Güneşin batmasına yakın, esen lodosla birlikte şımaran dalgalar sahile vurmadan şahlanıyor, sonra sinsice sahile uzanıyor, küçük kızın ayaklarında köpük köpük olup duruluyordu. Küçük kız her dalga gelişinde nefesini tutup sabırsızca o coşkun dalgaların ayaklarında diz çöküşünü çığlıklar atarak karşılıyordu. İleride, banklardan birine iyice kurulmuş dedesi, torunun her çığlık atışında okuduğu gazetenin üstünden tek kaşını kaldırarak kontrol ediyor, sonra tekrar gazetenin satırlarına dalıyordu. Zaman zaman okuduğu satıra sinirlenip elinin tersiyle sayfaya vurup ağzında bir şeyler mırıldanıyordu. Her defasında da kasketini çıkarıp terleyen kafasını mendille siliyordu. Ara sıra başını kaldırıp tepesinde uçan martılara bakıp “Hele bir edin de kafama, bak ben size ne yapıyorum,” deyip etrafına göz gezdiriyordu. Bir yabancı geldiği zaman iyice bir süzüyor, tek tek inceliyor, sakıncalı bir durum olmadığını görünce de gazetesinin satırlarına geri dönüyordu.
Tam bir makaleye iyice dalmışken torunun çığlık atarak yanına gelmesiyle birden irkildi. Telaşla, “Ne oldu kızım? Ayağına bir şey mi oldu?” Kız heyecanlı bir şekilde elindeki kabuğu dedesine göstererek “Bak dede ne buldum.” Dede, kızın elindeki kabuğa bakmadan derin bir nefes aldı ve kaşlarını çatarak “Allah Allah! İyi de kızım niye çığlık atıp yüreğimi ağzıma getirdin?” dedi ve kızın elindeki kabuğa bakıp “Altı üstü basit bir kabuk işte.” diyerek gazetesinin sayfasını çevirdi ve sessizce “Ucuz atlattık. Bir şey olsa annesinin dilinden kurtulamazdım valla!” Kız dedesinin ilgisizliğine sinirlenip kabuğu gazetenin önüne tuttu “Dede baksana , ne kadar değişik bir şey?” Dede hiç kabuğa bakmadan “Evet, çok değişikmiş” dedi, gözlüklerini indirip okuduğu satırı işaret parmağıyla izlemeye devam etti. Küçük kız elindeki kabuğa bakıp hafifçe gülümsedi. Sonra suratını asıp, dedesine yan gözle bakarak kabuğu bankın üzerindeki minik çantasına koydu. Sonra ayaklarındaki kumu temizlemeye başladı. Tam ayakkabısının içine koyduğu çorapları alırken çığlık atarak “dede” diye bağırdı. Dede gazeteden kafasını kaldırıp heyecanla “Yine ne oldu kızım?” deyip alnındaki teri sildi. Küçük kız “Dede baksana kedi yavrusu,” deyip kedinin yanına koştu. Dede gazetenin üstünden “Kızım rahat bıraksana o kediyi, daha yavru, öyle senin gibi canavarların sevilmesine gelmez,” dedi. Küçük kız dedesinin dediklerine aldırmadan kediyi sevmeye başlayınca dede “İyi sev bakalım, seni tırmalayınca yanıma gelip de canım acıyor deme ama!” diyerek küçük kıza arkasını döndü ve gazetesini okumaya devam etti. Kedinin acı miyavlamasını duyunca hemen kıza dönüp “Kızım ne yaptın kediye?” Kızdan hiçbir ses çıkmayınca işaret parmağını sallayarak “Kuyruğunu çektin değil mi? O senin evdeki oyuncaklara benzemez. Kuyruğunu çekince canı acır. Ben senin o iki kuyruğundan çeksem canın acımaz mı?” diyerek kıza sert bir şekilde baktı. Küçük kız yine aldırmadan bu sefer kedinin kulağını çekmeye başlayınca dede yukarı doğru kafasını kaldırıp “Ya sabır, ya sabır!” dedi ve kıza dönüp “Güzel torunum, sen o kediyi bağırtmaya devam edersen annesi gelir. Ve annesi yavrusunu öyle bağırtıyorsun diye üzerine atlayıp, yüzünü tırmalar. Hem bence bunun annesi iri cüsseli bir kedi. Yani sana saldırırsa ben bile seni tırmalamasına engel olamam. Ona göre!” deyip attığı yemin yenmesini bekledi. Küçük kız kediyi bırakıp hışımla dedesinin yanına koştu. “Yalan söylüyorsun,” dedi sinirli bir şekilde. Dede kıza hiç bakmadan “Yalan söylediğime inanıyorsan git sevmeye devam et. Valla kedi tırmaladığı zamanda çok acır. Hele bu kızgın bir kedinin saldırısı ise...bilemiyorum artık. Ama boş ver sen beni dinleme, ben yalan söylüyorum ya!” diyerek yan gözle kıza baktı. Kız korkmuş bir şekilde kediye doğru baktı. Sonra ellerini üzerine silip dedesinin yanına oturdu. Korkulu gözlerle dedesine bakıp “Şimdi de gelir mi?” Dede, küçük kıza dönmeden hafifçe gülümsedi. Sonra kaşlarını çatıp “Bilemiyorum, şu anda kedinin canını acıtmadın. O yüzden gelmeyebilir. Ama bir daha canını acıtırsan kesin gelir. Ona göre” diyerek kıza arkasına dönüp bir oh çekti “Bunlara laf anlatması da ne zor oluyor ya! Ama sonunda başardık” deyip tekrar kaldığı yerden gazeteyi okumaya başladı. Küçük kız korkulu gözlerle etrafına bakınarak ayakkabılarını aldı ve içindeki çorabının tekini alarak giymeye çalıştı. Korkusunu belli etmemek için de bir şarkı mırıldanmaya başladı. Dede, küçük kızın mırıldandığını duyunca içinden “İyiye işaret, bizim hırçın deniz duruluyor yavaşça” dedi. Ama bu durgunluğu bozan alçak sesle söylenen “dede” lafını duyunca derin bir nefes alıp “Bu sefer ne oldu kızım?” dedi kafasını gazeteden kaldırmadan. Sonra sıcaktan iyice ısınmış suyu içmeye başladı. Küçük kız ağlamaklı sesiyle “Annem ölecek mi?” dediği an dede olduğu gibi ağzındaki suyu püskürttü. Ağzını mendille silip şaşkın bir şekilde “Bu ne biçim soru böyle kızım? Bunu da nereden çıkardın?” Kız dedesine hiç bakmadan “ Hastanedeyken, doktorla babamın konuşmalarını duydum. Annem eğer kardeşimi doğurursa...” daha fazla konuşamadan ağlamaya başladı. Dede iyice şaşkın bir şekilde gazetesini yana attı ve ağlayan torunun gözlerini silmeye başladı. “Niye ağlıyorsun ki kızım, ben hiçbir şey anlamadım. Annen niye ölsün ki?” Kız dolu dolu gözlerle dedesine bakıp “O zaman doktor amca niye öyle dedi?” Dede iyice çileden çıkmış bir şekilde “İyi de, ne dedi ki?” Kız dedesinin elinden mendili çekip gözlerini silmeye başladı. Dikkatlice bakan dedesine dönerek “Annem kardeşimi normal doğumla yapamazmış,” sonra derin bir nefes alıp iyice sesini yükselterek “Annemin karnını keseceklermiş!” Dede, kızın sözleri karşısında ilk olarak tepki vermedi. Daha sonra gülümsedi, daha sonra da kahkahayla gülmeye başladı. Küçük kız dedesinin gülmesine sinirlenerek “Duymadın mı beni, annemin karnını keseceklermiş. Ya annem ölürse!” Dede bir an durarak “O babasının kızı. ona hiçbir şey olmaz” deyip tekrar gülmeye başladı. “Karnını kesecekler ha! İlahi kız, çok güldüm yahu! Zamane çocukları deyip dururuz, bunlar hiçbir şey bilmiyorlarmış valla!” diyerek cebinden başka bir mendil çıkardı. Kasketini çıkartıp alnını ve kafasını sildi. Beyaz saçlarını yana yatırıp tekrar kasketini kafasına geçirdi. Sonra torununa dönerek “Güzel kızım, annene hiçbir şey olmayacak. Annen, kardeşini normal yolla değil de başka bir yöntemle dünyaya getirecek. Ama ne annene ne de kardeşine bir şey olacak. Bu şekilde bir sürü anne çocuk doğuruyor.” Gazetesini aldı ve düzeltmeye çalışırken “Hatta şimdi annen...” devam edecekken cep telefonu çaldı. Heyecanlı bir şekilde elleriyle ceplerini yokladı. “Hay Allah! Nereye koydum ben bu şeyi?” diyerek ayağa kalktı. Tekrar ceplerini yoklayarak “Arka cebimde