Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Acılarından mı, acılarımdan mı... Yoksa yalnızlığımızdan mı? Aslında ne fark eder hepsi aynı kapıya çıkıyor nasılsa... Yollar ötesinde başlayan bir masal sanki bu yaşanan, “yaşayan kim ne fark eder?” “ağzımın kıyısında yara gibisin... azıcık gülsem kan, gülmesem koca bir hüzün..” yıllar önce bir adam yolladı bana bunu... dört duvar öteden, parmaklıklar arasından, gecenin bir vakti, yıllardır adını dahi anmamışken çıkageldi bu mesaj... sadece bu dizeler vardı gelen mesajda.. kim diye çok merak ettim. Günlerce aklımın kıyısına geldi gitti “kim?” sorusu... bir çok kadına kondurdum... ama hiç birine kesin diyemedim... sıcacıktı... o sıralar kimse beni sıcacık sevmezdi... ya tutku ya öfke doluydu kadınlarım... bir vakit sonra bir mektup geldi görülmüştür damgalı... inci gibi dizilmiş birbiri ardına harfler... içeride insanın yazmaya çok vakti oluyor yazdıkça da harfler yazılana daha çok yakışıyor diyordu ilk satırlarda... yıllar önce tanımıştım bu mektubun sahibini... çocuktum ve o da çocuktu en az benim kadar onca yaşına rağmen. Hatta belki de benden fazla... diyordu ki mektupta, biliyorum yıllar oldu görüşmeyeli... hep haberlerini aldım. Çekip gittiğinde bile kızamadım sana. İçinde bambaşka bir şeyler vardı senin. Yapabileceğin çok şey vardı... hala da var... yitirme içindekileri sakın diyordu... büyüt kendin için... mektupsa o dizelerle bitiyordu: “ağzımın kıyısında yara gibisin... azıcık gülsem kan, gülmesem koca bir hüzün..” kırmızı kalemle yazmak isterdim ama, siyahtan başkasına izin yok diyordu o adam... Kırmızı çok yakışıyor bu şiire diyordu... saatlerce ağlamıştım okuduktan sonra, kaç kere okudum bilmiyorum... şiir serin bir bardak su gibiydi, bol anasonlu bir gecenin sabahında gelen.. günlerce dilimde bu şiir gezindim Mersin sokaklarında... bir kağıda yazdım en özenli harflerimle ve inadına kırmızı kalemle, üstümde gezdirdim aylarca... oysa kırmızıya tutkumu çok olmuştu yitireli... çok kısa bir zaman sonra doğaldır ki bir kadın girdi hayatıma, mesajlar yolladım içinde sevda sözcükleri geçen.. ama konduramadım bu şiiri... kısa bir vakit sonra da gitti geldiği kadar aniden... sonra da diğerleri... başka başka kadınlar geldiler sırasıyla... nedense içim almadı hiç bir mesaja bu şiiri eklemeye... elbette yaraladılar beni, hem de hiç umursamadan... o kadar ki yaralarımın farkına bile varmadılar. Geldiler ve bir sürü iz bırakarak gittiler... o kırmızı harflerle bir kağıda geçirdiğim şiir kütüphanemin rafında kaldı bir zaman .. sonra da ortadan kayboldu... 2 sene önce mersin’i temelli terketmişken kadınlarım gibi, bir kitabın arasından çıktı o kıpkırmızı kağıt parçası... öylece kalakaldım elimde o kitapla... elimi süremedim o kağıt parçasına... mektubu da bu dizeleri de unutmuştum... hatırladım... 5 yıl geçmişti o mektubun ve o şiirin gelişinin üstünden... ne kadar ayakta, öylece kalakalmıştım bilmiyorum.. uyuyamadım o gece...sabahı zor ettim. sabahın alacasında elimde küçük bir çanta ayrıldım ankara’dan hiç bilmediğim bir kente gidebilmek için... Gittim de... Artık üstümde taşımıyorum o dizeleri.. Uzak bir kentte, bir mezar taşının dibinde gömülü şimdi... yani ait olduğu yerde... yani olması gereken yerde... hiçbir zaman bir kadına yakıştıramadım ben o dizeleri korkağım.. neden ben diye sorma bana. Ben de bilmiyorum inan.. içim öyle istedi ilk kez, planlamadım.. içimden geldi yazdım... “ağzımın kıyısında yara gibisin... azıcık gülsem kan, gülmesem koca bir hüzün..” az sorgulamadım oysa kendimi neden sen diye.. bin yıllık türkülerde seni nasıl bulduğumu az merak etmedim. Birbiri ardına bu kadar zahmetsizce dizilen cümlelerimden az şüphe etmedim bir yanılsama mı bu diye? Bana bu cümleleri yazdıran ne diye az düşünmedim... kendiliğinden oldu her şey... “her şey birden bire...” ama güzel oldu... hala zaman zaman soruyorum kendime bir yanılsama bir düş mü bu diye.. yazdıkça anlıyorum ki düşte değilim... düşlerim yok ki benim peşlerinden koşayım bütün derdim kelimelerle benim. Ve her şey kelimelerim kadar gerçek... sen kadar, en az ben kadar...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zafer AKKAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |