"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Öğüdünden alır değil Aşksız âdem hayvan olur, Hayvan öğüt bilir değil. Yunus Emre Aşkladır göğün döndüğü; aşkladır yerin durduğu. Aşktır çarha koyan feleği; aşktır temcit okutan meleği. Aşktır yıldızları seyrettiren; aşktır ay ve günü devrettiren: Aşktır nebatatı bitiren; aşktır çiçekleri getiren. Aşktır kaşları keman ettiren; aşktır gamzelere kasd-ı can ettiren Dişlerimi kırdım onun aşkından; aşkla durdum namaza ki, çıkarsınlar mızrağı ayağımdan; kan revan içinde yollara düştüm,onu aradım; yani sahibimi, yani sahibimin sesini Uyudum titredim, soldum, uyandım Sen, şehvetine aşk adını takmışsın; fakat şehvetten aşka kadar uzun bir yol vardiyen sesle düştüm insanlık kaydından; doğruldum, ağladım. Aşkın aynasında gördüm pişmemiş gözlerimi Aşk değildi gözlerimde arayan kendini. Utandım iman kuşağını berk kuşanmamışlığımdan. Hamdım, pişmeliydim Dirliğim çiğ idi ve aşk odu bahane.Yollara düştüm. Yürüdüm ömür boyu. Semerkandda, Buharada, Bağdatta, Şamda, Mekkede, Medinede; kadîm coğrafyasında yeryüzünün Bülbülü aşkla ağlatan gülün rayihasını alabilmek, neyi inleten aşkın nefesini tatmak, huysuz gönlümü vuslatla buluşturacak çilehaneyi bulabilmek için Yürüdüm Ten kazancı için bir sanat öğrendim amma din sanatı için de gayret göstermemi buyurdu güzergahımdaki bütün diller. Ve dedi ki canların canı ses: A bu dünyanın canıyla diri olan, utan; Neden böyle dirisin sen? Aşksız olma ki ölmeyesin Aşkla öl ki diri kalasın O gün yundum, paklandım; çıkardım üzerimden kirli libasını dünyanın. Bir derviş edasıyla gülü kovaladım, nefesi aradım, dergâhımı ve Tapdukumu dedi oldum, piş dedi, piştim elhamdülillah*** Yol uzundu; yürüdüm. Yürüdükçe dizime derman geldi, dilime ferman. İlhamını aldım katrelerin, suya düşen yakamozların; daha gür çıktı sesim, avazım çıktığınca bağırdım ufuklara, suya Onu anlattım; Onu, yani aşkı Bir bilinmez âşinâ kim adı aşk Hem safâ vü hem cefâ kim adı aşk Kendinin de âşık u maşûku var Hem belâ hem mübtelâ kim adı aşk diyerek geçtim sırlardan, dünya sıratlarından. Eğnimde bir hırka, elimde bir âsâ ve aradım. Suya verdim sesimi: Hitâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim Cevâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim Bir ses böldü yırtılan perdesinden sesimi. İçime ıtırlar, yasemenler, zambaklar açtıran bir ses: Beyim ârif isen yürü yolunca Bunda başlar yiter kanlar sorulmaz Aşık öldü deyu salâ verirlen Ölen hayvân-durur âşıklar ölmez*** Aşkın ve muhabbetin küllendiği bir ülkeye kadar bu sesin kuvvetiyle yürüdüm. Kâh aşkın güzelliğiyle bakî olan evreni hayret ve minnetle seyreyleyerek, kâh aşık olmayan lezzetsiz gönüllerin şaşkınlığından ürkerek. Kalpleri soğumuştu vardığım ülkedeki herkesin... Ben.. piştikçe aşka dönen ben, kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş günlerimin ve gecelerimin acısıyla yaralanmış benliğimi onlara hediye etmek için gelmiştim. Terkimde aşktan başka bir şey yoktu. Tek hazinemdi aşk. Çünkü biliyordum ki, aşk güzel işti ve biliyordum ki, Aşıkların meclisinde bir başka karar vardı. Aşk, imandı. Teslimiyetti, kayıtsız-şartsız. Muhabbetti, nunla paylaşılan, rahmetti Bu vuslatın erdemini nasıl anlatmalıydım insanlara?.. Düşündüm. İstiareye yattım. Ciğerlerimi delen, kalbimi yerinden söken, beynimi iğdiş edici kâbustan kurtaran ilhamlar üşüştü dört bir yanımdan. Bildim ki, aşktan hapishane gülistan olur, aşksız olursa bahçe küllük olur. Dönmeye başladı dilim, sessiz bir deva yatağında uyur gibi yattığı ağzımın kuytusunda: Cihân-ı hîçe satmaktır; adı aşk! Döküp varlığı gitmektir; adı aşk! Elinde sükkeri ayruğa sunup Ağuyu kendi yutmaktır; adı aşk! Belâ yağmur gibi yerden yağarsa Başını ona tutmaktır; adı aşk! Bu âlem sanki oddan bir denizdir Ona kendiyi atmaktır; adı aşk! Var Eşreofoğlu Rûmî bil hakîkat Vücûdu fânî etmektir, adı aşk! Toplandı cümle âlem. Lütfûnda olduğu gibi kahrında da yanında olduğum insanlık. Cinler, periler ve dahası. Nefislerini ellerine almalarını istedim onlardan; gülü solmayan, keşkülü dolmayan bir âşıktım nasılsa ve fakat bir kere olsun dinlemeliydiler beni. Fırlattım âsâmı Nilin öte yanına, eğnimden çıkardım hırkamı ve ağzımdan geri aldım lokmamı. İstedim ki, bin gönle nasıl girilir böylesi fukaralıkta biline Ve bir yudum belâ şarabının nasıl aşka döndüğünü bu nâçiz bedende Durdum ve baktım sapsarı bir yüzle gözümün içini seyreyleyen âleme. Usul usul dile geldi kalbimin damarları. Birbirleriyle yarışırcasına sökün etti kelimeler: İşidin ey yârenler; aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzerVe sürdürdüm kalbime ilham olan aşk yemiş mısraları: Siz şöyle sanmanız kim, ben şimdi âşık oldum
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Yetgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |