Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire |
|
||||||||||
|
Böylece sensiz geçirilecek karanlık saatlerin başladığı da ilahi bir resmiyet kazanıyordu. Yine de şirketin oralardan hemen ayrılmamı engelleyen bir şeyler vardı. Senin yürüdüğün yollarda baktığın vitrinlere baktım. Senin belki de birkaç dakika önce karıştığın kalabalıklara karıştım. Sonra, gördüğüm ilk marketten ikizlere iki çikolata alıp, otobüsle doğruca eve geldim. Sorumlu bir dayı gibi kanepe, koltuk, halı demeden boğuştum psikopatlarla. Bütün gün ablamı mahvettikleri yetmiyormuş gibi, benimde hakkımdan geldiler... Arada hem annelerine, hem benim anneme saydırdı durdu ağzı bozuk serseriler. Ama ne ki, bizim eğlenceli çığlıklarımız bile evdeki kasveti bastıramıyordu. Bir süre bulaşık ve televizyonla birbirinden uzak duran taraflar ateşkesi bozup, bu kez ablamın erkek gibi, kısacık kestirdiği saçları üzerinden tutuştular akşam kavgasına. Gereğinden fazla söz söyleniyordu. Gereğinden fazla sesli. Çünkü aldatmak her cümlede gizli özne. Yemeğin tuzunda, eve geç gelmelerin sırrında ve ablamın tüm kadınlığını ikizlere adamasında... Enişteme göre ablam kocasını bir yana bırakıp tüm sevgisini, ilgisini ve zamanını çocuklara sunduğu için, o kadın gözüne çarpmıştı. Ablama göreyse o kadından başkasını gözü görmediği için o kendini ikizlere kapatmıştı. Tüm hikaye buydu. Bütün sözler, bütün cümleler buna açılıyordu. İkizler yalnızca bir mutluluk kaynağı değil kimi zaman bir mazeret kimi zaman bir dert oluyordu. Ne eniştemin çalıştığı galeriye araba almaya gelen eczacı kadının giderken yanında telefon numarasını da götürmesi, nede sık sık ateşlenen ikizlere yardımı dokunacak bir ilaç için eniştemin tez zamanda kapısını aşındırması... Aldatmak kendinden önceki bütün açıklamaları siliyordu. Nasıl olduğu, niye olduğu, nerede olduğu hiç bir cevap, hiçbir gerekçe iyileştiremezdi ki ruhundaki dayak izlerini... Eşlerden biri kendi dünyasının kontrollü coğrafyasından firar edip belki de daha önce hiç varolmadığı bir ortamda lambaları söndürürken, diğeri gündelik işine gömülmüş alışılmışlığın sınırları içinde yaşıyordu, mesela çamaşırları makineden çıkarıyordu... Savunma gücü yoktu. Engelleme hakkı yoktu. Durumu değiştirme şansı yoktu. İkizlerle neşeyle oynamaya devam ediyorduk; iyi kalpli dayıları olduğunun memnuniyetiyle çığlık çığlığa gülüyorlardı. Şakayla yakasından tutup havaya kaldırdım birini. Gözlerinde bana olan güveni ve sevgiyi görüyordum. Bir tokat attım. Canı yanmıştı. Ama onun canını asla yakmayacağıma olan inançla hala gülmeye devam ediyordu. Bir tane daha yapıştırdım, boş boş baktı; tanımaya çalışırcasına. Her zaman onunla oynayan, onu koruyan ve koruması da gereken dayısı olup olmadığını anlamak istercesine. Ellerimi üzerinden çekip boşluğa bıraktım. Aynı anda yüzünde ihanet sancısı belirdi. Dizlerinin üzerine gürültüyle düştü; sesini özgür bırakıp, acıyla ağlamaya başladı. İyice gerileyip karnına bir tekme vurdum. İki üç metre savruldu, kanepenin köşesine çarptı sırtını. Elinden hiç bir şey gelmiyordu. Çaresizce ağlamak, bağırmak, çığlık atmak dışında. Dünyanın en büyük acısı odanın duvarlarında yankılanıyordu. Eğildim, narin suratının ortasına var gücümle bir yumruk attım. Koca yumruğum bütün yüzünü kapladı. Hiç sesi çıkmıyordu artık. Minik burnundan kan fışkırıyordu; sanırım kırılmıştı.. Ayak bileklerini kavradım. Avuçlarımda onlara aldığım gazoz şişeleri gibi kırılgan duruyordu. Doğruca duvara fırlattım. Kafası kornişin hemen altına çarptı. Kocaman bir kan lekesi kaldı duvarda. Kafa üstü zemine duvarın dibine düştü. Vücudundaki bütün kemikler kırılıncaya kadar tekmeledim. Yumrukladım. Ayak topuğumla yüzü dümdüz olana dek ezdim. Savunma gücü yoktu. Engelleme hakkı yoktu. Durumu değiştirme şansı yoktu. Aldatmak, seksen kiloluk bir yetişkinin, üç yaşındaki bir çocuğu bütün gücüyle dövmesine benziyordu. Savunma gücü yoktu. Engelleme hakkı yoktu. Durumu değiştirme şansı yoktu. Çünkü o, o sırada ant içtikleri yaşamın devamı için bir şeyler yapıyordu: Çamaşırları asıyordu! Eminim kime sorsam bir çocuğu böyle öldüresiye pataklamanın vahşilik, hayvanlık, iğrençlik olduğunu söyler. Dahası bildikleri en sunturlu küfürleri sıralar içtenlikle. Ama eminim içlerinden bazıları gözünü kırpmadan aldatır. Yere eğildim, ikizleri kucakladım. Öpücüklere boğdum. O acı dolu sesler bir an kulağımda çınladı da, utançla öyle bir sarıldım ki az kullanılmış dişleriyle kolumdan koca bir parçayı kopardıklarını bile fark etmedim. Ben bu zibidileri değil dövmek, kızmak, incitmek bakmaya bile kıyamam. Tıpkı sana bakmaya kıyamadığım gibi. Umarım anlamışsındır, neyi vaat ettiğimi... Ve senden neden bu kadar çekindiğimi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © TRN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |