Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley |
|
||||||||||
|
-Evet, geldim işte öylesine, ne için geldiğimi bilmeden, tıpkı bu gün, ne için gittiğimi bilmediğim gibi. -Ne olursa olsun, hoş geldin, ne kadar zaman oldu sen gideli? -Bana yüz yıl gibi gelen,ama dönüşümle birlikte dün ayrılmışım gibi kısa hissettiğim on yıl. On yıl mı geçti gerçekten, başımı otobüs camına yasladığım ve buğulanmış cama göz yaşlarımı katıp, ardıma bakamadan, içine hiçbir umut ve hayal dahi koyamadığım bavulumla çıktığım, uğurlayanım olmayan yolculuğa çıkalı? Bir korkak gibi, insanlarımdan, anılarımdan, sevgilerimden kaçalı, on yıl mı oldu? Şu köşeyi dönünce gördüğüm sarı badanalı, iki katlı ev değil mi, çocukluğumun geçtiği. Hani, evimizin önünde uzanan komşu evin tuğla kaplı çatısından bahçemizdeki dut ağacının dallarına yetişip, arkadaşlarımla doyasıya dut yediğimiz yazları yaşadığım ev. Ne güzel bir çocukluktu yaşadığım ve ne kadar uzun süredir anımsamadığım. Anımsadığımda canımın acıyacağından korktuğum, tatlı, neşeli çocukluğum. İşte evin karşısındaki Bakkal İrfan Amca’nın dükkanı, şimdi terzi olmuş. Ama ben, hala o bakkal dükkanını görebiliyorum, hafif küf kokusunu duyabildiğim gibi. Dışarıya açık buzdolabından vitrini, vitrinin ardında peynir tenekelerini. O zamanlar peynirler bakkallarda tenekelerde açık satılırdı, az mı almıştım bu dükkandan kalıp kalıp peynirleri. Ya İrfan Amcanın tezgahının önünde duran, açık gofret kutuları, hala cazip, görüyorum. Para üstü yetmediği zaman, İrfan Amca kredisi ile yediğim gofretlerin tadı hala ağzımda. Üstüne şeker dökülmüş kağıt gibi. İrfan Amcanın dükkanından alışverişe gittiğimde, hep kolladığım; tam karşıya denk düşen sokak kapısı, işte hala orda, ama artık tahtadan değil ve içerden Barış’ın sesi gelmiyor. İlkokula beraber başlamıştık, aynı gün, yan yana iki kapıdan çıkıp, el ele tutuşarak, tek ritmle çarpan kalplerimizin sesinden ölesiye korkarak ve birbirimizden güç alarak okula yürümüştük. Sırada da yan yana durmuş, göz yaşlarımız akmasın diye birbirimizin yüzüne dahi bakmadan, öylece durmuş, kenetlenmiş ellerimizi sıkmıştık sadece, yaşam boyu ayrılmayacak sandığımız ellerimizi. Teneffüste, simit ayran almıştık harçlıklarımızı birleştirerek, nasıl da kıvanç duymuştuk, kendi başımıza becerdiğimiz bu güç işlerden ve nasıl da heyecanla yemiş içmiştik, hayatında ilk kez leziz bir yemeği tadan insanların haz duygusu içinde. İlk heceleri birlikte okumuş, fasulye torbalarımızı birlikte toplamıştık, sınıfta oynanan deve-cüce oyununda hep aynı zamanlarda şaşırmıştık, bütün arkadaşlığımız boyunca hep aynı zamanlarda yanlış yapacağımızı bilmeden. Bir gün, çamurlu suya düşmüştüm, kovalamaca oynarken; gözlerim hemen Barış’ın gözlerini bulmuştu, korkma ve ağlama sakın diyen gözlerini. Korkmuştum, ama söz dinlemiş ve ağlamamış, bana uzattığı elini tutarak doğrulmuştum, çamur içinde kalan önlüğümü, bahçedeki çeşmede ikimizin kumaş mendilleriyle temizlemeye çalışmış ve önlüğü temizleyemediğimiz gibi iki de mendili çamur içinde bırakmıştık. Durumu fark ettiğimizde ne çok gülmüştük, nerdeyse çamura düştüğüme sevinecektik. Arkadaşlığımız boyunca ne çok güldük birlikte ve ne çok ağladık, sonraları ben ne çok ağladım. Bütün okul yaşantımızda hiç ayrılmadık, Barışla. Hep aynı sınıflarda okuduk, aynı hayalleri kurduk, aynı dersleri sevdik, ne iyi anlaşıyorduk. Üniversite sınavı için birlikte hazırlandık, iki-üç sokaktan ibaret yaşantımızı büyük şehirlere taşıyacak olmanın heyecanı ile ne çok çalışmıştık. -Neden gittin ki, hiç birimiz anlayamadık. -Biliyorsun, ikimiz de çocuktuk aslında, ama ben bunu ancak on yılda anlayabildim. -Evet, ama hiç kimse seni suçlamamıştı ki. -Ya ben, benim kendimi ne kadar suçlu bulduğumu kimse düşünmedi mi? -Gidişinden sonra hepimiz anladık, ama biz de geç kalmıştık, seni hiç kimse bulamadı. Ailen kimseyi görmek istemediğini söyledi bizlere. Bulunmayı ne denli istemiştim aslında, birilerinin bana ulaşmasını ve beni tek başıma yaşadığım karabasanlardan çekip çıkartmasını. Ama hiç söyleyemedim. Keşke bulsaydınız bana rağmen beni, bugün gelen ben bile belki hala kayıp bir benlik halindeyim. Bilebiliyor musunuz? Kolayca gidemedim, ne çok göz yaşım saklı yaptığım uzun yolculukta, ne çok soru, ne çok bulunmamış cevaplar saklı. Neden Barış, neden? Tam sınav sonuçlarının açıklandığı ve sevinçle birbirimizi kutladığımız gün, neden bana aşık olduğunu söyledin? Ve neden ben şaşkınlıkla, senin can dostum olduğunu, aramızda böyle bir ilişkinin olamayacağını söyledim, peki neden sen her şeyi bırakmayı seçtin, neden beni bu denli severken, bu denli büyük bir acıya ve suçluluk duygusuna mahkum ettin, ikimiz de çocuktuk; neden yaptın Barış, neden?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © pervin özbıçakçı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |