Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Ablam, çiçeklerle bezenmiş balkonumuzdan hiç ayrılmazdı. Hep merak ederdim, sabahtan akşama kadar orada ne yapardı, neye bakardı? Kış gelirdi, pencereye tünerdi, beyaz güvercinler gibi. Ama bir gün uçup gideceği hiç aklıma gelmezdi... Ablamın ilk rahatsızlandığı zamanlar çok küçüktüm. Anneme, "Ablam niye böyle?" diye sorduğumda gözleri dolar, "Geçecek yavrum!" derdi. Ama hiçbir zaman geçmedi. Ablamın rahatsızlığının iyice artmaya başladığı günlerde; annemin ilk zamanlardaki gözyaşlarının yerini, benim bile içimi ürperten öfkelenmeler almıştı. Ablam, gün geçtikçe iyice saldırgan olmuş, hatta evdeki eşyalarla yetinmeyip, bizlere ve eve gelen insanlara bile saldırmaya başlamıştı. Annem artık baş edemiyordu. Babam da akşam eve gelince, ağır ellerinde çırpınan ablamın sessizliğiyle iyiden iyiye çıldırıyor, evi savaş alanına döndürüyordu. Ben ise bebeğimle köşeye çekilip, olan biteni anlamaya çalışıyor, korku içinde ağlıyordum. Ama ablam hiç ağlamıyordu! Böyle bir günün akşamı idi. Annemle babam her olay sonrası yaptıkları gibi çaylarını yudumluyor ve hiç konuşmadan televizyon izliyorlardı. Onların yanında sıkılıyordum. Ama ablamın yanına gitmek de beni korkutuyordu. O'nun, bu durumda olması beni çok üzüyordu. "Keşke bebeğim gibi olsaydı!" diyordum içimden; onu sever, kucağıma alır, saçlarını tarardım. Bütün cesaretimi toplayıp odasının kapısını yavaşça açtım. İçerisi karanlıktı. Sadece pencereden içeri süzülen sokak lambasının ışığıyla aydınlanıyordu. Oradaydı, her zamanki yerinde. Koltuğa sinmiş, camdan dışarı bakıyordu. Sessizce yanına yaklaştım. Benim odada olduğumu fark etmemişti. Yanına oturup "Abla, saçlarını taramama izin verir misin?" dedim. Bana döndü, yüzü ne kadar güzel görünüyordu sokak lambasının ışığıyla ve nasıl da parıldıyordu deniz mavisi gözleri. Ama bakışları ruhsuzdu, umutsuzdu. Bana arkasını döndü, tarağı elime vererek, eliyle başla işareti yaptı. Çok sevinmiştim. Uzun zamandır ilk defa ona bu kadar yakındım. Ama korkuyordum, saçını tararken canını acıtırım diye. Örgülerini yavaşça çözdüm, tıpkı bebeğimde yaptığım gibi. Fırçayla yavaşça taramaya başladım. Çok dikkatli davranıyordum. Ama nasıl olduğunu anlayamadan, birden bana dönünce, canını acıttığımı sanarak kendimi yere attım. "Korkma," dedi gayet sakin bir şekilde. "Beni seviyor musun?" diye sordu. Korkmuştum, kafamı evet anlamında salladım. Gülümsedi, yanıtıma sevinmişti. Eliyle gel dedi. Hemen yerden kalkıp yanına oturdum. Arkasını döndü, "Devam eder misin?" dedi. Tararken ellerim titriyordu. "Sana çok önemli bir şey söyleyeceğim, ama kimse bilmeyecek; bebeğin bile," dedi. (Eskiden ablamın olan, şimdi ise benim siyah saçlı, uzun kirpikli, ağlayan bebeğimdi sözünü ettiği.) "Seviyorum, hem de çok!" dedi. Hiçbir şey anlayamamıştım sözlerinden. "Çok yakışıklı, hayal gibi hem de," deyip kafasını iyice cama yaklaştırdı. Aniden doğrulduğu için fırça saçında kalmıştı. Tam fırçayı almaya çalışıyordum ki yerine oturacağı sırada çarpıştık. Bana döndü, yüzü gerilmişti. "Senin onu görmeni istemiyorum, sakın ha dışarı bakma!" dedi. Gözleriyle beni adeta tehdit ediyordu. İyice korkmuştum. Ağlamaya başladım. Ağladığımı anlayınca iyice dönerek ellerini yüzüme koydu. Başını eğerek, "Niye ağlıyorsun küçük kardeşim, istersen onu sana gösteririm," dedi. Sesi, elleri kadar yumuşaktı. "Şimdi saçlarımı ör," dedi. Gözyaşlarımı silmeden saçlarını örmeye başladım. "Acaba o beni seviyor mu?" dedi sessizce, sonra başını hafifçe oynatarak, "Elbette seviyordur," diye devam etti. Sesi titriyordu, "Bir görsen onu; uzun boylu, esmer ve o kadar yakışıklı ki!" dedi. Anlattığından bir şey anlamıyordum. Kimden söz ediyordu? Bütün gün evden dışarı çıkmayan bir insanın, birisini böyle anlatmasına olanak var mıydı? Ve nasıl oluyor da o kişi ablamı seviyordu? Ablam anlatmaya devam ediyordu; yer yer sinirleniyor, bazen de heyecanlanıp çocuk gibi ellerini çırpıyordu. Bana dönerek, "Onun bıyıkları yok," dedi. Başını yere eğdi, "O, beni hiç dövmez, o beni hep sevecek, koruyacak," dedi. Sesi hüzünlüydü. Ayağa kalktı, "Gel," dedi, "onu sana göstereceğim." Pencereyi açtı, hava soğuktu. Aşağı bakarak eliyle bir yerleri bana göstermeye uğraşıyordu. Ama ben bir şey göremedim. Göstermeye çalıştığı yer tam karşımızdaki büyük giyim mağazasıydı. "Gördün mü?" diye sordu. Korkudan bir şey göremediğimi söyleyemedim. "Nasıl, çok yakışıklı değil mi? Bak bana el salladı!" dedi ve o da el salladı. "Abla hadi içeri gir, hava soğuk hasta olacaksın," dedim. Aniden yakama yapıştı, "Kapat çeneni küçük pislik, görmüyor musun konuşuyorum. Kimse beni ondan ayıramaz!" diye bağırdı. Sesi çok ürkütücüydü. Yakamı bırakıp beni yere itti. Onunla gideceğiz buralardan, bizi hiç kimsenin bulamayacağı yerlere," dedi ve dans etmeye başladı. İyice korkmuştum, yerimden bile kıpırdayamıyordum. "Bıyıklı bile beni bulamaz, beni bir daha dövemez, o beni seviyor, o beni seviyor, ben de onu seviyorum, çünkü o bıyıklı değil!" dediği sırada şarkı söyler gibiydi. Sonra masanın üzerindeki biblolara yöneldi ve koluyla onları yere indirdi. Artık dayanamadım, "Anneee!" diye bağırmaya başladım. Annem ve babam hemen içeri geldiler. Onlar gelince ben kendimi dışarı attım. Ağlamaya başladım. Çok korkmuştum. Babamın küfürleri, annemin haykırışları... Odama girdim ve hemen, üstümdekileri çıkarmadan yatağa yattım. Uyumuşum... Sabahleyin annemin çığlıkları ile uyandım. İçimden yine ablam bir şey yapmıştır deyip gözlerimi tekrar kapattım. Sonra kurulmuş olan saat çalınca yataktan kalkmak zorunda kaldım. Giyinip okula gitmeliydim. Bir süre sonra iyice kendime gelince annemin haykırışlarının normal olmadığını anlayıp hemen salona koştum. Annem dizlerinin üstüne çökmüş, hem ağlıyor hem de küfürler ediyordu. Babam ise sigarasını derin derin çekip, salonda turluyordu. Ne olduğunu merak ediyor ama bir türlü soramıyordum. Sonra ablama kötü bir şey olduğunu sanarak odasına koştum. Odada kimse yoktu. Ablam neredeydi? Dışarıdan gelen gürültüyü merak edip pencereye doğru yürüdüm. Aşağıya doğru baktım. Bir sürü insan toplanmış, büyük bir telaşla koşuşturup duruyorlardı. Az sonra polisler de geldi. Mağaza vitrininin camları kırılmıştı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeşim Şahinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |