Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
"... fazlasıyla eksik kalırdım." Saçları, gülüşleri, sonu gelmeyen cümleleri, dikkat etmeyenin kaçıracağı ince kinayelerle beslenen sataşmaları, dinledikleri, yedikleri, yemedikleri, inatları ve dahasıyla benzerlerdi birbirlerine. Hayatlarının bir aralığında girip başka bir tanesinde çıkıp giden bir kız şöyle demişti tam olarak ne zaman olduğu unutulmuş bir zamanda "Sizi birbirinize karıştırıyorum çoğu zaman. Simalarınız, sesleriniz, duruşlarınızdan dolayı değil; ruhen, tinsel bir yoğrulmadan dolayı birbirinize karışmış sizin birer parçanız. Kendinizden bir kısmı diğerine devretmişsiniz, bizzat taşımaya üşendiğinizden...". O kız çekip gitmiş ama söylediklerindeki gerçeklik payını beraberinde alıp götürmemişti, sırf üşengeçlikten. Ne kadar benzeseler de şu anda biri baksa onları kolaylıkla birbirinden ayırt edebilirdi ve bunun sebebi genç adamlardan birinin ayakta dikiliyor, diğerininse bir köşeye atılmış çöp torbasından sadece biraz daha haysiyetli bir şekilde oturuyor olması değildi. Ayakta durana göz atıldığında dikkati çeken tek olumsuzluk arkadaşına dikilmiş olan gözlerindeki keyifsizlikti. Sırtını duvara yaslamıştı çünkü karşı duvara dayalı olan yatağın önündeki arkadaşının odayı arşınlamakta olan hüznü, tıpkı şiddetli rüzgarın yelkenleri aşındırması gibi vücudunu yıpratıyor, direğe bağlı yelken gibi kendine bir destek aramasına sebep oluyordu. Karşısındakinin şu anda hissettiği eksikliğin yerini doldurmak adına hiçbir şey yapamayacağını bilmek kendini aciz hissetmesine neden oluyordu. Yerde oturanınsa ne kadar bakarsanız bakın, olumlu olduğu için dikkat çekecek bir yanı yoktu; Aralık soğuğunda üşüyen ayaklarını ısıtmak amacıyla gri kırçıllı bir battaniyenin altına sokmuş, aynı esnada titremekte olan yüreğini avutmak için ise sol elindeki buruşuk bir kağıt parçasına sımsıkı tutunuyordu. Belki de saatlerdir kıpırdamadan kapalı duran avcunun içini kaplayan ter yüzünden kağıdın üzerinde yer yer dağılmış mürekkep lekeleri görülüyordu. Genç adam, kağıdın üzerine yavaşça yayılan her bir harf ruhuna batıyormuş gibi hissediyor ama kağıdı sarmalayan ısrarlı kavrayışından vazgeçemiyordu. Gözlerinin etrafında ağlamaktan dolayı yer etmiş mavi-mor halkalar vardı, tabiri caizse gözyaşlarından sıkı bir dayak yemiş gibi duruyordu. Donuk bakışlarını karşısındaki duvara sabitlemeye çalışırken yorgunluktan gözleri devriliyordu. Sanki caninin biri gelmiş de bir musluk pompasıyla ruhunu söküp almış gibiydi. Dakikalar sonra, sırtını duvara yaslamış olan genç adam doğrulup diğerine yaklaştı. Belki son iki gündür hüzün bu odada tüm şiddetiyle esiyordu ama artık içersinden geçilebilecek ve seslenilenleri iletecek kadar durulmuştu. Elini oturmakta olan arkadaşına doğru uzattı "Cenk, hadi! Kalk artık!". Kendisine seslenildiğini duyan genç adam başını kaldırıp kimin seslendiğine baktı, gözlerinde ne söylendiğini anlamadığına işaret eden bir ifade vardı. Ardından bakışları kendisine doğru uzatılan ele yöneldi ve sanki gördüğü şey sözcükleri yeni yeni anlamlandırmasına neden olmuş gibi yanıt vermeye çalıştı. İki gündür sayıklamalar haricinde kendi iradesiyle tek bir sözcük bile kurmamış olan dudakları ilk başta zihninin arzularına yanıt veremeyerek yalpaladı, sonra heceler bir fısıltı halinde döküldü ağzından: "Yapamam!". Ayaktakinin eli karşısında oturmakta olanın zayıflığı yüzünden bir öfke nöbetine kapılmışçasına kasıldı. Aslında bu tespit doğruydu, öfkeliydi! Ama bunun sebebinin karşısındakinin zayıflığı olduğunu söylemek sadece bir bahaneden ibaret olurdu. Korkuyordu. Bu adam kendisine o kadar çok, öylesine korkutucu bir yoğunlukla benziyordu ki aynı durumla kendisi yüzleşmek zorunda kalsa orda oturanın kendisi olacağından korkuyordu. Hiddetinin nedeni, için için bunu biliyor olmasıydı. Bilinçaltı bu basit gerçeği kabullenme fikrinden hoşlanmıyor ve kabahati diğerine yüklemeyi tercih ediyordu. Genç adam tarihin başlangıcından beri kendi gerçekleriyle yüzleşmeyi beceremeyen her âdemoğlunun yapmış olduğu şeyi yapmaya karar verdi, diğer adamı gerçeklerle yüzleştirmeye, "Kabul etsene be adam! Kız gitti işte; seni çok sevdiğine, bu zamanda değil de 1001 Gece Masalları’nda olması gerektiğine inandığın o melek aldı başını gitti. Ve ardında sana ne bıraktı? Seni hakkıyla perişan edebilmesi için birbirinden dokunaklı cümlelerle bezenmiş beyaz bir yaprak. Sonra da döndü gitti işte. Ya sen ne yaptın? Bir an olsun uyumadın, tam iki gündür. Tek bir lokma yemeği o zavallı midene reva görmedin, tam iki gündür! Sen isterik bir krizle karşı koyarken sana tek bir bardak su içirebildim, iki günden beri, onun da yarısı sağa sola saçıldı zaten. Şu anda tıbben bir ölü olman gerekir ama sen, talihsiz yüreğinin yeterince ıstırap çekmediği inancında olduğundan, inatla atmaya devam ediyor. Keseğenini kaybetmiş yedi yaşında bir veletten daha acınası bir haldesin...". Bir an durup pişmanlık dolu derin bir nefes aldı, "Cenk, biliyorum acı çekiyorsun ama yeter." elini yeniden diğerine doğru uzattı, "Hadi, kalk artık; düş bitti, gerçek dünyaya dönmen gerek.". Ardından seslendiği adamın başını kaldırıp kendisine baktığını gördü. Bir çift damla yaş iki gündür seleflerinin ardında bıraktığı tuz birikintilerinin arasından kendine yol açarak ilerliyordu. "Anlasana Semih! İşte bu yüzden kalkamam. O gittiğinden değil. Ama onunla birlikteyken neredeyse altı ay boyunca bir düş aleminde yaşadım ben. Açtı kapıyı, aldı beni içeri. Zaman geçti, ben gerçek hayatta neler dönmekte olduğunu unuttum. Derken o ansızın düş alemimden çıkıp gitti, giderken de kapıyı açık bıraktı. Aylardır dışarda birikmiş olan gerçekler birer alacaklı edasıyla üstüme çullanıyor şu anda. Eğer ayağa kalkmaya yeltenirsem tüm o gerçeklerin ağırlığı üzerine bindiğinde irademin beli kırılacak. Ve keçileri kaçıracağım. Beynim gargara yapıyormuş gibi Semih. Sanki içimde bir yerlerde bir kara delik açılmış da tüm umutlarımı, düşlerimi, beklentilerimi açgözlülükle yutuyor. Sanki biri gelmiş kalbimi eğeliyor, ruhumu çitiliyor. Semih, öylesine canım yanıyor ki hiçbir şey hissetmiyorum. Öylesine..." genç adamın sözcükleri günlerdir ıslanmaktan men edilmiş boğazının isyanıyla yarıda kaldı. Ayakta duran arkadaşına doğru uzattığı parmakları titriyordu. "Bir sigara versene...". Diğer gencin suratı kısa bir şaşkınlık ifadesi tarafından ziyaret