Kürtaj sadece kendileri bir zamanlar doğmuş insanlar tarafından savunuluyor. -Ronald Reagen |
|
||||||||||
|
Başladım işte. Yeni bir yazı bu. Yazdığım şey kelimeler, “sadece insanın geliştirdiği eşsiz dil”in imgeleri birden bire dökülüveriyor ekrana. Çook eskiden beri. Yazının icadından beri bu yolla, hayatla iyi bir iletişim kurmuş insanlık. Yazılmışta ha yazılmış yazılar. Kendini bir Kafka böceğinin, bir R. Bach martısının, bir M. Bilal mektup zarfının yerine koyup yazmak ne kolay… Doğmamış bir çocuğun, olmayan bir ülke insanının, olan ya da olmayan bir savaş anısının içmediğin bir içkisini içerken kurguladığın yazmaların içinde hep kendini yazmaya kalkmakta ne zor… Birazdan intihar ettireceğin bir kahramanın mektubunu yazmak, birazdan terk edip gideceğin kente kuru bir “Hoş çakal” demek, birazdan en güzel aşk filmine “Seni seviyorum” senaryosu, komik sahnelere espriler derlemek, bekleyene “geleceğim bekle beni, kimseler beklemese bile bekle beni” şiiri ile söyleşmek, gülene; “daha çok gülesin, gülersen acımıyor hücrelerim” demek, ölene “sakın gitme, hep burda kal” çaresizliği yazmak, uyumak hiç uyanmamak gibi gibi yüzlerce gibiyle yazmak ne kolay… Tankın içinde, kılıcın keskinliğinde, gözlerinin buğusunda yazmak ne kolay… Ancak gerçek ne kadar zor. Hiç kimse bir gerçeğini adımlarını atarken yürüdüğü kaldırımlara, kenarından çiçek koparacağı uçurumda dururken, hastane kokusuna karışırken soluğu, savaşta vurulmama cephesinde sevgiliyi düşlerken; herhangi bir yazgısını yazarken bir kitap yazar gibi zorlanmamıştır. Onun için yazmak kutsal değildir, aslolan hayat, aslolan gerçektir. Çünkü; yazdıklarımızı kaale almıyordur, bu yeni baştan yazılası dünya… Yazılan şiirler gibi yasak, romanları sansürlü, puntoları küçük, televizyonda altyazıda gözükecek kadar önemsizdir “Dur” diyebilen kelimeleriniz ve yeni mavzerinden çıkmış bir kurşuna dur diyemiyordur henüz “Matrix” Neo’su gibi. Kelimeleriniz belki de zavalladır nazarında okumaya kalkanın. Artık “Kalbim senin” diye yazılmış bir kağıda, bir elektronik maile, bir cep sms’ine, öküzce bile bakamıyordur artık çoğu sevgili olamayan. Yazıya inanmayan bir dünyaya inanıyordur artık çevrenizdeki çoğu kişi gibi. Yazdıkça yenilendiğinizi bilmeyenler, yazdıkça yenildiğinizi düşünenler doldurmuştur vardır hep sağınızda solunuzda. Kitap okuyarak ya da yazarak bu zehir zakkum hayata ne katabilirmişiz ki diyordur hani bazıları da, benim en çok onlardan ürktüğüm Çünkü; yazıya çiziye inanmayın demiştir onların ağır sanayicileri, bil cümle füzesi tankı topu, inanıyorsa senin yazdığın bir iki slogancı, ajitasyon saydığı şiirlere değil, kandırılmış gözleri ile kadınların çıplak etlerinin sergilendiği gazetelerin kralcı editörlerinin sözlerine inanıyordur. Oysa sen ne kralsındır, ne padişah ne imparator. Ve şiire inanan hangi göz varsa ortalıkta mesela Ortadoğu olabilir, önce onların önüne aşkın ve devrimin karşısına, binlerce yılın mirası sanki bir tek oymuş gibi kocaman yasalarını koymuşlardır demokratikçe. Demokraaaaasi çoktur dünyamızda, severisss servis etmeyi… Eylülleri bile severiss hala. Ondan işte bugün kendimi Orhun anıtları kadar taş eskisi, kendimi içime çivi yazıları çizilmiş kadar kanatılmış, siyah beyaz ve hiyeroglif uykularımda unuttuğum rüyalardan hala uyanmamış hissetmem. Henüz duş almadığım için papirüs kağıtları kokuyorum. Hala kilise orguna eşlik ediyor koronun elindeki arya metni, ama hala rahlemden kalkmamış bir umut… Saksıda çiçeğime gözyaşlarım yetiyor. Ona bir nehir almaya gideceğim birazdan sokağa çıkıp. Güvercin kanadında gönderilen posta kadar eskiyim bu gün. Yakıp sana gönderdiğim Kızılderili dumanımda sana “seni bekliyorum” yazıyormuş. Yalan!... Ne duman kokuyor ortalık artık, ne taş baskısı hüzün yüzüm, ne de Da Vinci şifresi gibi ağır seni içimden kaldıramayan vinçler. Zira dününe bakmadan bugünü yazmak hüznü ve üstüne üstlük geçmişi işin içine karıştırmadan yazabilmek ne kadar profesyonellik istiyor. Anlıyorum ki oysa yeniden yeniden yazdığımda, yazgısına “şiişşşt” diyebildikçe ‘mutlulukmuş’ hele o şöyle biraz köşede beklesin, umutlu olabilmeyi yazıyorum günlerin inadına. Hiç yok olmasın dileyeceğim tek profesyonelliğim budur belki benim. Yazdıkça beni devindiren beynimi kurdalamak huyum olmasa, yazmadıklarım beni nereye çeker götürürdü kim bilir … Onun için bu yazım Sait Faik’e benden selam olsun… Yazgı kelimelerle yazılır mı? Yazılmasa da olur… Yazgı dediğin tırnaklarınla da yazılır ama kalem ile de yazılacak ben biliyorum ve inanıyorum hala… Ben de kaleminin kömüründe bomba olurum bir gün, savaşsa savaş…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yürüyen Adam, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |