..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Ahmet




24 Şubat 2006
Onu Geri İstiyorum  
Ananeme

Ahmet


Onun bahçesinden içeri girdiğimde, içimde binlerce yeni çiçek birden açardı. Ortancalar, sardunyalar, güller, aslanağızları ve zambakların dikili olduğu, irili ufaklı bir sürü saksı çiçeğine eklenirdi içimde açan çiçekler. İlkbahar boyunca üzerlerine tırmanmaktan bedenimde türlü çiziklere, kesiklere yol açan dikenli ve güzel kokulu akasya ağaçları, mis kokulu leylaklar, hanımelleri ile karnım ağrıyacak kadar çok üzümünü yediğim, şırasını içtiğim, ağlatmak için dallarına türlü şeylerle vurduğum asma onun bahçesindeydi.


:BBEI:
Çok mu şefkate ihtiyacım var acaba? Durup dururken aklıma geldi anneannem. Yaşlılıktan derinliğini yitirmiş mavi gözleriyle, çocukluğumun o en berrak günlerinden çıkıp geldi sabah sabah ofisime, oturdu karşımdaki koltuğa. Gülümsedim. Nasıl da şefkatle yaklaşırdı bana. Yaşlılıktan buruşmuş, çatlaklarla dolu elleriyle yüzümü okşadığında; yüzüm acırdı. Çekmeye çalışırdım kendimi o zaman... şimdi nasıl da özlüyorum, pamuk kadınımı.

60 yaşlarında; beyaz tenli, mavi gözlü, göçmen işi oyalı yemenisi, açık yakalı bluzu ve üstünden hiç çıkartmadığı yeleği ile birbirinden farklı, çiçek desenli basmadan dikilmiş etekliklerinden birini giyinmiş halde; aniden, güneşin şımarık çocuk arsızlığıyla jaluzilerin arasından sızdığı bir perçem huzmeyle beliriverdi işte... tıpkı eski günlerde olduğu gibi.

Onun bahçesinden içeri girdiğimde, içimde binlerce yeni çiçek birden açardı. Ortancalar, sardunyalar, güller, aslanağızları ve zambakların dikili olduğu, irili ufaklı bir sürü saksı çiçeğine eklenirdi içimde açan çiçekler. İlkbahar boyunca üzerlerine tırmanmaktan bedenimde türlü çiziklere, kesiklere yol açan dikenli ve güzel kokulu akasya ağaçları, mis kokulu leylaklar, hanımelleri ile karnım ağrıyacak kadar çok üzümünü yediğim, şırasını içtiğim, ağlatmak için dallarına türlü şeylerle vurduğum asma onun bahçesindeydi.

Tadını bugün başka hiçbir hazır, memba suyunda bulamadığım, içinden şehir şebeke suyu akan ağzımı dayayarak kana kana içtiğim, eski püskü çeşme ve küçük tuvaletli bu ön bahçe; bana göre dünyanın türlü zenginliklerini kalbime yerleştiren anneannemin komuta merkezi gibiydi.

Musluğun bulunduğu, evin duvarının köşesinden dönünce, alt komşunun bahçesiyle bizim arka bahçemizi ayıran dikenli çitin bitiminde, o zamanki yaşıma göre bana uzun gelen bir patika vardı. Dar patikayla birlikte uzayıp giden bal arılarının polen topladığı dikenli çit ile birlikte arka bahçeye ulaşırdım. Dikenli çit, bahçenin sonuna kadar devam ederdi. Çitin dibine baharda budanan ağaçların dalları kurumak üzere bırakılırdı. Bu evde en sevdiğim şeylerden biri asla susuz kalmamamdı. Bahçenin iki tarafında da doyulmaz tattaki soğuk şehir şebeke suyu akan çeşmeler; "anneee su veeer!" gibi anlamsız bir muhtaçlık duygusunu hiç yaşatmadı bana.

Arka bahçedeki otlar bakımsızlıktan aşırı derecede uzundu her zaman. Korktuğum zamanlarda içine yatıp kaybolurdum. Mesela mahalledeki çocuklardan birini dövdüğümde, dayak yiyen çocuk, kardeşleriyle birlikte beni yakalamak için bahçeye daldıklarında otların içine yatarak saklanırdım. O zamanlar bir çocuk efsanesi geliştirmiştim. On metrelik kalın siyah bir hortumu baş kahraman yapmıştım. Arka komşumuzun bahçesini ayıran taştan çitin dibine bırakılmış bu hortumu, mahalledeki çocuklara yılan diye yutturmuştum. O yüzden çocuklardan hiçbiri bizim bahçenin en ucundaki yere gelmeye cesaret edemezdi. Bende ne zaman yaramazlık yapsam kaçıp oraya saklanırdım. Gerçi bu masalın büyüklerde bir işe yaramadığını anladığımda canım epey yanmıştı.

İlkokul birinci sınıftan arkadaşım Suat anneannemin evine çok yakın oturuyordu. Evinin yokuş aşağı yolun sonunda, anneannemin evinin daha aşağısında kalması ve benden güçsüz olması onun için talihsizlikti. Ben onun kepçe kulaklarıyla dalga geçerdim. Hoş, o yaştaki tüm erkek çocuklar biraz kepçe olmaz mı? Suat, bana kızıp hıncını çıkartmak için saldırdığında, değişik şekillerde kendisini döverdim. Ama en son dalga geçip dövmeye kalktığımda, planlı bir tuzağın içinde olduğumu anlayamamıştım.

Meğer benim sürekli dalga geçtiğim Suat, annesiyle işbirliği yapıp bana pusu kurmuşlar. Annesi yukarıdan Suat'ı izlemiş ve ben Suat'a dalaşınca, kadıncağız da oğlunu düştüğü bu durumdan kurtarmak için saldırıya geçmişti. Ben önce karşı komşunun bahçesine kaçıp, bahçenin etrafında bir tur atmış; kadından kurtulamayınca kendi bahçemize yönelip her zamanki yılanlı duvarın dibine yatmıştım. Fakat kadıncağız küçüklerin inandığı hikayeyi bilmediği için ve uzun boylu olması sebebiyle beni arka bahçede otların içinde eliyle koymuş gibi bulmuştu. Ve kulağıma hatırı sayılır bir şekilde tırnaklarını geçirip, canımı fena halde acıtmıştı.

O olaydan sonra ben Suat karşısında, annesinin ona sağladığı avantaj nedeniyle hep biraz mazlum durmuştum. Suat da sanki tek başına zafer kazanmış gibi bir edayla kapımızın önünden rahatça geçmeye başlamıştı.

Aslında bu nevi hatırı sayılır yaramazlıklarımın anneannemin de sabrını taşırdığı dönemler olmuyor değildi. Asmanın gölgesinde sallayıp uyutmalarının dışında bana çok sefer tahammül edemediğini hatırlarım. Fakat bir tanesini hiç unutamam.

Bir keresinde, işe giden annemin arkasından her küçük çocuk gibi ağlamayı fazla abartmış, anneannemin elinden kurtulup annemin peşinden bayır yukarı doğru koşmaya başlamıştım. Annem yolun yarısında durup beni eve geri getirmiş ve işine doğru tekrar yola çıkmıştı. Bu durumda ananem benimle başa çıkamayacağını anlayınca, köpeğimizin bağlı olduğu zinciri köpekten çıkartıp beni tıpkı kızılderililerin yaptığı gibi briketten sütuna zincirle bağlamıştı.

Ona o gün bile kızamamıştım. Çünkü annem yeterince uzaklaşıp ben onu yakalama umudumu yitirince hemen gelip zinciri çözmüştü. Ve benim kokusuna bugün bile dayanamadığım tuhaf otlardan meydana gelen, bol sana yağlı ve poylu belediye ekmeğini elime tutuşturmuştu. Tabii bu dayanılmaz yiyecek karşısında ben ağlamayı kesip günlük olağan azgınlıklarımı yapmak üzere arka bahçeye doğru yola çıkmıştım. Kendime yuva yaptığım ayva ağaçlarından birine tırmanıp afiyetle yemiştim elimdeki poylu ekmeği. Poy... nasıl bir tattır öyle. O güzel koku; farklı otlar ve tuzdan yapılır. Ekmek üstü poyu, hep tamamen fakirlik icadı olan tuhaf bir katık olarak düşünmüşümdür! Katık; anneannemin en çok kullandığı laflardan biridir.

- "Ha kızanım domatisi (domates) katık et." derdi.
Anneannemin yemek listesinden bugün bile unutamadığım ve çocuğum olduğunda da sıklıkla yedirmeyi düşündüğüm mönü şöyledir;
* Sana yağ sürülmüş ekmeğin üstüne toz şeker (bu birinci sıradadır, yeri asla değişemez).
* Sana yağlı poylu ekmek.
* Bir dilim ekmek, yarım domatis.
* Sonraları adının 'krep' olduğunu öğrendiğim ama anneanneme göre: toz şekerli akıtma.
* Ekmek-tuz-biber.
* Bazlama.
* Hamur kızartma ve beyaz peynir.

Bu yiyeceklerdeki tatları; çok sonraları gitmeye başladığım pahalı ve şık lokantalarda yediğim yemeklerle karşılaştırdığımda o zaman yediğim ve aldığım lezzeti, şimdi bile alamadığımı söylemeliyim.

Üzerine kolaylıkla silinebilsin diye muşamba serilmiş tahta masanın bulunduğu mutfağa her sabah erkenden girer, bana hazırladığı kıkıyı (yumurta) güzelce soyardı. Şimdilerde çok moda olan kırmızı-beyaz parçalı porselen çay tabaklarından birine kıştan yaptığı ayva marmelatını, diğerine de bir parça beyaz peynir koyardı. Rengi yeşile kaçan küçük bir çay bardağında şekerini içine atıp hiçbir zaman kimsenin karıştıramayacağı bir hızda karıştırırdı paşa çayımı. Çay her zaman aynı soğuklukta olur, ben aynı sırayla yiyecekleri tumbaama (mideme) indirirdim.

Çocukluktan kalma alışkanlıklarım ergenlikte de olduğu gibi hala devam etmekte. Bazı tanımadığım ortamlarda yağ sürülmüş ekmeğe tuz serpip yememle birlikte çevremde bakışlardan oluşan bir hare oluştuğunu fark ederim. Buna benzer yeme ve alışılmışın dışında rahat davranışlarım, benim şu an içinde bulunduğum çevreden farklı bir çocukluk yaşadığımı düşündürür zaman zaman.

Anneannemin bana yaşattığı onca güzellik ve kalbime doldurduğu sevgiyi maalesef ben ona karşı gösterecek zamanı bulamadım. Onun kendine has güzelliğine şefkatimi ve sevgimi ifade edemeden uçtu gitti.

Beni sabah sabah şimdiki anın boşluğundan alıp, o yılların muhteşemliğine sürükleyen, karşımdaki berjer koltukta hayalini unutan kadınım...

Düşünüyorum da... benim şefkate değil, şefkatimi gösterebileceğim bir anneanneye ihtiyacım var.

Anneannemi geri istiyorum.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: çok güzel bir deneme...
Gönderen: Serpil Başol / küçük bir deniz şehri.../Türkiye
3 Mart 2006
okurken kendi anneannemi hatırladım ve çok duygulandım. ne kadar şanslı olduğunuzun da farkındasınız ne güzel... tebrik ediyorum...serpil..

:: tebrikler
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu/Türkiye
2 Mart 2006
Merhaba; Yazılarınızı zevkle okudum.Her biri,zengin ve güçlü bir anlatım içeriyor.Ve yine her biri okuyucuyu doyuruyor....Anlatım çok başarılı, etkili, akıcı.....Yazılarını merakla bekleyeceğim bir yazarım daha oldu izedebiyat'ta.....Devamını dilerim........Sevgiyle kalın....Kâmuran Esen




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Büyülü Koku
Ne İstiyorsun?


Ahmet kimdir?

Basit düşünmek. Yaşamın şifresini arayanlara!

Etkilendiği Yazarlar:
Bernard Shaw


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ahmet, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.