edildi, "Cenk, delirdin mi oğlum sen, sen sigara içmezsin ki.". Oturanın ince dudaklarında perişan halinin üzerine fotomontajla eklenmiş gibi duran, ironi dolu bir gülümseme belirdi. "İçmem, çünkü zihni uyuşturur. Ama benim zavallı beynim son altı ay boyunca haddini bilmez bir mutluluk tarafından mütemadiyen sarhoş edildiği için şu anda kendisine nüksetmeye davranan gerçeklere bir UFO’dan henüz inmiş bir uzaylıymış gibi tepki veriyor. Ve ben onu bir şekilde yatıştıramazsam muhtemelen dehşete kapılıp kafatasımın içinden kaçıp gidecek.". Sigara kullanan, cebinden bir Marlboro paketi çıkarıp içindeki son üç daldan birini sallayarak paketin ağzına sürdü ve diğerine uzattı. Öteki, yapmakta oldukları şeye alışık olmayan parmakları arasına iğreti bir şekilde yerleşmiş olan sigarayı arkadaşının uzattığı ateşte beceriksizce yaktı. O ilk nefesini çekerken diğeri arkasını dönüp odanın kapısına yöneldi. "Hayrola, onca ahkâm kestikten sonra gidiyor musun şimdi?" dedi yerde oturan hâlâ hayal kırıklığına uğrayabildiğini kanıtlamak istermişçesine bir sesle, ayaklarını battaniyenin altından çıkarıp bağdaş kurarken. "Senin düşüncelerini barındıran o garibim aklın tek bir sigaraya tav olacağını mı sanıyorsun?" diye yanıtladı öteki ardına bakmadan. Ayaklı askılıkta duran pardösüsünü aldı, onu giyerken ayağına bir çift terlik geçirdi. Sokak kapısını çekip çıktı. Çok geçmeden geri döndü. Mutfağa gidip bir çift su bardağı aldı ve hiç konuşmadan gelip diğerinin yanına oturdu. Siyah bir poşetin içinde duran üç şişeden birini çıkarttı, soğuk Tekel votkasını doldurduğu ilk bardağı soluna uzattı, ardından da bir kadeh kendine doldurdu. Hiç konuşmadılar, içtiler. O gece sabaha kadar hiç konuşulmadı, yavaş yavaş da olsa hep içildi. Alkol bağırsağın surlarını aşıp vücudun muhtelif bölgelerini ele geçirirken baş başa verilip sözcükler israf edilmeden dertleşildi. Onun yerine gözyaşları sarf edildi, güzel anılar akla geldikçe zaman zaman ufak gülümsemeler nüksetti simalarına. İnatçı bir zihin ıslah edildi, insanın içinde bir yerlerde tüm umudunu emen bir kara delik yamandı; bedende damıtılan alkol sinsice beyni zayıf düşürdüğünde uzun süredir muhatap olmadığı gerçekler yavaş yavaş enjekte edildi; alkolün etkisiyle sızan umutsuzluk, mutsuzluk ve hüzün yaka paça tutulup dışarı atıldı... Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte en başından beri yerde oturmakta olan genç adamın boğazından bir hıçkırık azat oldu ve delikanlı hâlâ elinde tutmakta olduğu buruşuk kağıdı hışımla odanın köşesinde duran çöp sepetine savurdu. Iskaladı, buruşuk kağıt dolabın ardına doğru yuvarlandı. Eğer bu kadar yorgun ve sarhoş olmasaydı hayatta ıskalamazdı. Her şeye rağmen umursamadan olduğu yerde doğruldu ve kan çanağına dönmüş gözlerini yanındaki dostuna çevirdi. "Teşekkürler" dedi bitkince. "Hoş geldin." dedi diğeri sigarasından son bir nefes çekmeden önce. Külü yanında duran boş votka şişelerinden birine silkerken suratında bir zamanlar birinden emanet olarak alınmış kinayeli bir gülümseme vardı, "Geri döndüğüne sevindim.".
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alp Köklü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |