Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Her gece karmakarışık rüyama giren özlem acılarım yüreğimi her geçen gün kemirmekte,bu duygu bazen ne kadar işime de gelse beni çok yorgun düşürüyor. Amaaaan! Böyle bir sabah bunalımı işte benimki de.Ama içimde halâ küçük bir umut kıvılcımı var.Bugün günüm diğer günlerden daha parlak geçecek, karamsar olmamalıyım.Bugün güzel ve güneşli bir gün.Gülümsemeliyim! Kendimi belki de aldatıyorum,ben kime karşı yalan söylüyorum? Tabii ki kendime yalan söylüyorum. Mutluluk oyununa başlıyorum,annemle biber kızartmalı bir kahvaltıdan sonra beni daha şık ve genç gösterecek giysiler giyiyorum. İçimde bir yerlerde çok derin sakladığım mutsuzluğum, kararsızlığa düşürüyor beni.Ne giyeceğimi bilemiyorum ki ben,daha nasıl mutlu olayım! Anneme danışmalarım sonucunda yine kot pantolonum ve yeşil bluzuma karar veriyorum.Omzuma da her günkü gibi içinde boy boy defterlerim olan çuvalı andıran çantamı takıyorum. Laf aramızda, o defterlerim yanımda olmadan, kendimi çok eksik hissediyorum.Küçük bir çantam dahi olsa, küçük bir not defteri o eksikliğimi dolduruveriyor. Evden çıkarken annemin sihirli öpücüğünü yanaklarımda saklarken kendim bile sebebini bilemediğim bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma. Düşünüyorum,düşündükçe içimde kıpır kıpır bir heyecan beliriyor. Bu annemin beni karşılıksız sevdiğinden mi,dostlarımın bile bu günlerde vefasız çıkıp da, bir tek annemin yanımda oluşu mu beni bu kadar mutlu etti? -Bu bir sebep mi gülümseme için? Evet sebep, hem de çok iyi bir sebep.Yalnız bir şey daha var ki, o da, kendimi sokaklarda daha özgür ve serseri hissetmem,kendimi tekrar yenilemem,özgüvenimin tatmin olması.Veeee…. Yalnız olmadığımın bilincine varmış olmam. Beni ne kadar hatırlamasa da dostlarım, ben yalnız değilim.Çünkü ben gibi ya da benden daha farklı öykülere sahip insanların olduğunu bilmek,insanları sevmek her şeye rağmen,bir gün kaybedeceğini bilsen bile yalnız olmadığını bilmek beni gülümseten. Tüm bunları zihnimde düşünürken bilinçsizce gülümsüyorum.Sonra bir kadının bana baktığını fark ediyorum.Bu kez ona da gülümsüyorum ve bu kez gözlerim de eşlik ediyor dudaklarıma.Mutluyum şimdi,çünkü yalnız değilim. Yalnız olmadığımı biliyorum. Çünkü o kadın da, bana gözleriyle ve dudaklarıyla gerçekten gülümsüyor. Ben bu kadını belki bir daha görmeyeceğim,bir daha sohbetim de olmayacak,onun en zor zamanlarında yardım da edemeyeceğim ona.Çünkü ikimizde aynı yazarın farklı romanlarında rol almaktayız. Bizimkisi sadece saf ve temiz bir gülümseme,bu kadar içten ve fazla kifayete gerek bile kalmayan çıkarsız bir gülümseme…Son günlerde böyle ilişkiye bile hasret kalmışken bunu bulduğum için,ben halâ ben olduğum için, şükrediyorum Allah’ıma. Dolmuşa bindiğimde, hayatında hep bir yerlere yetişmek zorunda kalan bizler, yine bir zorunluluk için bir araya geliyoruz.Dolu olan koltuklar boşalıyor.Boş olan koltuklar hemen dolduruluyor. Düşünüyorum. Bir insan sevdiğini kaybedince sevdiğin kişinin boşluğu, hemen doldurulabiliyor mu? Keşke olsa,,,,O zaman böyle özlem çekmezdim…. İyi ki de olmamış,belki bu kadar değerini bilemezdim,bir anlamı da kalmazdı belki. . Oh, Allah’ım!Kafam ne kadar karışık! Bir insan ya ister, ya istemez.İlle de objektif olmak zorunda mıyım? Bir durumu ince eleyip sık dokumak için kendimi muallâkta mı bırakmalıyım hep? Bir süre sonra yine düşüncelerimden sıyrıldığım anda yolcuların değişmiş olduğunu görüyorum. Hayatta da böyle değil mi,çok sık yer değiştiriyoruz,fark ediyoruz ya da fark etmiyoruz,biz hayatla ölüm arasında hep bocalıyoruz…. Arkadan bir bayan sesi şoföre sesleniyor: -Müsait bir yerde lütfen! Önümüzde boş duran bir koltuk var ve en az beş üniversite öğrencisi ayakta bekliyor.Elinde Te cetveli olan uzun boylu genç delikanlıyla karşı karşıya, koltuğun hemen yanındayız.O bana bakıyor ,otursun diye;ben de ona bakıyorum otursun diye… Bir süre böyle bocalama geçirdikten sonra dayanamayıp cam kenarına geçiyorum..O da hemen koltuğun ucuna ilişiyor.O kadar çekingen bir yapısı vardı ki, bu genç delikanlının… Gideceğim kampüse ilk defa gidiyordum. Genç delikanlıya: -Eğitim Fakültesi burada değil mi,diye bir soru yönelttim. O da bunu kesin bir evet’le karşıladı. Benim gibi üsturupsuz bir soru sorarsan ve o ânın karmakarışık, şaşkın zihniyetiyle teşekkür de etmezsen, alacağın cevap da böyle olur işte,dedim kendi kendime. Hem yabancıydık,hem de çok yakın gibiydik sanki.İlk defa görüyordum ama sanki yıllar önce tanışıyormuş ve birbirine dargın iki sevgili gibi görünüyorduk. Kampüse henüz daha çok vardı.İlk defa gidiyordum,evimiz şehrin merkezinde olduğundan ara ara içimden kendime ve üniversitenin bulunduğu istikamete kızıyordum. Ben hiç alışık değilim ya,hep de yürürüm.Gerek bile kalmaz dolmuşa binmeme!Bu yüzden bu dolmuşlara gayet yabani kalıyorum,anlayacağınız. Laf işte,üniversitenin ne suçu var? Neymiş!Bu kampüsü neden Allah’ın dağına koyarlarmış,koskoca Uşak’ta başka yer bulamamışlar mıymış! Sana ne koyan koymuş değil mi,elâlemin derdi seni mi gerdi!Sen Allah’ın bir günü gideceksin.Ya öğrenciler,onlar ne yapsın? Bütün bu düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak dikkatimi yola verdim.Biraz sonra, bu düşüncemi bana tekrar hatırlatacak olayın olacağını bilseydim,hiç bakmamayı tercih ederdim.Camı çıkasıca…(Uşaklı gibi konuştum şimdi) Dikkatimi tam yola vermişken beyaz bir otomobil kediyi altına aldı.Yani onu orada ezdi… Bu acı olay karşısında istemdışı bir refleksle “hii” diye bir ses çıkıyor dudaklarımın arasından. Biraz önce kendimi mutlu etmeye çalıştığım,yalnız değilim diye içimde bayramlar yaptığım,alkış seslerim bile birden kesildi.Yerini acı bir ağlayış ve ağıtlar aldı. Çevreme baktım.Herkes bana bakıyordu. Hiç bir şey olmamış gibi, soğukkanlılığımı takınarak yolu izlemeye devam ediyorum.Biraz önce yolda çarpılan kedinin tekrar ezilişi gözümün önünden gitmiyor.Gözlerim doluyor.Kampüse yaklaşırken şaşkınlığım ve o acı anın şokuyla hem gözlerimi silmeye çalışıyorum,hem de titreyen ellerime söz geçirememenin havliyle ayağa kalkmaya hazırlanıyorum. Tüm bunları göreceğim varmış meğerse.Kampüste işimi halledemeden, yalnız birkaç arkadaşımı görmenin memnunluğuyla tekrar dolmuşa biniyorum.Halâ üzerimden atamıyorum. Dolmuş hareket ediyor ,bu sefer gidişimiz daha hızlı sanki.Ama aynı ikili kavşağa geldiğimizde biraz önce ezilen kedinin üzerinden geçtiğimizi anımsamak, ben de aksi tesir yapıyor.İliklerime kadar donuyorum,tüylerim diken diken oluyor bu düşünce karşısında. Dolmuşa binmeseydim,o otomobilin içinde ben olsaydım, karşı kavşakta olsaydım;arabamı durdurur,kedi korkumu bir kenara bırakarak onu tedavi ettirmez miydim hiç! Hiç orada bırakır mıydım o yaralı kediyi,belki de yarasız kediyi? En azından ölmüş dahi olsa, üzerinden geçecek o kadar otomobilin, kamyonun altında bırakır mıydım hiç onu? O beyaz kediyi öylesine yalnız bırakabilir miydim? Sabahtan öğleye kadar geçen vaktimde mutlulukla mutsuzluk,öfke ile serzenişlerim böylesine geçiş yaptı zamanlar arası köprülerde. Eve vardığımda çok yorgundum. Uyuyamadım,uzandım. Kendimi düşündüm,o kediyi düşündüm,zaman zaman onun yerinde olmak istediğimi düşündüm. Ama ben o değildim;o da ben değildi. Hiçbirimiz, birbirimiz yerine koyuluveren taşlar olmadık. Üzgünüm,çok üzgünüm! 04.05.2006 13:03
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şükran Karahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |