorduk birbirimize, ben git gide daha da yakınlaşmaya başladım sürekli gözlerimin içine bakan kadına… Son bir şey daha vardı sen ve benim yeniden biz olabilme ihtimalini ortadan tamamen kaldırabilmek için yapılması gereken, orada bulunan dostlarına birkaç kare fotoğraf vermeliydim sana ilk gördüklerinde anlatmaları üzere, verdim de… Kadının dudaklarına uzanıp arzu ve istekle olmasa da öptüm onu, bu davranışım ve medeni cesaretim çok beğenildi kadın tarafından ve karşılığı verildi hemen ardından… Uygun bir müzik başladı az sonra ve biz dansa kalktık, alkolün de etkisi ile ikimiz bir beden olarak, birbirimize sıkıca sarılarak, bedenlerimizi okşayarak, arada kaçamak öpücüklerle bitirdik uzun dansımızı, kadın çok mutluydu ve bana büyülenmiş gibi bakıyordu tıpkı bir zamanlar senin baktığın gibi… Dikkatleri yeterince çekebildiğimize emin olduktan sonra sordum kadına. -Kalkalımmı artık? -Kalkalım.! Dedi kadın gülümseyerek ve hesabı ödeyip el ele çıktık oradan… Sırada bir başka yakın arkadaşın olan Z…… ye görünmek vardı, yürüyerek vardık mekana ve el ele girdik içeriye, Z…… ile selamlaşıp dipte bulunan boş bir masaya oturduk, şarap ve bira söyledik yine ortaya da çerez, Türkü isteğinde bulunduk, birlikte söyledik… Kadına göre gece harikaydı, benimse göğsümün tam ortasına daha önceki mekanlarda hissetmediğim bir sızı oturmuştu, içtiğim bira dahi geçmiyordu boğazımdan, halbuki bilirsin severim bira içmeyi ve asla hayır demem günün yirmi dört saati… Kalkmak istedim sonra oradan, amacıma ulaşmıştım çünkü ama bu yaptığım mutlu etmedi beni, hatta yüzüm, yüreğim hüzüne büründü yeniden, kadın bunu farketti ve bana daha da yaklaşıp, kulağıma hadi beni evime gidelim dedi,… Kabul ettim bu daveti, tek düşüncem seninle bir çok anım olan o mekandan bir an önce uzaklaşmaktı çünkü, yüreğime saplanan sancının tek nedeni buydu… Nihayet çıktık ve yola koyulduk… Bir süre sonra kadının evine gelmiştik, içeriye girdik ve paltomu, ceketimi üzerimden aldı kadın, ev gayet sıcaktı, yalnız yaşıyordu kadın ve hayatında başka biride yoktu, üzerine rahat birşeyler giyip yanıma oturdu, elinde dolu iki şarap kadehi vardı ve birini bana verip “Hoş geldin” dedi… Egzotik bir havası vardı bulunduğumuz odanın, mavi loş ışıklı bir abajur ve renkli birkaç mum yanıyordu köşelerde, abartısız, sade ve güzel bir zevkin ürünüydü odada bulunan eşya ve dekor için kullanılan aksesuarlar… Ben çevreyi incelerken kadın da beni inceliyordu, göz göze geldiğimiz anda, aldığımız alkol ve yaşadığımız uzun süreli cinsellik orucundan sonra biriktirdiğimiz karşı konulmaz arzu, istek ve enerjimizle sarıldık birbirimize, saatler geçti aradan ve okunan sabah ezanından sonra bitkin düştüğümüzü farkedip artık uyuyup dinlenmemiz gerektiğine karar verdik… Küçük, sıcak ve yumuşak bir elin yavaş ve zarif hareketlerle yüzümü okşayışıyla uyandım, gözlerimi açtığımı farkettiğinde günaydın dedi kadın… Günaydın diyebildim bir yandan ona belli etmeden nerede olduğumu anlamaya çalışarak, birkaç saniye sonra hatırlamıştım onun evinde ve onun yatağındaydım işte, fazlasıyla şaşkındım, ne yapmam, ne söylemem, nasıl davranmam, nasıl tepki vermem konusunda bir karar veremiyordum… Çok acıktığını ve kahvaltının hazır olduğunu söyleyerek böldü kadın düşüncelerimi, iyi de olmuştu bunu duymak, hem sıyrılmıştım kararsızlığımdan hem de çok acıkmıştım… Banyoya geçip ellerimi ve yüzümü yıkadım, her şey olağanüstü bir incelikle düşünülmüştü, temiz ve hiç kullanılmadığı belli olan havlular asılıydı her yerde, sonra yanıma geldi kadın ve yeni aldığı diş fırçasını uzattı bana… Ben önceki şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışırken kadın her geçen dakika yeniden şaşırtıyordu beni, yıllar önceki “aile” yaşantım geldi aklıma ve gerçek bir yuvada olmanın huzurunu duydum kısa bir süreliğine de olsa…. Güzel bir sofra hazırlamıştı kadın, çay demlenmiş her şey yerli yerinde ve kolay ulaşabileceğim gibiydi, geceye dair tek kelime etmeksizin iştahla güzel bir kahvaltı yaptık… O güne dair içinde benim de olduğum yeni proğram yapmak istedi kadın, ben ise işlerim olduğunu ve gitmem gerektiğini söyledim kadına, önce biraz asıldı yüzü, hemen sonrasında toparlanıp haklısın gitmen gerekiyorsa git tabi dedi gülümseyerek, ama kalmamın onu ne kadar mutlu edeceğini de bir kez daha hatırlatarak… Giyinip yola koyuldum, bindiğim otobüste en arka koltuğa oturdum ve geceye dair hatırlamam gereken şeyleri toparlamaya çalıştım bir süre, arada kopukluklar olsa da toparlayıp ekledim hepsini, kayıp anları da bir önceki anın devamına uyarlayarak… Sonra da harika bir kadın ve harika bir gece olduğuna karar verdim, içimde bir pişmanlık olmadığı gibi çok da huzurluydum ayrıca… Ben o geceyi hayatımın dört ayı boyunca yaşadığım, her günü ayrı bir ızdırap olan karanlık dönemi sonrasında hala ayakta kalabildiğim ve kendisini asla unutmadığım, tek bir an bile inancımı yitirmediğim ve hep ona sığındığım için, Tanrımın bana verdiği bir armağan olarak kabul ettim… Yüzümden tam dört ay önce düşürmeme neden olduğun gülüşümü, yeniden takındım şimdi, ve bu gülüşümü yeniden takınmamı sağlayan sana olan inatla bitirmediğim Aşkım, sevgim değil, bir on dört Şubat akşamında yüreğime ektiğin nefret tohumu oldu… Bilirim edebiyatı yapmacık ve sahte bulursun, duygusallıktan uzak, katı ve realist yaşam felsefenle şiir sevmez, kolay kolay tek satır dahi okumazsın sen içinde inanç edindiğin zırvalardan bahsedilmediği sürece… İşte bu yüzden yazdıklarımı asla okumayacak, bir zamanlar seninle hep el ele, hep dudak dudağa birlikte ve çok mutlu bir çift olmamızla tanındığımız, hatta kıskanıldığımız o mekanları, yanımda başka bir kadın olduğu halde neden birer birer dolaşıp boy gösterdiğimi asla bilmeyeceksin… Seni bana yeniden getirmesi olasılığı olan köprüleri yıkmaktı yapmaya çalıştığımın şey ve yaptım işte... Şimdi benim senden ettiğim gibi sen de benden nefret edeceksin ve beni bir daha asla görmek istemeyeceksin... Ben de bunun farkındalığı ile içinde senin olmayacağın yeni bir hayat inşa etmeye çalışacağım nihayet sevgili Prensesim… 24/03/2007 .. Denizci…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Denizci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |