Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Onu gitmek istediği şehre götürebilecek hızlı, konforlu bir araba arıyordu.Bütün arabalar onundu, istediğinin kapısını açıp içine yerleşip, kontağı çevirip gazlayabilirdi. Kapıları kilitli olanlarda vardı tabi ama adam zaten onları görmüyordu, dolayısıyla bütün arabaların kapıları kendisine açıktı. Gitmek istediği şehre nasıl gidebileceğini bilmiyordu, hemen gidebileceği kadar yakın mıydı, zorlu ve uzun bir yolculuk onu mu bekliyordu bilmiyordu.Sadece oranın nasıl bir şehir olduğunu biliyordu ve şehre ulaşan yola, uzun ve zorlu bir yolculuğu daha çok yakıştırıyordu içinden. Tıpkı kendisine çileler çekip sonra aydınlığa ulaşmayı yakıştırdığı gibi.Yaşadığı kaleden ayrılalı çok olmamıştı, aslında bir çok şey yüzünden hala kalede olduğu bile söylenebilir. Birtanesini gözüne kestirdi, özellikle seçtiğini düşünüyordu ama aslında sadece onu hayallerindeki şehre götürebilecek arabanın o olabileceğini hissetmişti.Arabanın öyle kendi halinde durduğunu ve onunla bu çileli yolculuğa çıkmayı beklediğini düşünüyordu.Öyle ya bu yolculuğa kendi başına çıkamazdı, bir yol arkadaşına, kendisini taşıyacak bir yoldaşa, içinde güvende hissedeceği ve hayalindeki şehirde birlikte olabileceği kendinden başka kendi kadar güvenebileceği bir dayanağa ihtiyacı vardı. Araba kırmızıydı ve aslında sadece kırmızı olması bile davet edildiğini düşünmesi için yeterliydi.Aynı zamanda eğer kırmızıysa tutkuludurda diyordu, tutkuluysa güçlüdür, güçlüyse sarsılmaz, sarsılmazsa beni taşır ne olursa olsun ve birlikte gidebiliriz oraya. Gerçekten ne kadar çok istiyordu orada olmayı. Şehir var olduğu için kaleler vardı, yollar vardı bitmezcesine ve arabalarda varoluyordu böylece. İçindeydi, rahattı... Önce uzun uzun anlattı, yol boyunca karşılarına çıkabilecek her şeyi anlattı aklına geldikçe, sıraya koymadan.Şehri de anlatıyordu, oradayken nasıl da iyi hissedeceğini, hayatını orada yaşamanın nasıl da güçlü ve anlamlı olacağını uzun uzun anlatıyordu bıkmadan... Ne güzeldi anlatmak, cümleleri ilk kez kuruluyormuşcasına taze ve heyecanlıydı. Yolculuğa çıkabilecek kadar güçlendiğini hissedene kadar kuruldu durdu cümleler.Avuçlarının içerisinde titrediğini hissediyordu sıkıca kavradığı direksiyonun, korkma bebeğim dedi gaza basarken korkma... Bakışları yolun bittiği noktaya sabitlenmiş, hiç telaşlanmadan tadını çıkarıyordu henüz başlayan yolculuğun.Neyin içinden geçiyorlardı, neler oluyordu etraflarında hiç bilmiyordu.Yağmur mu yağıyordu, güneş mi vardı umurunda değildi. Sadece biz varız diyordu. Sadece biz, yolculuğumuz ve şehir var. Engeller yoktu artık. Her ayrıntısını seyrediyordu arabanın gözünü yoldan alabildiğince, ne kadar da güzeldi.Yumuşak kıvrımlarıyla sıcacık sarıyordu onu, aynalarında gördüğü yüz tam da kendisiydi hiç olmadığı gibi... Hadi biraz şarkı söyle bana dedi; Güzel günler göreceklerdi, Güneşli günler Motorları maviliklere sürüyorlardı... Maviliklere sürdüler ya günlerce ve gecelerce Günler ve geceler geçtikçe daha da maviydi dünya. Derken bir anlığına gözü ön panelin üzerindeki belli belirsiz çiziğe takıldı, Sorsa mıydı acaba çiziğin hikayesini, içinden bir his sorma diyordu Sorma, sorarsan her şey bitecek Sorsa mıydı, biter miydi gerçekten her şey Sorsa anlatır mıydı hikayesini Anlatsa duyabilecek miydi bilmiyordu. Birdenbire nasılda değişivermişti dünyanın rengi, masmavi değil miydi az önce... Düşünmekten alıkoyamıyordu kendini, demek ki diyordu daha önce de birileri varmış onun için Beni aldığı gibi içine bir başkasını da almış, sadece bana açmamış mıydı kapılarını sonuna kadar Giderek daha sert basıyordu gaza, giderek daha da sertleşiyordu cümleler Bir başkası olduysa başkaları da olmuştur diyordu, bir çokları hem de... Nasıl izin verdin herhangi birinin öylesine seni kullanmasına, bana nasıl bunu yaparsın, hayallerimi nasıl yıkarsın benim? Beni kandırabileceğini mi sandın? Her şeyimle tutundum sana, kalemi yıktım sana koştum.Anlamayacağımı mı sandın? diye bağırmaya başladı. Cevabı var mıydı sorularının? Bahaneler duymaya hiç tahammülü yoktu. Tüm gücüyle frene bastı, yolun aşağısına savruldular gürütüyle Arabanın camları kırılmıştı yuvarlanırken, kırılan camlar adamın kolunu yaralamıştı, kanıyordu... Bir süre kıpırdamadan hareketsiz kaldılar, adamın canı çok yanıyordu.Öyle çok inanmıştım ki şehre birlikte gidebileceğimize, öyle güvenmiştim ki! Allahım al canımı, al... Adam yavaşça doğruldu, ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu.Yola doğru yürümeye çalıştı.Yürüdü, yürüdü, yol yoktu...Arabadan oldukça uzaklaşmış olmalıydı.Nasıl da mutsuzdu, kolundaki yaraya baktı.Arabayı düşündü, o ne durumdaydı acaba? Çok kötü durumda olmalı, ben de çok kötüyüm.Her şey çok güzel olabilirdi oysa, ne güzel başlamıştı yolculuk...İçinde bir şeylerin sızladığını hissediyordu.Bir yanı koşarak arabaya gitmek ve yolculuğa devam etmek bir yanıysa her şeyi bırakıp kalesine geri gitmek istiyordu. Yeniden gidebilir miydi peki kaleye, şehre böylesine yaklaştığını hissederken tutabilir miydi kendini surların arkasında? Adımları kararsız dolanıp durdu.Yeniden denemesi gerektiğine karar verdi sonunda ve koşar adım arabaya doğru gitti.Araba öylece duruyordu kendi kırıklarının ortasında, adam tüm gücüyle doğrultmaya çalıştıysa da başaramadı önce, kapılar da sıkışmıştı.Hadi diyordu, hadi bir kez daha...Korkma bebeğim korkma hadi gidelim.Hep yanında olacağım, bir daha bırakmam seni, bırakamam ki zaten derken açıldı arabanın kapısı...Öyle çok hasar görmüştü ki davetkar bile görünemiyodu İşte yeniden içindeydi yaralar içindeydiler yolculuk devam ediyordu yeniden Ara sıra gülümsüyordu adam, etrafına bakmaya başlamıştı kaçamak bakışlarla Şelalenin içinde bir ağaç gördü Yeterince güçlü olursak üzerimizden şelale bile geçse yaşarız sımsıkı tutunup azıcık toprağa dedi içinden, çocuklar uçurtma uçuruyordu. Ara sıra ağlıyordu yine de, neden bu kadar güçlü olmak zorundayız Neden bu kadar zor diye diye ağlıyordu Küçücük şeylere takılıyordu bakışları bazen, aralık kalan torpidonun içindeki kağıt parçasına mesela Hemen kimin el yazısı bu diyordu, ne zaman yazıldı acaba? Gözyaşları hızla artarken gücü azalıyordu. Yol uzuyordu. Bu kadar çok savaşa değer mi diye düşünmekten kendini alamıyordu, doğru olsaydı bu kadar zor olur muydu? Demek ki gidilecek yol yok bana, şehir yok işte. Bu kadar zorluk belki de işaret ve ben ısrarla görmezden geliyorum işaretleri Yanlış yolda olduğumu anlamam için daha ne olmasını bekliyorum, ölmeyi mi? Yavaşça yolun kenarında durdu, arabaya zarar vermek istemiyordu bir kez daha. Çok güzel bir arabasın aslında dedi, ama ben artık seninle devam edemeyeceğim yolculuğa Gerçekten çok çabaladım ama şu an bakıyorum da şehir falan yok bu yolculuğun sonunda.Birbirimize daha fazla zarar vermeyelim.Bundan sonra ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyorum.Ama doğru yolda olmaya çalışacağım sonuna kadar.Yalnız olacağımı da biliyorum ama bu benim seçimim.Yalnız başına ölecek olsam da benim için ne kale var bundan sonra ne de şehir. Çok mu zaman geçti bu sözlerin ardından, arada sırada düşündü mü arabayı bilinmez. Hiç özledi mi önemi yok. Araba var mıydı gerçekten? ve yoldaş olur muydu bir arabadan? önemi yok. Hisseder mi arabalar? önemi yok.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ece Yerdeniz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |