Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Uykulu gözlerle dışarıya fırladım. Herzamanki alışkanlıkla dış kapının eşiğini aşınca hemen sola baktım. Gelen bir kaç liseli öğrenci. Sağa dönüp caddeye yürüdüm. Kaldırımı aşıp ortadaki kavşaktan karşı yola geçtim.her zamanki gibi elimde tuttuğum çantamı omzuma astım ve otobüs durağına doğru yol aldım. 3 dakikalık mesafede tamıtamına 6 yoldan karşıya geçtim. Herzaman ki trafik karmaşası içerisinde. Bütün duraklar modern görünüme kavuşturulurken, bu durağa tamamen ters bir geri dönüşle 2.ve 3. klasik 4 demir profil ve üzeri saçla kaplı bu tavan duraklar kondurulmuştu. Sanırım belediyenin hiç iplemediği bir duraktı. Durağın içerisinde beklemeye başladım. Beynim hiç bir şeyi kaldıramayaraktan uykusuzluk oyunu oynuyordu. Gözler bu sıradanlığa öylesine aşina olmuştu ki artık bir umursamazlıkla yol gözlüyordu, otobüsün geleceği istikametten yana. Durakta her zaman ki aşina yüzler. Hiç bir konuşmanın geçmediği sukünetin hakim olduğu aynı yaşanmışlık ruhsuzluğu. Arkamı döndüğümde afalladım. Durağın sacdan yapılmış arka duvarında fotokobiyle çoğaltılmış bir ilan...... “Ruhumu kaybettim. Bulanlarının insaniyetsizlik namına sahibi bedene aşağıdaki telefonla ulaşmaları rica olunur.. Aşağıda fotografi bulunan ruhumu uzun süredir kaybetmiş bulunmaktayım. Sahibi olan bedene ihanet ederek kendini özgür kılan ruhum, bu bedenin sana ihtiyacı vardır. Lütfen geri dön, seni çok özledik. Artık senin bir dediğini iki etmiyeceğiz.” .......... Yazının aşağısında kocaman bir kare. İçerisi ise bomboş. Karenin altında ise. “Ruhum: farazi bir zaman dilimi içerisinde kaybolmuştur. Başına bir hal gelmesinden korkmaktayız.” Yorgun gözlerim birden canlandı, kendini bırakmış bir şekilde devinen vücudum, birden silkinip kendine geldi. Beynim işlerlik kazandı ve kendini sorular la sorgulamaya başladı... -Imkansız, böyle birşey olabilir mi? Bir ruh kaybolabilir mi? Beden onsuz nekadar yaşayabilir ki? Insanlar bu ilana neden kayıtsız kalabiliryorlar ki? Görmüyorlar gülüm, görmüyorlar. Yoksa, yoksa körler mi? evet evet!... Ve daha nice sorularla kendimi bir yoğunluğun içine çekmeye başladım. Kafam bir sağ tarafa dönüp otobüsün geldiği yöne bakıp tekrar ilana dönüyordu. Evet otobüs geldi. Ama benim gözlerim ilandaki karenin içerisinde kaldı. Ruhun eşkalini görmeye çalışıyorum. Ama bir şey göremiyordum. Koşarak otobüse atladım. Otobüs hareket ettiğinde ben halen dışarıya bakıyordum. Gözlerim ilana takılı kaldı. Uzaklaştıkça ufukta bir nokta olarak kaldı ve kayboldu. Gözlerimi kapadım, kare gözlerimin önünde kalın bir kontür olarak durmaktaydı, ama halen içerisi boştu. Bembeyaz, süliyetsiz bir şekilde durmaktaydı..... Öylesine dalmıştım ki yolculardan birinin dürtmesiyle kendime geldim. Şöför bana bağırıyordu. Hop birader! şu kapının önünden çık. Kapı açılıp düşeceksin. Ne o öyle bir şeyini kaybetmiş gibi karakara düşünüyorsun... Evet evet bir şeyini kaybetmiş gibi, mesela ruhunu kaybetmiş gibi. Bedenimi boşlukta sürükliye sürükliye boş bir koltuğa oturdum. Oturduğum an kendimi öylesine ağır hissettim ki 63 kiloluk bedenim iki katı ağırlığa büründü. Birden aynaya bakma isteği duydum. Şu bedeni, ağır vücudu , gözlerimin içindeki yogunluğu görmek istedim. Otobüs ikinci durakta durduğunda ön kapıya gözlerim yoğunlaştı. Kalkıp hemen inmek ve gerisin geriye koşup eve varıp aynaya bakmak isteği doğdu. Evet evet kalkmalıydım. Ve hemen kaltım ayağa. Tam o sırada bir kadın kolumdan tuttu. - Sağol evladım. Zahmet etmeseydin, ben alıştım ayakta gitmeye. Diyerek benim boşaltığım koltuğa oturdu. Söförün arkasındaki tekli koltuklardan ilkindeydim. Ve benim kalkmamı teyze yer verme şeklinde algılamıştı. Otobüsün kapıları kapandı ve hareket etti. Benim inme girişimim böylece gerçekleşmemiş oldu. Bende ayakta tutunarak çantamı omuzuma attım. Yaşlı teyzeye baktım. Ona bakınca birden anam aklıma girdi. Kadın omuzuna büyük bir yük alaraktan 20 yıl boyunca çalışmıştı, çocuklarına bakmak için. Onun yaşadıkları gözlerimin önünde bir filim şeridi gibi geçmeye başladı, kocaman bir ah çekmeyle. Evet bu kadınla neredeyse hergün otobüste karşılaşıyorduk. Yüzündeki eziklik ve anlam ifadesi anamı anımsatıyordu. Yaşamın içinde bir yerlere yetişmenin zorunluluğu var idi. Saçlarında, ön kısmını açık bırakacak bir şekilde örtülmüş bir başörtüsü vardı. Önde aklaşmış uzun ince telli saçları gözüküyordu. Üzerinde kalın örgülerle dikilmiş bir hırka vardı. Eski eteğinin altında romatizmalarının azmasına karşı kendi ördüğü kalın açık mavi bir tozluk (tayt) vardı. Ayaklarında topuk kırılarak terlik şekline getirilen bir ayakkabı vardı... Kafasını kaldırdı ve tam gözlerimin içine baktı, bir kaç dakika sonra cama dönerek dışarıya bakmaya başladı. -Görüyormusun evladım, kocaman kayıp bir şehir. Ama herşey kayıp. Kaybolan birşey kendini bulmayı istiyebilir mi? Hayır, tabiki hayır evladım.. Çünkü yok burada değiller, başı boşluluk içinde sürükleniyorlar. Insanlar taşı toprağı altın denen bu şehirde taşlaşmışlar be kuzum, toprak taş ve taş beton olmuş. Bir şey eksik evladım, bir şeyler gibi. Herkes biryerlere gidiyorlar ama nereye. Yaylaya gitmeye benzemiyor bunlar. Bunlar çukurun içinde ki yükseltiler bunlar. Şekerleri, tatları, tuzları yok bunların. Haa şunu,şu şu kısa olanı gördün mü? O ölü, yürüyen bir ölü. Yok yok içi boş bir yürüyen taş yığını. Kaybolmuş bir kentin, kaybolmuş bir bedenleri. Bu kaybolmuş kentin kazınıp bulunmaya ihtiyacı var. Ne o öyle gidip Hasan Keyf, alaca höyük gibi yerlerle uğraşıyorlar. Yürüyen bedenlerin var olduğu bu kayıp kenti araştırsınlar ya. Şu okullular, ünivertemi nedir işte aha onlar. Gelin asıl hazine burada. Asıl aranması gereken şeyi, yani ruhu unutaraktan kazıyın buraları. Bedenleri deşin, kalpleri çıkarın, gözleri oyun. Ama burayı kazın.... Daha sonra camdan yüzünü bana dönerek, tekrar gözlerimin içine baktı. -Sende kaybettin değil mi? Solgun gözüküyorsun. O ilanları gördün dimi? Evet evet görmüşsün. Peki resmi görebildin mi? Sanki beklediğim soruyla karşılaşmış gibi birden yanıt verdim. - Hayır. Görmedim. Herhalde resmi koymayı unutmuşlardır. diye yanıtladım. Kadında bana ; -Görürsün, görürsün. Sadece kendin olma gerçeğini unutma. Sen ben değilsin, hiçbir zamanda başkası olma. O karenin içindeki resmi gördün, zamana bırak ve gerçekten görmek istediğini kendine kabul ettir. Bir çocuk misali, bir deli misali, bir su misali, bir kan misali açıl açılabildiğin kadar, yayılabildiğin kadar geniş ol. Tüy misali bedenini hafiflet, kuş misali kanat çırp ki kendinden gidenle birlikte yolculuk edebilesin. Evladım dik dur, alçak değil, alçak gönüllü ol. Soğuk değil, serin ol. Kaybedilen Ruhu ancak böyle bulabilirsin. Taşın altına, gölün dibine, bulutun üstüne, çocuğun yüreğine, doğrunun arkasına, özgürlüğün önüne bak ki Ruhunu bulabilesin. O ilanı ancak düşünmeyi bilenler, ruhunun kayıp olduğunun farkına varabilenler görebilir. Ara evladım; bir süre sonra kare içindeki resmine göreceksin, kendi ruhunu orada şekillendireceksin... Yaşlı kadın gözlerimin içine bakmayı sürdürüyordu. Sanki otobüste sadece ikimiz vardık. Kimse bizim varlığımızı algılamıyordu. Konuşulan herşey sadece benim etrafımda şekilleniyordu. Ben varla yok arasındaki bu durumdan korkuya kapılmıştım. Söylenenler beni ürpertmişti. Tüylerimin diken diken olduğunu görüyor, hafif bir serinlik hissediyordum yüreğimde. Yaşlı kadın ise çok doğal bir şekilde beni süzüyordu. Sonra gözlerime kenetleniyordu. Göz bebeklerimden beynimin en derin noktalarına kadar süzülüyordu. Uzun süre bakıştık ve sonra bir tek cümleyle konuşmasını noktaladı. - sen! evladım, çok farklı bir insansın. Anlaşılmamak seni yormasın, buna izin verme. Çoook farklısın... Anlaşılmamak kelimesi kalbimin en derin yerine yuvarlanıp bir yere takılıp kaldı. Gözlerimi kapayıp tutunduğum demiri sıkıca kavradım. Beynim kendini zorluyor ve de kendine bir yol bulmaya çalışıyordu. “Ruhum kaybolmuştur.”cümlesi beni nerelere getirmişti. Bir den yaşlı kadına “peki sen ruhunu bulabildin mi?”sorusunu sordum. Kendimden cesaret bularaktan hafif kısık sesle tekrar yineledim. Sen ruhunu bulabildin mi? Birinin beni dürmesiyle kendime geldim. Anlaşılan uzun süredir, gözlerim kapalı bir şekilde dalmışım... Önümdeki bayan bana seslenip duruyordu. -Pardon bayım; bir şey mi dediniz? Gözleriniz kapalı sayıklayıp duruyorsunuz. Yorgunsanız oturabilirsiniz. Evet yaşlı kadın yoktu, onun yerinde genç bir bayan vardı. Ve ben gözleri kapalı sorular sorup duruyordum. Yoksa ben hayal mi görüyordum. Bütün o konuşulanlar bir rüyaymıydı. Evet evet ben sayıklıyordum. Yoksa delirdim mi? Bana böyle bir şey hiç olmazdı. Deli olmayı istiye istiye gerçekten delirdim mi? Kafamdan bunlar geçerken önümdeki bayan benim suratıma bakıyordu. -Çok afedersin! Biraz dalmışımda. Özür dilerim. umarım yanlış bir şeyler söylememişimdir. -Hayır, sadece ruhunu buldun mu gibi bir şeyler sayıklayıp duruyordunuz. -Peki az önce sizin oturduğunuz bu koltukta yaşlı bir kadın yok muydu? - vardı. Az önce size yer verdiğiniz için teşekkür edip indi. Evet yaşlı kadın otobüsteydi. O zaman ben rüya görmedim ve de delirmedim. Ama neden indiğini ve bana teşekkür ettiğini hatırlamıyorum. Offf! Iyice kafam karıştı. Yaşlı kadın otobüsteydi. Ama konuşulan onca şey aramızda geçmişmiydi, geçmemişmiydi? Bunu bir bile bilsem. O kadar canlı konuşmadıy ki; her kelimesi kafamın içinde dönüp duruyordu. Şimdi bunu insanlara nasıl anlatacağım? Ne diyeceğim? Bir den yaşlı kadının son sözleri aklıma geldi. Son cümleyle kendimi toparladım, rüyada olsa gerçekte olsa doğrulardı bunlar. Gerçekte kayıp ruhlar var. Ve ben ruhların fotografını göre biliyordum artık. Evet yaşlı kadının son sözleri kendimi bulmamı sağlamıştı... “Sen farklısın. Anlaşılmamak seni yormasın. Sen farklısın” Sen farklısın, sen farklısın.............
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © haydar yavuz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |