Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
Noktalama işareti olsaydım mutlaka üç nokta olurdu adım. Hani, başı belli, sonu bilinmeze açılan. Oysa, bana kalsa, noktalı virgül olmak isterdim; görenin devamını okuyunca anlayacağından emin olacağı, yazanın da zaten anlatmak istediği, bir oluş hikayesi. Ama olamadım işte,… Ya da belki bir ünlem! Bir soru işareti? Bunlar bile üç noktadan iyi seçeneklerdi. Olağanüstü hikayeleri olan insanlara hayatım boyunca imrenerek baktım. Hayallerinin peşi sıra koşabilen, kah düşen, kah ağır adımlarla yola devam eden, ama illa ki hayallerinden vazgeçmeyen insanların hikayelerine. Benim de böyle bir hikayemin olabilmesini çok isterdim. Bunun için de peşinden gitmeyi göze alabileceğim bir hayalin. Bir başka ülke, bir sevda, bir fikir fark etmez. Beni sürükleyecek bir hayal olsun sadece. Ve tabi cesaret, bu hayali gerçekleştirmeyi göze alabilecek, gözü kara bir yürek. Bütün bunlar dolaşırken zihnimde arsız adımlarla; şu ana ve bu yere, çok uzaklarda olmayı düşleyen ruhumu zaptederek, bir günü daha yaşamaktayım. Hayat her an, tekrarlanmayacak bir anı daha tüketiyor. Tüketimden beklediğim faydayı her daim erteleyerek, bir gün gerçekten yaşamayı dileyerek, tüketime yardımcı olduğumu düşünüyorum. Tıpkı sen gibi, o gibi, onlar gibi. Sürüye dahilim işte, herkes gibiyim, normalim, noktalı virgülüm inadına üç noktanın. Çocukken, insan geleceğini düşler, gelecek geldiğinde ise düşlerini özler. Özlemeyen noktalı virgüllerdir, bilirler, kurulmuş bir hayatı yaşamanın en garantilisi olduğunu. Garanti, korkaklığın efendisi, noktalı virgüllerin yaşam iksiri. Ya üç noktalar, serüvenci ruhlarını zaptedenler. İki kimlik arasında bir virgül var sadece, şaşılası, yalın tek hamlelik bir noktalama işareti. Korkaklığın gölgesi, bir tarafa eğilmiş, teslimiyetçi. Yaşamayı çok sevdim, belki de bu yüzden ölümden ölesiye korktum. Korkum efendisine hizmet etti, yaşam boyu garantili adımlar atmaya çalıştım. Benliğim isyan etti, benliğime virgül attım. Tükettim bu güne dek, bir gün yaşama hakkımı kazanacağıma inandım. Şimdi, mahkumun seçimlerimin getirdiklerine, sakatlanmış bedenime sakatlanmış ruhum arkadaş. Ufkum artık en garantilisinden, bir pencere manzarası ile sınırlı. Sağımdan solumdan gelmekte benler, çeşit çeşitler. Kimi kızgın, kimi kaygılı, kimi her şeye rağmen neşeli oluşlarda. Hangisiyim ben? Kimse bilmiyor, şu anda şu odada örselenmiş benliğimle savaştığımı, kendimden geriye kalanları bir torbaya doldurup, pencereden sallandırdım az evvel. Sakatlığıma meydan okuma belki de bir çeşit yaşadığım. Torbanın yere vuruşu ile çıkan ses, boşluğun sesi, uğultulu, anlaşılmaz, boş ama gerçek. Benim için vakit gece yarısı, ben özgürleşme yolundayım bana rağmen. Birazdan, beni sevenler, sevdiğini iddia edenler, sevmeleri gerektiğine inananlar, ellerinde kurgulanmış, öğretilmiş teselli cümleleriyle odama dolacaklar. Onlar için zaman öğlen, her biri bir diğerinden önce gelmeye çalışacaklar, kim geçecek bakalım bu ziyaret saati yarışını. Annem, babam, arkadaşlarım, eşim…. Eşim ! Tuh tuh, vah vah nidaları, geçmiş olsun, Allah beterinden korusun temennileri…. Nasıl oldu anlamadık diyen soru cümleleri. Soruların ardında saklı, ben olsam asla böyle bir çılgınlık yapmazdım diyen kınama bakışları. Öyle saklı ki bakışları, kendileri bile görmüyorlar. Bilmem, ne zaman karar verdim, ne zaman uyguladım, gerçekten bilmiyorum işte. Her şey bir hayalle başladı, hep imrendiğim gibi, olağanüstülüğe açık bir hayal kurdum. Bir sevda hayali, kahramanı masal prensesi. Ben bu hayalle; Ferhat oldum, Kerem oldum, Mecnun oldum. Karşımdaki ise sadece Süreyya. Şirine, Aslıya ve Leylaya duyduğum aşkların hepsini topladım yüreğimde, Süreyya için. Bir öğlen vakti gelmişti iş yerime. 20 yaşın tazeliğinde, sarı saçlarını ensesinde topuz yapmış. Belli ki, ciddi görünmek istiyor. Ama isyankar ruhunun hizmetlisi saç tutamları, oradan buradan baş vermişler umursamazca Süreyya’mı. Nasıl da seviyorum onu, o dakika isyankar saçlarıyla, çekik gözlerini, çilli burnunu, gerginliğini belli eden kıpırdanışlarını. Nasıl da birden seviyorum. Ben yıllardır bu hayale hazırım, Süreyya anlamadı, o artık benim için bir utku, bir fikir, bir ülke, tüm çiçeklerin adları ile seslenmek istiyorum kendisine. Güzel olan her şey Süreyya. Bir saplantı, bir sanrı ama gerçek inadına yine de Süreyya. Bu ilk günden sonra, işyerine gitmek daha anlamlı, soluduğu havayı solumak, bastığı döşemelere basmak, asansör düğmelerine onun da dokunduğunu bilerek dokunmak, onunla yaşamak, o varken var olmak. İçimden ama hep onunla konuşmak, bana sıcacık cevaplar verir, yumuşak sesiyle okşar beni, sesiyle öper, sesiyle avutur. Kendisi bilmez Süreyya. Şarkım olur dinlerim, denizim olur seyrederim. Düşlerimde, Süreyya’ya anlatırım, prensesim olduğunu, güler elini uzatır bana, peri padişahı babasından izin alırız evleniriz, bir sürü denizkızı çocuğumuz olur, develer tellal olur bağırır evlendiğimizi de her çocuğumuzun doğumunu da. Başka bir gün düşümde, onun için ejderhalarla savaşırım, hepsini yener, Süreyya’mı kurtarırım. Bu kez pireler berber olur da damat traşı yaparlar bana. Her şey öyle güzel ki düşlerimde. Artık bir hayalim var ama, cesaret ve yürek henüz benle değil. Gün güne atıyorum korkakça, hayallerimin yıkılmasından korkumdan, Süreyya’ya hiçbir şey söyleyemiyorum. İlk kez o gün tüm cesaretimi yüreğime yükleyip, karşısına çıktım Süreyyamın. İnanmadı, güldü. Anlamadı. Utkumdu, ülkemdi, fikrimdi, hayalimdi, her şeydi, hiçbir şey gibi baktı bana. Süreyya, artık yok. Var mıydı. Bilmiyorum. Sözlüğe bakmıştım bir vakit, Süreyya bir yıldız takımının adıymış, yıldızlar, benim yıldızlarım. Gökyüzünde aradım Süreyyamı, her akşam göz kırptı bana, bakabilsem hala orada olacak belki ama bakamıyorum. Başımda konuşuyorlar, uyuyorum. Doktorlar, bir sürü Latince sözcüğü sıralıyorlar, arada Türkçeler de var. Anlıyorum. Durum umutsuz, ameliyatla düzelme şansı zayıf, diyorlar. Telsiz sesleri duyuyorum, polisler gelmiş olmalı. Onları neden ilgilendirdi ki bir hayalin vakitsiz ölümü. Umursamıyorum. Süreyya yok artık, hayalim yok, ben noktalı virgül oldum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © pervin özbıçakçı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |