Kendinden daha uyanık insanları işe aldığın zaman, senin onlardan daha uyanık olduğunu kanıtlamış oluyorsun. -R. H. Grant |
|
||||||||||
|
Murathan Mungan kitabından ... "Ne istiyorsun? Seni ne heyecanlandırır? Sevgimle Jade" Lanetler okuyarak işe geldiğim sabahlardan birinde posta kutumda Jade isimli birinden gönderilen bu mesaj ilgimi çekti. Her sabah yaptığım gibi bol şekerli kahvemi hazırlarken bu mesajı kimin göndermiş olabileceği sorusu aklımı kurcalamaya başladı. Sabahki işlerimi toparlayıp hemen bir cevap yazdım; "Heyecanlarımı çok uzun süre önce kaybettim, bilmiyorum. Sevgimle Emre Oytun" "Gönder" butonuna tıklayıp neler olabileceğini düşünmeye başladım. Bu arada sabah yürüyüşünde kopardığım hanımellerini masada içi her zaman çiçekle dolu minik kavanozuma yerleştirdim. Saat onikiyi gösteriyordu yemek yiyebileceğim iyi bir café düşündüm, canım pavurya çekti. Ofisimden yirmi dakika uzakta Pavurya, karides ve istakozu bu şehirde en iyi hazırlayan ve sahibini tanıdığım ihtiyar Kosta'nın salaş barakasına gitmeye karar verdim. Arabama binip yola koyuldum, içimden "ulan yalnız da yenmez ki bu meret, yanımda biri olsaydı" diye geçirdim. Az sonra Kosta'nın yerindeydim. Pırıl pırıl bir deniz, yeşil brandadan yapılmış bir tente, yirmi kiloluk yağ tenekelerine ektiği sarmaşığa benzer çiçeklerle donatılmış salaş bir baraka. Güneş denize öyle bir ışıkla saldırıyordu ki, denizden yansıyan güneş ışığına gözlüksüz baksam kör bile olabilirdim. Ben güneşin denizi yok etme çabasına dalmışken; - Otursana be, ne dikiliyosun.. diye arkamdan seslendi ihtiyarın yamağı. Eskilikten neredeyse yıkılmak üzere olan bir tabureyi hızla çekip oturdum. Rakı, bol roka salatası içine ince ince kıyılmış sarımsak, bol zeytinyağı, kızarmış ekmek ve patlıcan istedim. Yamak suratıma bile bakmadan arkasını döndü gitti. O ağır aksak giderken "Pavurya da istiyorum!" diye bağırdım. Şu mesaja kafam takılmış, uzun süredir hiç bir fikir üretmeyen pelteleşmiş beynim bir sürü yeni fikir üretmişti. Kimdi bu Jade ve bana niye yazmıştı? Rakıdan bir yudum alıp telefonuma sarıldım, çünkü şu mekanda yalnız olmak istemiyordum. - Alo, ne haber? Kosta'nın oradayım gelsene. -Tamam, dedi en yakın arkadaşlarımdan biri Harun. On dakika sonra yanımdaydı. 'Akşam ne yapalım? Yarın hafta sonu akşam çıkalım mı?' falan derken Kosta'nın nefis yemeklerini yiyip hesabı ödediğimde saat 14.40 olmuştu. Harun'u ofisine bırakıp iş yerime geldim. Koşarak masama oturdum. Beklediğim mesaj gelmemişti. İşlere devam ettim. Akşam saat 20.00 olmuştu ve ben hala çalışıyordum. Harun aradı. - Abi hadi çıkmıyor muyuz? - Sabah akşam seninle mi yiyecem ulan yemeği? - Sen bilirsin ben yengenle çıkıyorum o zaman, dedi. - Fazla içmeyin, sabah ormana kaçarız yedi de sendeyim. - Tamam, dedi ve kapattı. Müzikçalarımın sesini biraz daha yükselttim, bir bira açtım. Kylie çalıyor, 'Confide in me!' Posta kutuma mesaj düştüğünde çıkan dijital sesin tınısıyla hevesle makinaya koştum, gelen mesaja tıkladım. "Yarın gece 22.00 de And'ın kapısında buluşalım, girişte seni bekleyeceğim, yaka kartım olacak ve Jade yazacak, Sevgimle Jade" "Hiç vakit geçirmeden ve kimsin diye sormadan Peki Sevgimle Emre" Yazdım. Bilgisayarımı kapatıp eve doğru yola koyuldum. Arabanın tüm camlarını açıp, araba kullanırken dinlemeyi sevdiğim 'Give it away' şarkısını çalmaya başladım. Tüm trafik kurallarını hiçe sayıp, eve geldiğimde saat 21.00 olmuştu. Şortumu üzerime giyip bir havlu aldım, havuza indim. Yaklaşık 30 dk yüzdüm. Bu arada müzikçalara Sezen Aksu koyup çalmaya başladım sanırım öğlen yediğim Pavurya ve deniz havası iyi gelmişti! Ertesi gün; - Zile basıyorum ulan yarım saattir, bütün gece içip, sabah kalkmayı bilmiyorsun, diye çıkısıyordum Harun'a sabahın yedisinde. Zehra, arkadan sanki çocuğunu kollayan bir anne gibi gelip, - Banyoda oyalandi biraz, dedi. - Hadi ulan! - E abi tamam geldik işte -Ulan sözleşiyoruz, yine ekinti yapacaktın takıntılıyım oğlum ben, bilmiyor musun? - Yok be abi sen de, alt tarafı iki dakika geciktik. - Bidonları aldın mı? Roka'yı almayacak mısın? - Yok be abi su var. Roka'ya da köpekler saldırıyor, başımıza bela almayalım! Ormandaydık. Bayılıyorum buraya. Burada kendimi TV tamircisi, beynimi de TV olarak görüyordum. Buradayken içini açıp tek tek parçaları söküp, temizleyip aynı özenle yerine yerleştiriyordum kafamın ve rahatlıyordum. Her zamanki gibi ormanda iki tur koşup evden getirdiğim bidonları suyla doldurdum. Harun tost yemiş, su içmek icin yanıma geldi. - Ne kuduz köpeğin var ulan, dedim Roka için. -Yok abi dilinden anlayan yok, dedi. Aynı yaşta olmamıza ve kariyer olarak benden daha üstte olmasına rağmen hep abi derdi Harun bana. Eve döndük. Bilgisayarımdan elektronik postalarıma baktım. Beklediğim cinsten bir mesaj gelmemişti. Banyomu yaptım, uyudum. Uyandığımda, saat 15.00 olmuştu. "Vakit bugün hiç geçmedi" dedim içimden. Yeni aldığım maketlerden birini incelemek için atölye olarak kullandığım odama çıktım. Doğrusu bu evde yalnız olmak sıkıyordu beni 'her şey eskisi gibi olsa' diye düşündüm. Maketin başından kalktığımda saat sekiz olmuştu. 'Ulan yuh sana!' diye kendi kendime söylendim. Yine özensizce üstüme geçirdim kıyafetlerimi. Ne zaman özen göstersem kötü oluyordu kıyafetlerim. Özensiz olunca daha cok seviyordum kendimi. Evden çıkıp Taksim'e varmam yarım saat sürmüştü. The Marmara'ya girip bir çorba içtim. Anlaştığımız gibi saat tam on'da kapıdaydım. Etrafta yaka kartlı biri arıyordum, gördüm. - Jade, merhaba. Emre, mesaj atmıştın. Gülümseyip cevap verdi; - Selam, iyi misin? 'Evet' dememe fırsat vermeden kapıya yöneldi, ben de peşinden. Çok tuhaftı, hemen hiçbir şey konuşmamıştık. Bu mekanda çok içki içmiştim. Eski sahipleri de arkadaşlarımdı. Yan yana salınıp dururken yıllar öncesinden aynı mekanlarda hissettiklerimi hissediyordum. Gittiğim barlara özgü sigara ve bira kokusu ve bizlere kendilerini beğendirmeye çalısan yeni yetme kızların türlü kokularıyla harmanlanmış bir koku aromasıydı bu. O'nun kokusundan sürmüştü. En çok sevdiğim kadının. Angel. Bu kokuyu nerde duysam aşkım aklıma gelir, ben biraz daha ızdırap çekerdim ve düşünürdüm nasıl olurda bir kokuyla bu kadar özdeşleşebilir insan. 'Ne güzel kokuyor Jade' diye aklımdan geçirirken ilk soruyu patlattı. - Ne içersin? - Benim sormam gerekirdi, dedim. Güldü. - Boşver, ben sormuş oldum, dedi. - Bira, dedim. İçki dağıtan çocuğu çağırdı, iki bira istedi. Ben ödedim. "Nedir bu durum?" diye soracak oldum, baskın çıktı, cevap vermedi. Anlaşılmaz bir şekilde o'nun dediklerini yapıyorduk. Buraya o çağırmış, bana ilk mesajı o atmıştı. Ben de hemen her dediğini yapmıştım. - Ne heyecanlandırır seni? Dedi. O an aptallaştığımdan, yumruk yiyen boksörler gibi yapıp savuşturmak için aklıma gelen ilk şeyi söyledim; - Seninle konuşmak yeterince heyecanlı, dedim. Kolumdan tuttu, çekti. Takip ediyordum, çok güzel ve etkileyici bir kız olduğunu söylemeliyim. Gece kulübünün katları arasında olan ve perdelerle kapatılmış karanlık boşluklardan birinin içine doğru sürükledi beni. Ben sadece ne olacağını merak ediyordum. Takip ettim. Yere çöktü, çantasında zippo çakmağını çıkarttı, yaktı, yere koydu. Bir çırpıda enjektörü, tozu ve kaşığı hazırdı elinde. Oldukça becerikli ve hızlı bir şekilde malzemesini hazırladı, şırıngaya bir çırpıda çekti. - Al, bu heyecanlandırır seni! diye bağırdı. Şaşırdım ama daha önceden alışık olduğum bir durumdu bu. Birçok arkadaşım uyusturucu kullanmış, ben de onların yanında olmuştum dönem dönem ve o'na da aynısını söyledim, uyuşturucu iyi bir seçenek değildi benim için. Yine ustaca, terliğini bile çıkartmadan parmak arasından kanına karıştırdı o mereti. Ben hala hiç bişey konuşmadığım bu kızın yanında ne yapıyordum, niye oradaydım, bilmiyorum. İşini bitirdi, beni yine çocuğu gibi kolumdan tuttu, bara döndük. Hemen hiç bişey konuşmadan geceye devam ediyorduk. Sadece O, arada bir parmaklarıyla yüzüme ve dudaklarıma dokunuyordu, ben hiç karşılık vermiyordum. O gece son grup da sahneyi terk edince, ben "çıkalım" dedim. İtiraz etmedi. "Nereye gidelim?" dedim, "sen bilirsin" dedi. Yola koyulduk. Yollarda konuşurken bir çok ortak noktamız olduğunu anladım. Artık dizginlerinden kopmuş at gibi delicesine konuşuyordu. Tıp fakültesinde okuduğunu öğrendim. Çok kötü bir babası olduğundan dem vurdu. Bu söylediği benzerliklerimizi daha da arttırdı. Ama bu sefer ben hiç konuşmuyordum. "Seni evine bırakayım" dedim. "Bıktın mı benden?", diye sordu. "Hayır" diye cevap verdim. Çapa'da oturuyormuş evinin önüne geldik. "Gelsene" dedi. İtiraz etmeden evine çıktım. Salonda bir koltuğa oturdum. Radyoyu açtı. - Ben içeri gidiyorum sehpanın gözünde filmler var seyredebilirsin, dedi ve gitti. Arkasından bakakaldım. Nedense her dediğini yapmak zorunda hissettim kendimi. Çok güzel bir kadın olmasına rağmen sevişmek istemedim onunla. Hemen kitaplıkta olan kitaplara baktım. Okuduğu bölümle ilgili kitapların dışında birçok faklı konularda kitaplar vardı. Dört büyük kitap var mesela. Yakın dünya tarihi, sanat kitapları... dünyadaki türlü mozaiklerden alınmış kesitlerle doluydu duvarlar. Yanıma geldi; - İçmek istediğin bişey varsa buzdolabı dolu, ben banyoya gidiyorum, dedi. - Bira getirir misin? dedim. Hiç itiraz etmedi getirdi. Banyoya girdi. İçimden, internette dolaşan organ nakli hikayeleri geçiyordu. 'Ulan' dedim 'şimdi seni burada buz dolu kuvete yatırmasınlar!' Banyodan çıkıp yanıma geldi. Pamuklu pijamalar giymişti "hadi uyuyalım" dedi. Ben, beraber uyursak aklıma hınzır şeylerin gelebileceğini söyledim, "bakarız" dedi. Peşinden gittim, bana kendi tişörtlerinden birini verdi, giydim. Küçüktü ama dert etmedim. Yatağa yatırdı, üstümü örttü. Yanımdan dolaşıp yorganın altına girdi. Ben hiç hareket etmeden sadece denilenleri yapıyordum. Sanki bağışıklık sistemi dağılmış, her virüse açık bir beden gibi. "Sarılabilir miyim sana?" dedi. "Tamam" dedim. "Ama kolunu başımın altına koy" dedi. Kafasını koltuk altıma koymalıymış! Şaşırttı beni. Kafasını koyar koymaz uyudu. Uyuduğundan emin olduktan bir süre sonra ben de sızmışım. Uyandım, saat öğleden sonra dört olmuş. "Günaydın" dedi. Kafamı çevirdim koltuğa oturmuş kitap okuyordu "aşk köpekliktir". Tekrar uzandı yanıma yine izin aldı; - Sarılabilir miyim? Dün geceki gibi jestler yapıyordu. Omuzuma, dudaklarıma yumuşak ve kısa süreli dokunuşlar yapıyordu. Bense, onun bu açık yaralı halinden yaralanmak istemiyordum. Şevkate öyle muhtaç bir görüntüsü vardı ki, O'nu baştan çıkartıp sevişmek benim için çok kolaydı. Ama ben yapmadım hiç dokunmadım. "Kahvaltı edelim, ben hazırladım" dedi. Yine şaşırdım. Bir havlu getirdi, "istersen duş al, üstüne sigara kokusu sinmiştir" dedi. Daha çok şaşırdım, ama teklifini reddetmedim. Banyodan çıktığımda elbiselerimi silkelenmiş olarak koltukta buldum. Bu kız beni çok şaşırtıyordu. Kahvaltıya oturduk. Bol şekerli kahve de vardı! Yemeğin sonunda; - Akşam ne yiyelim, dedi. Yine şaşırdım. - Maç var akşam eve gideceğim, dedim. - Yaa! Ne maçı? dedi. - Fenerbahçe, dedim. Önemli, seyretmem lazım. - Burada seyredelim, dedi sesini burkarak. Kabul ettim. - Ne içersin maç izlerken? - Bira. Getirdi. Yanıma oturdu. Hiç bilmediği bir şeyi yapıyordu ama olanca dikkatiyle. Konuşmadı maç süresince. Bittiğinde "hadi yatalım" dedi. Kabul ettim, aynı komik t-shirt'ü istedim vermedi. Bir paket uzattı açtım, yeni bir t-shirt vardı üstüme göre. Gündüz ben uyurken çıkıp almış. Onu giydim. Odaya şarap ve kadeh getirdi, müzik çalara Nick Cave koydu, mum yaktı, yatağa uzandık. Cd bittiğinde şarabımız da bitmişti. "Bir daha ister misin?" dedi. "Tamam" dedim. Bir şişe daha açtık. Müzik değişti. Depeche Mode'un bildiğim tüm şarkıları çalıyordu. "In your room" çalmaya başladı. "Dans edelim" dedi, etmeye başladık. Çok salakçaydı, ama ediyorduk. İkinci şişe de bitti. Ben bir yandan merak ediyordum acaba o mereti kullandı mı bugün diye, uyumuşuz? - Off ya geç kalmışım Jade!, diye uyandım. - Bir şey olmaz gitme, zaten hiç istemiyorsun gitmeyi!, dedi. Tuhaf bir şeydi bu yine şaşırttı beni. Aheste bir şekilde hazırladı kahvaltıyı. Tanışalı otuzaltı saat olmuştu. Çok az şey konuşup paylaştık, tek taraflı sarılmalar, alkol ve dans dışında. O gün işe gitmeyecek olmak fikri boğuyordu beni ama gitmedim bir telefonla geçiştirdim durumu. Bütün gün kitaplardan bahsetti bana, Polonya'lı bir kadının şiirlerini fısıldadı kulağıma. Daha çok etkilendim sanki. Orada yıllarca kalabilirdim. "Senin okulun yok mu?" dedim "yok" deyip kestirip attı. "Hadi uyuyalım" dedi. "Saat çok erken ve benim artık kıyafetlerimi değiştirmem lazım" dedim. "Boşver gel yatalım." Bana dokunmayı adet edinmişti. Yatağa uzanır uzanmaz 'sarılabilir miyim' deyip bacaklarımdan boynuma kadar her yerime dokunuyordu. Bense daha bir kere değmemiştim o'na. - Çok temizsin sen, dedi. - Herkes böyledir, dedim. Güldü hemde çok. Gece saat onbirde "Jade ben gidiyorum" dedim. Bu sefer hiç itiraz etmedi. Telefon numarasını bile almadan çıktım evden. Camdan bana bakıyordu tam arabaya biniyordum; - Emre Oytuuun! diye bağırdı. 'Ne var' gibisinden baktım. - Çok temizsin seen! Utandım. Yola koyuldum. Aklımdan hiç çıkmıyordu. Oldukça dramatik bir hikayesi vardı. O çağırmadığı sürece bir daha evine gitmezdim, belki mesaj atardım. Geçen günler boyunca hiç mesaj gelmedi. Ben de atmadım ama içim içimi kemiriyordu. Sonunda dayanamayıp iki ay sonra bir mesaj yolladım; "Heyecanlandım da ne oldu?? Sevgimle Emre" Cevap gecikmeden geldi. "Akşam 20,00 de. The Marmara." Tam sekizde oradaydım. Gelmiş oturmuştu, tam sevdiğim gibi ben beklemeyi sevmem. "Canım" dedi ve bana her dokunduğunda yaptığı gibi çenemle dudağım arasından bir yere dokundu kısa süreli. - Nedir bu durum? dedim, 'Hangi durum?' der gibi ellerini açıp kafasını sağa sola salladı. - Yani işte, dedim. Çok zeki bir kızdı konuşmaya başladı; - Seni bir daha görmek istemedim. Diğerleri gibi olmandan korktum, cesaret edemedim. Beni hiç incitmemiştin. Biliyor musun, senden sonra onsekiz gün hiç kullanmadım. Sen benim o'na olan ihtiyacımı giderdin. Çok mutluydum. Seni tekrar ararsam büyü bozulur diye korktum. Sende benim derin yaralarımı tırmalarsan, yaralarım daha da derinleşir ve bir daha hiç iyileşmez. Bu yaralarla daha uzun süre yaşayamam. Ben kimseyi daha fazla üzmemeliyim, kimselerde beni. Sana okuduğum şiir kitabını başucuma aldım. Her gün muhakkak okuyorum. Sadece bir buçuk kere giydiğin t-shirtte yatağımdan hiç çıkmadı ve o yatağa hiç kimsede girmedi sen uyuduktan sonra. Şarap şişelerini zeytinyağı ile doldurdum her zaman elimin altındalar. Fakat bira şişelerini attım kusura bakma, dedi. Hayretle dinliyordum. - Sen gelirsin belki diye maçların olduğu günleri takip ettim ve bira stoğumu dolu tuttum. Ben aramazsam ve belki sen gelirsen daha iyi olur diye düşündüm. Gelmedin. Sadece mesaj attın. Şimdi ilk mesajla karşındayım. Yaralarım kapanıyor. Ne yapmak istiyorsun? Tekrar derinleştirmek mi? Kokun hala eksiksiz t-sirtte. Bir buçuk günde senden çok önemli bir güç aldım. Sevip kullanılmamayı, yalnızca istediğim için birine hizmet etmeyi ve beni kaybetmemek için bana dokunmayışını... Oysa herkes kaybetmemek için bana sarıldı boğdu ve bıraktı. Başkalarının beni elinde tutmak için yaptıklarının beni yaraladığını, hayatımda kimse olmadan da mutlu olabileceğimi, alışkanlıklarımı değiştirebileceğimi bana birbuçuk günde anlattın. Sen, "heyecanlandım da ne oldu?" diye sormuştun ya bana, işte bunlar oldu. Ve emin ol çok daha iyi olacak her şey. Sen beni acıtıp kanatma yeter. Senin kadar temiz olmak istiyorum. Karşılıksız arkamda durman beni arındıracak. Seçimini sen yap. Biliyorum sormasan da sana niye ve nasıl ulaşıp da o mesajı attığımı merak ediyorsun. 'Evet' ediyorum der gibi başımı salladım. - Biz... Yeliz ile beraber çalışırdık yazları San Remo'da tur rehberi olarak. Bana hiç bahsetmemişti Yeliz O'ndan?! Şaşkınlıktan gırtlağıma bir şey düğümlendi. - Seni çok anlattı. En güzel masallar gibi dinlemiştim o'na olan davranışlarını. Hattâ o öldüğünde tüm mesajlarınızı okudum ofisteki bilgisayardan! Seni neyin heyecanladırıp bana sürükleyeceğini çok iyi biliyordum. Ve geldin. Seni yaralamak istemiyorum ama yalanla olmakta istemiyorum ben temizlenmek istiyorum. Yeliz'den bahsedilince kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. - Ağlamalarını da çok iyi biliyorum. Hattâ buna rağmen bana kötü davranmayacağını. Fakat sana muhtaçtım. O kadar çok dinledim ki seni, yatışını düşündüm, yıkanışını, kahveni nasıl içtiğini, hangi kokuyu sevdiğini, neleri istediğini... hepsini ezberlemiştim. Çok istedim seni. Şimdi doğruyu söylüyorum, beni incitmeyeceğini biliyorum... Lütfen ağlama. 'Yeliz neden bana hiç bahsetmedi bu kızdan?' diye düşündüm ama demiştim ya o parfümünün ismiyle özdeşleşmişti Angel! ? Bu konuşmanın üstünden yedibuçuk ay geçti. Jade çok azalttı o merete olan bağımlılığını. Okulu hiç kırmıyor ve çok çalışıyor. Biz hiç sevişmedik. Bana yerleşti. Artık o sıkıcı evimde yalnız kalmak zorunda değilim. Belki her şey eskisi gibi olacak yakında! Havuzun yanına hanımeli dikti eve yerleşir yerleşmez. Çiçeklere "Yeliz Çiçeği" diyor. Bende Yeliz'i özlüyorum hem de çok. Ara ara Jade Angel sürünce yine ızdırap çekiyorum. Bir kaç gün beynim pelteleşiyor sonra geçiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |