İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
Kederli ve efkarlıydı. Hangi yöne baksa izler karşısındaydı. Gün boyunca şehri dolaşmıştı. Sormaya korktuğu sorular beynini acıtıyordu. Belki de bu yüzdendi, dirsekten kopan kolunun acısını hissetmeyişi. Kolunu ip kemeriyle sıkmıştı. ”Fazlaya kalmaz ölürüm” diyordu. Ve ne garip bu ona hiç koymuyordu. Hatta bunun bir umut olarak kalmasından korkuyordu. Evinin bulunduğu mahalleye gitmemeye karar verdi. Etrafta başka kimseciklerin olmayışı orada da bulamayacağını hissettiriyordu. Şimdi en azından gerçekle göz göze gelmemenin verdiği umut gibi -bu sefer istenen- bir şey taşıyordu içinde. Saat öğleden sonra üç olmuştu. Yaz günüydü. Havanın kararmasına daha çok vardı. -Hemen ölsem iyi olurdu dedi. Kolunun acımasından korkuyordu. -Bu sefer daha fazla.- Sahildeki yarısı parçalanmış bankın sağlam tarafına oturdu. Neden sonra bir iki metre ilerde yatan adamı fark etti. Kalkıp çevirdi. Yüzü yoktu. İrkilip sol elini yüzüne götürdü. Biraz ıslaktı ama derisi yerindeydi. Rahatlayıp yerine döndü. Islaklığın sebebini düşünmemeyi yeğledi. Gökyüzü olabildiğine açıktı. Ne kuş ne bulut vardı. Bulutların olmayışı ona iyi geldi. Kuşsuzluk ise; varken fark edilmeyenler yokken neden aranır sorusunu aklına getirdi. Cevabı aramamayı seçti. Sessizliği dinledi. Ağlamak bile saçma geliyordu. Değil mi? Kimse gelip neyin var demeyecekti ki. Ama yine de ağladı. Sırf aklına gelen o akıllara ziyan fikir yüzünden. Ya tek o kaldıysa. Sonra bu durumu arkadaşlarına anlattığını hayal etti. -Tek ben kalmıştım. Ne yapacağımı bilemedim. Sonra gazetecilere demeçler verdiğini canlandırdı ve ağladı. Civarda sağlam kalmış tek bina yoktu. İnsanlar sokaklarda bir o yana bir bu yana savrulmuş, yerlerde yada büyük bir ihtimalle yıkılmış binaların altlarındaydı. -Tüm bunları rüzgar mı yaptı diye hayret etti. Olanları kafasında sıralamaya çalıştı. Sabahın erken saatlerinde evden çıkmıştı. Anneye öpücük ba… -onları anmamaya yemin etti.- Serdar'la buluştu. Sebepsiz bir kavga koptu aralarında. O çay bahçesinden ayrılırken masalara doğru ortak arkadaşları geliyordu. Henüz fazla uzaklaşmamıştı ki kulağının dibine ismini işitti. Serdar ve çocuklar parktan sesleniyorlardı. Sesi bu kadar yakına getiren rüzgardı. Kızgındı, yürümeye devam etti. Şiddetli bir rüzgar onu ittirdi. Toparlanıp yerden kalktı. Parka doğru baktığında çay bahçesini tentesinin metrelerce üstünde dev bir dalga gördü. Dalganın üstü, koyu renkli, birbirinin içine girip çıkan bulutlarla kaplıydı. Sonra rüzgarın onu havaya kaldırıp savurduğunu, rövaşata atan bir futbolcu gibi dönüp havada ters olarak asılı kaldığını hissetti. Sonra bilmediği kadar bir zaman ne gördü ne hissetti. Kendine geldiğinde kuruydu ve şehrin en yaşlı ağacının üzerindeydi. O yükseklikte olup da yıkılmayan tek şey ağaçtı. Üzerinden zorlukla indi. Ve şehri dolaştı. En son sahile döndü. Çay bahçesine gitmeye karar vermişti. Yol boyunca cesetlere basıp basmadığına bile dikkat etmedi. Üzerinde Serdar'ın gömleğinin aynısından gördüğü adamın yanından geçerken aklından bir parça koptuğunu hissetti. Bakmadı, devam etti. Çay bahçesi diye bir şey yoktu artık. Uzun zamandır sahilde olmasına rağmen ilk kez denize doğru baktı. Sakindi deniz. Suçu yokmuş gibi rahvanca sallanıyordu. “Beni teşvik eden rüzgardı, asıl suçlu odur” der gibiydi. Katil zanlısı ise çoktan kaçmıştı. Genç kız yerde gördüğü şey karşısında ilk kez güldü. Yerde birkaç balık vardı. Evet etraf boğulan insanlarla ve yine deniz tarafından terk edilen balıklarla doluydu. -Sen de suçlusun dedi denize. Ayda bir şehrin okullarınca yenilenen resim duvarı yıkılmamıştı. Bayrak ilköğretim okulu öğrencileri başlığı altında dalgalanan bayrak ve uçuşan kuşların resimleri vardı. Yine gökyüzüne baktı. “Tüm kuşları buraya bu resme- hapsetmişler” diye düşündü. Yüreği kin dolu. Eline geçirdiği bir kayayı duvara fırlattı. Duvar bunu bekliyormuşçasına o anda devrildi. Parça parça olmuştu. Genç kız parçaların birisinde tam bir kuş resmi gördü. Alıp göğsüne bastırdı. O sırada yüzünü yalayan rüzgarı fark etti. -Hayır diye çığlık attı. Ne yapacağım ben? Kimse yok. Hadi beni de öldür. Neden ölmedim hala? Koşmaya başladı. Önce resim kuşunu fırlattı havaya. Onun düştüğünü görmeden kendini denize attı. Denizin guruldadığını duymadı. Gökyüzünün kaşlarını çattığını görmedi. Rüzgar yine şahlandırdı suları. Ve su kendine ait olmayanı yine eski bir ağaca bıraktı. Beşiği kendini o kadar tatlı salladı ki tek kalan hiç uyanmadı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ela Doğu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |