..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Toplumsal Olaylar > Bülent ÇİFTGÜMÜŞ




27 Aralık 2006
Futbolun Kara Lekesi: Holiganizm  
Bülent ÇİFTGÜMÜŞ
Holiganizm ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde Büyük Britanya’da ortaya çıktı. 1898 yazında “Daily News” gazetesinin, maçlarda kavga çıkartan fanatik gruplara; Londra’da birçok kavgaya karışmış olmasıyla nam salan İrlanda göçmeni, belalı bir ailenin sorunlu bireyi Patrick Holigan’ın adından esinlenerek “holigan çeteleri” demesiyle futbol tarihinde şiddet eğilimi yoğun sosyolojik bir olgunun ilk nüveleri atılmış oldu.


:IAHH:
Futbol fanatizmi ve kulüp taraftarlığı bağlamında; küçük taraftar gruplarının hiçbir mantıklı neden olmadan kişilere ve mülkiyete zarar veren davranışlar sergilemesi olarak tanımlanan holiganizm; psikolojik etkenler, özgüven eksikliği, eğitimsizlik, başkalarının haklarına kayıtsızlık ve şiddete olan eğilim gibi sosyolojik olgularla açıklanan bir kavram.
Holiganizm ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde Büyük Britanya’da ortaya çıktı. 1898 yazında “Daily News” gazetesinin, maçlarda kavga çıkartan fanatik gruplara; Londra’da birçok kavgaya karışmış olmasıyla nam salan İrlanda göçmeni, belalı bir ailenin sorunlu bireyi Patrick Holigan’ın adından esinlenerek “holigan çeteleri” demesiyle futbol tarihinde şiddet eğilimi yoğun sosyolojik bir olgunun ilk nüveleri atılmış oldu. İngilizlerle özdeşleşen bu “ünvanı” kazanmak adına Britanyalı futbol fanatikleri adam dövmekten kadınları taciz etmeye ya da cam çerçeve indirmeye kadar pek çok icraatta bulundular. Fakat onları sahneye iten asıl olay, çok uzaklarda, küçük bir adanın etrafında kopan kıyamet oldu.1982’DE İngiltere’nin Arjantin’le yaşadığı Folkland adalar kriziydi. Uzun yıllar sınırları dışında sıcak çatışmaya girmemiş İngiltere’de muhafazakar margareth teatcher iktidarının sergilediği provokatif tutumla birlikte alışılmadık bir milliyetçilik rüzgarı estirildi. Hayatları boyunca Folkland’ın adını bile duymamış ancak kronik ekonomik krizlerle epey bunalmış mutsuz kitleler, “üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’nun nostaljik görkemini hatırlamaya yönlendirilince İngiltere’de yabancı düşmanlığının da yükseldiği, gergin ve hassas bir süreç yaşandı. Kafalarını kazıtanlar, kollarına kraliyet arması dövdürenler çoğaldı bu dönemde. Sokakta dönüp bakılmayan ve itilmişlik duygusuyla vakit öldüren, sıradan İngiliz erkeği “gururuna sahip çıkma” söylemiyle toplumsal şiddeti körüklemeye başladı. Böylece isyankarlığın yanı sıra güç verici bir aidiyet duygusuna doğru derlenip toparlanan ve hızla örgütlenen holiganizm denklemi de kuruldu: “şiddet dolu erkek egemen bir dil, öfkeyi kusmanın kestirme yolu olan ırkçılık ve ikisinin de kedini en rahat ifade edebileceği zemin olarak; Futbol.
AVRUPADA KULÜPÇÜLÜK ANLAYIŞI
Tarihinde birçok kez mezhep savaşlarına sahne olmuş olan Büyük Britanya’da mezhep merkezli en büyük rekabet Glasgow Celtic ile Glasgow Rangers arasındadır. Protestan mezhebine geçip Büyük Britanya’nın birliğinden yana olanların kurduğu Rangers’a karşı bağımsızlık yanlısı Katolikler Glasgow Celtic’i kurmuşlardır. Rangers 1873 yılında “presbiteryen” (Presbiteryen: İhtiyarlar meclisi tarafından yönetilen Protestan kilise sistemi gençlik kulübü) olarak kurulmuştur. Bu günden birkaç yıl öncesine kadar Rangers’ın bir Katolik oyuncu transfer etmesi bir tartışma konusu bile olamazdı.
İki kulübün taraftarları arasında öyle bir nefret vardır ki olayı birbirlerine el bombası atmaya kadar götürmüşlerdir. Ancak şu anki durum mezhepsel ayrımdan çıkıp tam anlamıyla siyasal anlamda ulusal bağımsızlık sorununa ilişkilendirilmiştir. Rangers İngiltere’yle birlikteliği savunurken Celtic, İskoçya ve İrlanda’nın bağımsızlığından yanadır.

Alman sosyolog Max Weber’in gözlemlerine göre, Protestanlarla Katoliklerin birlikte yaşadıkları her yerde, Protestanlar daha zengin oluyordur. Bu gözlemde iki kulüp arasındaki ölümüne rekabetin sadece mezhep ayrılığından değil, ekonomik gelir farklılığından da kaynaklandığını, fakir Katoliklerin zengin Protestanlara ekonomik sıkıntılarının sebebi gözüyle bakmalarını da açıklamaktadır. Aynı durum biraz daha farklı bir biçimde ülkemizde de görülmektedir.
Ayrılıkçı Celtic taraftarları 1994 yılında Old Firm stadında oynanan maçta açlık grevi yapan İRA militanları için şarkılar söylemiş, İRA’yı öven tezahüratlarda bulunmuşlardır aynı gün Warrington’da patlayan bir İRA bombası olaylarla ilgisi olmayan iki çocuğun ölmesine neden olmuştur. Celtic – Rangers örneğinde de gördüğümüz gibi normalde din, siyaset veya ekonomiyle doğrudan alakası olmayan futbol ve futbol kulüpleri geniş halk kitlelerini peşinden koşturmakta, toplumu kaynaştırması gerekirken toplum arasındaki uçurumu daha da keskinleştirmektedir.
Öte yandan İngiltere’de diğer kulüpler arasında da ekonomik sınıf farklarından kaynaklanan rekabetler yaşanmaktadır. Zengin sınıfın takımı Chelsea taraftarları liman ve kömür isçilerinin kurmuş oldukları Liverpool, Derby Country ve Nottingham Forest kulüplerini küçümserler. Liverpool, Derby Country ve Nottingham Forest kulüplerinin taraftarlarıysa işçilikleriyle gurur duyduklarını belirtip, toplumdaki sosyal statülerini yadırgamadıklarını gösterirler. Zaten bir bakıma amaçları da ekonomi, hayat standardı, ve çalışma şartları bazında asla eşit olamayacakları elit tabakanın insanlarıyla futbol sahasında boy ölçüşebilmektir.
İngiliz ırkçıları da Leeds United takımı çevresinde toplanmışlardır. Bu da İngiltere’de ki futbolun siyasal boyutu olarak gözlenebilir.(Bu noktada Leeds değilde başka bir İngiliz takımı Galatasaray’la oynasaydı, Türkiye’deki olaylar büyük ihtimal yaşanmayacaktı)
Kültürel kod olarak etnik milliyetçiliği seçmiş olan kulüplere İspanya’da sıkça rastlanır: Katalan kimliğini bütün dünyaya duyurmak isteyen Barcelona ve Deportivo la Coruna bulunmaktadır. Adı geçen kulüpler için sportif alandaki başarı ikinci plandadır. Önemli olan, taraftarın hep birlikte Katalan birlikteliğini simgeleyen “barca” tezahüratını yapabilmesidir.
Katalan milliyetçiliği öyle bir boyut almıştır ki; Barcelona takımı formasının üstüne reklam logosu almaz giydikleri forma Katalan bayrağı olarak algılanır. (Barcelona ilk kez bu yıl Unicef’e yardım amaçlı reklam aldı) Siyasal yolları tıkanan Katalan milliyetçileri kendilerini kulüpleriyle ifade etmeleri sosyolojik açıdan bir tür deşarj sayılabilir. Eğer böyle bir imkanları olmasa daha sert terör eylemlerine başvurabilme ihtimalinin yüksek olduğu bilinen bir gerçektir (bu haklara sahipken terör yoluna baş vuran kulüp taraftarları da vardır).

Bask kökenliler dışında oyuncuya yer vermeyen Atletic Bilbao daha değişik bir yapıya sahiptir. Eylemci – taraftar olgusu Barcelona ve Deportivo la Corunaya göre farklıdır. Genel görüşleri: “Atletic konuşunca, ETA susar” yönündedir. Bu kulüplere karşı merkeziyetçilerin takımı Real Madrid İspanyadaki futbol kulüplerinin temel taşlarını oluşturmaktadır.

1950’lerden sonra hızla yayılan, futbolu sevimsiz kılan bir virüs olan holiganizmin futbol sahalarına yansıması aslında 2. dünya savaşının Avrupa’daki genç kitlelerde yarattığı ürkek ve tedirgin ruh halinin savaşın bitmesiyle yerini bireysel şiddete açık bir anlayışa bırakmasıyla başladı Futbolun toplumun birçok kesimini etkileyen bir olgu olarak ortaya çıkması da ne garip bir rastlantıdır ki aynı döneme denk gelir.

Ekonomik açıdan büyük bir rant haline gelerek virüs hızıyla yayılan ve şiddeti körükleyen bu sosyal hareketliliğin bir şekilde önüne geçilmesi gerekir mi sorusu ön planda.

Avrupa futbolunun patronu olan UEFA’nın yaptığı araştırmalar, aralarında Türkiye’nin de adının geçtiği pek çok ülkenin risk grubunda olduğunu gösteriyor. Bu ülkeler eğitimsizlik, işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik vb. gibi bir çok sosyo-ekonomik faktörden kaynaklanan sorunlar nedeniyle birer holigan fabrikası olmaya aday gösteriliyor. Ciddi kanıtlarla desteklenen bu iddianın üstüne bir de milyonlarca dolarlık futbol endüstrisinin “iştah kabartan” rantından pay almaya çalışan medyanın sinirleri germesi ve başarısızlığın faturasını kendi üzerlerinden atmak için sağa sola ateş püsküren kulüp yöneticileri de eklenince holiganizm gerçeği gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hale bürünüyor.

TÜRKİYE’NİN HOLİGANLARI
Ülkemizdeki durum, Avrupa’dakinden biraz daha farklı gelişmiştir. Bizde takımlar arası rekabet etnik ya da siyasal kökene dayanmaz. Sözgelimi Abdülhamit’in istibdat döneminde kurulan ve bununla beraber semtinin özelliklerini de bünyesinde barındıran Beşiktaş, birey olmanın kendilerine veremediği güven duygusunu kendileriyle özdeşleştirdikleri büyük bir çatı altında arayan ve bulanların kulübü olmuştur.

Şimdinin Galatasaray Lisesi, devrin Mekteb-i Sultani’sinin geleneği doğrultusunda kurulan Galatasaray kulübü her daim seçkincilerin kalesi olmuştur. Zaten Osmanlıya bunca vezir, sefir, şeyhülislam, kaptan-ı derya; cumhuriyete hariciyeci ve yüksek bürokrat yetiştirmiş olan bir okuldan da başka türlü bir davranış beklenemez. Bu da devlet yönetmiş bir okuldan çıkıp ta onun çevresinde olgunlaşmış bir kulübün yöneticisi ve yandaşının topluma soylu bir temelden geliyor olmanın verdiği özgüvenle tepeden bakışıdır.
Fenerbahçe’nin kurulusunu incelerken de tıpkı Beşiktaş’ta olduğu gibi semtini göz önünde bulundurmak gerekir. Yerli burjuvazinin merkezi olan Kadıköy ile hemen yanı başında hızla fakirleşen ve gecekondulaşan Üsküdar’ın bir çeşit sentezi olan Fenerbahçe, kurulusundan itibaren yönetiminde zenginliği ve parayı, tribününde ise Anadoluluğu temsil eden bir yapıya sahip olmuştur.