yok, ön ceplerimde de yok, peki nereden geliyor bu telefonun sesi?” Küçük kız telefonu çantasından çıkarak dedesine uzattı. Dede şaşkın bir şekilde “Ben sana mı vermiştim?” Küçük kız kafasını evet anlamında sallayınca içinden söylendi “iyice yaşlandık valla.” Sonra kızın elinden telefonu heyecanla alarak “Pek de ısrarlı çalıyor,” diyerek gözlüklerini aşağıya indirip açma düğmesini bulmaya çalıştı. Gözlüklerinin üzerinden kendisine şaşkın bakan torununa baktı ve telefonu açıp onun yanından uzaklaştı. “Evet oğlum... Çok mu çaldırdın... Hadi ya... Ancak duydum,” dedi uzaktan ona bakan torununa göz kırpıp elini sallayarak. Sonra arkasını torununa dönerek “Hadi gözünüz aydın... Kızım nasıl? Bebek nasıl? Oh oh iyi... Bizimkisi mi? İyi olmasına iyi de biraz korkmuş... Ne bileyim çocuk aklı işte, pire dersin deve anlar... Birazdan yanınıza geliriz... fazla yazmasın ,hadi görüşürüz oğlum” Dede telefonu kapatmaya uğraşırken söylenmeye başladı “Bir iş yapmışlar, bari kolay kapanını yapsalardı ya! Kapanmıyor telefon valla, bozduk herhalde.” Küçük kızın yanına giderek “Kızım şu şeyi kapat bakayım.” Kız telefonu eline alıp bir tuşa basıp kapatınca dedenin yüzü asıldı. “Onu bende yapardım da gözlükler iyi göstermiyor. Zaten bugünlük lazımdı bana, yoksa ne yapayım ben bunu? Ne işime yarar?”Kasketini çıkartıp kafasını kaşıdı “Ben sana bir şey söyleyecektim?” Küçük kız kafası karışık, şaşkın bir şekilde dedesine baktı merakla. Dede başını öne eğdi. Sonra diyeceğini hatırlayıp kızın yanına oturdu. Gülümseyerek “Müjdemi isterim kızım.” Kız şaşkınlıkla “Müjdemi isterim ne demek?” dedi elindeki mendille oynayarak. Dede “Müjdemi istemek, sana güzel bir haberim var, bu haber karşılığında değerli bir şeyini isterim demek. Bu para olur, altın olur..” Kız heyecanla elini çantasına sokup sahilde bulduğu kabuğu dedesine uzattı. Dede kafasını yana eğerek “Ben bunu kastetmemiştim ama neyse...” deyip kızın elinden kabuğu aldı. Elinde evirdi, çevirdi sonra torununa dönerek “Gerçekten de değişik bir şeymiş, nereden buldun bunu?” Kız birden heyecanlanıp banktan kalktı, dedesinin gitme demesine aldırmadan tek ayağı çoraplı merdivenlerden iki basamak inip işaret parmağıyla sahili gösterdi, “şurada ki kayanın arkasında buldum dede.” Sonra tekrar basamaklardan çıkıp dedesinin yanına koştu. Dedesinin elinden kabuğu aldı “Bunu babamın aldığı boyalarla boyayacağım. Şurasını kırmızı, şurasını sarı, şurasını da...” lafını bitirmeden dede küçük kızın elinden kabuğu aldı ve kızın yüzüne bakmadan “Yavaş ol bakalım, bu artık benim,” dedi ve yan gözle de kızın tepkisine baktı. Kız birden dedesinin üzerine atlayarak “Hayır o benim, ver onu bana!” Dede kızı kucağına aldığı gibi gıdıklamaya başladı. “Seni haylaz seni, şimdi nasıl kıymete bindi değil mi?” Küçük kız gülmekten bunalmış “Tamam dede, ne olursun gıdıklama artık.” Dede “Söz ver bakalım, bir daha öyle sözünden dönmek, al senin olsun sonra da o benim demek yok. Hem sen onu bana niye vermiştin?” Küçük kız dedesinin elinden kurtulup ellerini beline koyarak “Bana güzel bir şey söyleyecektin.” Dede, hafiften gülümseyerek “Hiçte unutmuyorsun bakıyorum da, ama söyleyeceğim güzel haber için bu kabuk yeterli değil.” Küçük kıza sol yanağını dönüp “Şu yanaktan bir öp bakalım dedeni, ama yalancıktan değil, şöyle kuvvetlice...” Kız kollarını dedesinin boynuna dolayarak kuvvetlice dedesini öptü. Dede “Kız dur, vur dedik öldürdün, boğacaksın beni!” deyip derin bir nefes aldı. Sinsice gülümseyen küçük kızla burun buruna gelip “Hadi şu yanağımı da öp de küsmesin,” der demez küçük kız yine kollarını dedesinin boynuna götürecekken “Yok orası narin, azıcık öp” dedi. Küçük kız dedesini öptükten sonra “Hadi dede, yetmez mi bu kadar?” Dede kıza bakmadan “Aslında yetmez ama,” sonra kıza dönüp “Hadi sen yabancı değilsin. Şimdi kucaktan inde şuraya otur bakalım.” Küçük kız hemen banka oturup dikkatlice dedesine baktı. Dede derin bir nefes alıp “Güzel kızım, az önce ne konuşuyorduk seninle. Hani annenin doğum yapma işini...” der demez kız hemen suratını asıp ağlayacak gibi oldu. Dede kızı öyle görünce mendilini ensesine götürüp hafiften “Ya nasıl söylenir böyle şeyler bilmem ki!” tekrar derin bir nefes alıp “Yani şöyle kızım, şimdi annen hastanede ama iyi, yani..” devamını getiremeden torunu ağlamaya başladı. Dedenin eli ayağına dolaştı. Küçük kızın gözlerini silerken “Ağlama kızım ya! Annen hastanede ama kardeşinin doğumunu yaptığı için,” dedi. Sonra bir oh çekerek “Ne kadar zor işmiş? Hep de zor işler beni bulur zaten.” Dedesinin dediklerinden sonra kız ağlamayı kesti, bir süre tepkisiz kaldı. Dikkatlice bakan dedesine dönerek “annem iyi değil mi?” dedi. Dede torunun normale döndüğüne sevinerek “Hem annen, hem bebek çok iyiymiş. Anneannen, baban, teyzen , hepsi hastanede. Birazdan biz de oraya gideceğiz. Anneni de bebeği de görebilirsin.” Kız ayağa kalkıp “Kardeşimi de görmeme izin veriler mi?” dedi . Dede işaret parmağını kıza sallayarak “Sen ne numaracı kızsın öyle , önceki gün ne diyordun,” kızın taklidini yaparak “Ben kardeş istemiyorum. Hem ne gerek var bir çocuğa daha. Ben varım ya!” kız başını öne eğerek “ama dede...” dede kızın sözünü keserek “Tamam, annene bir şey olur diye korktun, ama korkulacak bir şey var mıymış?” devam ederek “Hem ne kadar güzel, sana arkadaş geldi. Şimdi ne kadar küçük, ne kadar tatlıdır. Senin o hiç yanından ayırmadığın bebeğin kadar vardır herhalde. Düşünsene küçük haylaz ,büyüdükçe ona her şeyi sen öğreteceksin, onu sen koruyacaksın, onunla oyunlar oynayacaksın.” Kız hiddetle “babamın aldığı yeni boyaları vermem ama.” Dede gülerek “Tamam tamam verme. Hadi bakalım giy şu çorabının tekini de geç kalmayalım. Hava iyice de karardı.” Kız ayakkabılarını giyerken de dede gazetesini düzeltti ve su şişesini alarak ayağa kalktı. Kıza dönerek “Hazır mıyız küçük haylaz?” Küçük kız gülerek kafasını evet anlamında sallayınca, dede kızın elinden tuttu ve yavaşça ilerlemeye başladılar. Dede birden omuzun da bir şey hissetti ve durdu. Kızın elini bırakıp ceketini yana çekiştirerek “Hay Allah! Bir bu eksikti” dedi, sinirli bir şekilde kafasını gökyüzüne kaldırarak “Bunu yapan martıyı bir elime geçirirsem, tüylerini yolmaz mıyım? Ben başıma geleceği biliyorum zaten” Küçük kızın güldüğünü görünce de “Gülme kız, gülecek ne var bunda?” dedi ve mendiliyle ceketini silmeye başladı. Sessizce söylendi, “Şuna bak ya, çocuklara maskara olduk valla!” Dede ceketini sildikten sonra “Hadi kız , düş önüme,” dedi sinirli bir şekilde. Kız koşmaya başlayınca da arkasından bağırmaya başladı, “Dur haylaz koşma, beni bekle... Hiç dinliyor mu beni, başçavuşun eşeği şey yapıyor sanki... Bak nereye gidiyor... Dikkat et köpek var orada... Kız elleme o pis köpeği....