Büyük şehirlerde durum böyleyken sanayileşme ve sermaye birikiminde geride kalan Anadolu şehirleri İstanbul takımlarıyla rekabet edemiyordu. 1960'lara kadar şehirlerde küçük kulüpçükler vardı. Sonra bunlar birleşip Şehirspor, Kasabaspor vb. kurup güçlerini birleştirdiler. Her ilin sanayide devletçilikten kalma Demirspor, PTT, İdman Yurdu, İdman Ocağı, Sümerspor, Milli Mensucat takımları vardı.
İstanbul piyasası doyunca Anadolu'ya sermaye akışı kaçınılmazdı. Oradaki sermaye de yerel yatırımlara yöneldi. Ancak belli bir süre sonra İstanbul'la aralarında dengesiz de olsa bir rekabet başladı. İstanbul ile Anadolu arasında ki bu rekabet komşu iller arsında da gözlemlendi. 2. ve 3. lig kurulunca kent takımlarının oluşmasıyla futbola heyecan geldi. Ancak kızışan rekabet yerel şovenliğe döndüğünde kent savaşlarına mahal verdiğini görüyoruz. Bunun en temel örneklerinden biri meşhur Kayseri-Sivas maçıdır. Burada Sünnilik-Alevilik boyutu kadar devlet yatırımlarından pay kapma gibi ekonomik bir boyut ta vardı. Diğer bir rekabet konusu da hangi birimin önce ilçe ya da il olacağı konusunda yaşanıyordu. Bu konu da spor müsabakalarında kendini gösteriyordu.

Futbol Türkiye’de pek çok toplumsal dinamikten çok daha güçlü bir duruma erişmiş durumda. Siyasal alanda yıllardır sağ-sol diye süregelen taraftarlık olgusu futbolda da fener- cim bom kavgasına dönüşmüştü. 1960’lı ve 1970’li yıllardaki siyasal içerikli taraftar kavgalarının yerini 1980 sonrasında çok daha farklı çatışmalar ve kavgalar almıştı. Son dönemde elde edilen başarılar ülke içindeki takımlar arasındaki rekabeti arttırdı. Bu durumda, gelmeyen şampiyonluklar ve başarılar taraftarda büyük bir gerilim ve stres yaratmaya başladı. Bu duruma bir de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunlar eklenince ortaya ilginç bir vaka olarak futbol ve tribün anarşisi ortaya çıktı. Arkadaşlar arasında eskiden derbi maçlarının ardından yenilen takım ile ilgili yapılan espriler de boyut değiştirerek kitleselleşti. İnternette kurulan taraftar siteleri ve mail zincirleri taraftarların birbirlerine küfür ve tehdit yağdırdıkları alanlara dönüştü. Televizyonlardaki spor programlarında kulüp yöneticilerinin tahrik edici konuşmaları, stadyumlarda küfür ederek topluca deşarj olan insanlar safların daha da keskinleşmesine neden oldu. Son zamanlarda derbi maçlarının ardından çıkan olaylar nedeniyle yapılan fair play çağrıları ve ‘tribünde şiddet’ konulu sempozyumlar sayılmazsa kayda değer bir çalışma da yoktur. Türkiye’de holiganizmin ilk uluslar arası kurbanları Galatasaray- Leeds United maçı öncesi öldürülen iki İngiliz taraftarıdır. Ayrıca Türk futbolunda acı bir tarih olan 19672de Kayserispor-Sivasspor maçında tribünlerdeki taşkınlıklar nedeniyle yaşamlarını yitiren 40 kişi de unutulmamalıdır.

HOLİGANI TANIMAK
Tipik bir holigan tuttuğu takımı simgeleyen renklere boyanmış halde tribünde yerini alır. Adeta bir sara hastası gibi izler maçı. Oyunu görmez bile. Onun asıl derdi rakip takım taraftarlarının bulunduğu tribünlerdir. Orayı adeta bir savaş alanı olarak görür. Rakip takım taraftarlarının varlığı bile onun için kabul edilemezdir. Hiçbir zaman yalnız değildir. Vurucu kırıcı her türlü teçhizata sahiptir. Tuttuğu takıma her koşulda bağlı olduğunu haykıran bir holigan için asıl önemli olan rakip taraftarlarla kavga etmek ve etrafı kırıp dökmektir. Sıradan bir holiganın en ürkütücü yanı ise, bir maçın kazanılması için her yolu meşru görebilmesidir.

SOSYOLOJİK BOYUT
Seyirci ile taraftar arasındaki ayrımı da iyi yapmak gerekmektedir. Seyirci seyir etmek amacıyla müsabakaya gelen kimsedir. İyi bir filme ya da tiyatro oyununa gitmekle maça gitmek onun için aynı şeydir. Ama taraftar için bu durum kabul edilemez bir durumdur. Futboldan sadece görsel bir zevk değil, aynı zamanda psikolojik bir tatmin de bekler. Kendisini takımın bir parçası olarak görür. Taraftar psikolojisi çok farklı bir ruh dünyası yaratmaktadır. Bunun sosyal yaşamdaki bazı başarısızlıklarla da ilgisi vardır. Gündelik hayatta başarısız olan birey, toplum içinde kendisine sağlayamadığı statüyü tribünde bağırarak tesis etmeye çalışır.
Futbol fanatizmi üzerine yapılan araştırmaların bulgularına göre, taraftar taşkınlıklarının; eğitim düzeyi, ekonomik göstergeler, sosyo demografik özellikler vb. gibi faktörlerle bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Liechester Üniversitesinden bir grup araştırmacının 497 kişi ile görüşülerek yaptığı bir araştırmada holiganizmi yöneliş üzerinde en önemli etkenler: işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik, düşük eğitim düzeyi şeklinde sıralanıyor.
Yine Liechester Üniversitesinden Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyeleri Dunning, murphy ve williams tarafından yapılan araştırmada ise, olgunun sosyolojik boyutu irdelenmiştir.

Araştırmada 1950’lerden günümüze “futbol fanatizmi” diye tanımlanan holiganizmin yükselişinin nedenleri şu şekilde sıralanıyor:
1- İşçi sınıfının “kaba” ve “saygın” diye tanımlanan kesimlerinin hem kendi içinde hem de karşılıklı ilişkilerinde görülen yapısal değişimler.
2- Gençlere yönelik “boş zaman pazarı”nın yükselişi.
3- Genç taraftar gruplarının yurt içi ve yurt dışı maçlarına gitme talep ve imkanlarındaki artış.
4- futbolun yapısal boyutunda ve kulüp – taraftar ilişkilerinde meydana gelen değişiklikler.
5- kitle iletişim araçlarının araçlarının yapı ve işleyişindeki hızlı değişim.
6- Tabloid basının yükselişi.
7- Gençlere yönelik işgücü pazarının gerçek anlamda çöküşü.

Yine aynı bağlamda, Sir Norman Chester Futbol Araştırmaları Merkezi’nin İngiliz holiganizmi üzerine hazırladığı raporda ise futbol fanatizminde şiddeti tetikleyen başlıca unsurlar şöyle sıralanıyor:
1- Gazetelerdeki kışkırtıcı haberler
2- Gazeteci ve Kameramanların tutumu
3- Aşırı alkol kullanımı
4- Tahrik
5- Taraftarları etkileyen bazı politik gruplar
6- Polisin taraftarlara yönelik sert tutumu
7- Bilet satış ve dağıtımının yarattığı sorunlar
8- Statlardaki düzensiz ve eşitsiz yerleşimin yarattığı sorunlar.

Sonuç olarak; Temel amacı toplumu gündelik sıkıntılardan uzaklaştırmak ve sosyalleşmesini tamamlamak olan futbol, insanları birbirlerine düşürmemeli, toplum yapısına zarar verir hale getirmemelidir. Bunu başarmada en önemli görev kulüplerde ve medyadadır. Sağduyulu kulüp yöneticileri ve medya üyelerine bilinçli kamu elemanlarını da ekleyince futbol insanlar arasında bir şiddet gösterisi olmaktan çıkıp sportif bir seyir halini alacaktır.





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Rize'de Şapka İsyanı
Karadeniz Türkülerinde Kadın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Aldat Beni [Şiir]
Yitik Gökkuşağı Mevsimi [Şiir]
Vesvese [Şiir]
. : Düş: . [Şiir]
Yitip Giden [Şiir]
Biçare [Şiir]
Sen Gülünce... [Şiir]
Gitme [Şiir]
Duruluğun Şiiri [Şiir]
Yitik Kent [Şiir]


Bülent ÇİFTGÜMÜŞ kimdir?

_____:)______:(_______. . . 1977 Rize doğumlu. İlkokulu ve Liseyi Rize'de üniversiteyi İzmir'de tamamladı. Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi Mezunu. . .

Etkilendiği Yazarlar:
jean paul sartre...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Bülent ÇİFTGÜMÜŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.