..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > Tuna Erdem




9 Aralık 2005
İç Bükey  
Tuna Erdem
Nasıl yazdım bilmiyorum, ama mahallemizdeki evsizin öldüğü karlı bir izmit akşamı idi..mahalleli derin bir yazık çekip, yataklarına girmişlerdi. İşte ahalinin üç maymunculuğunu görüp telaşla masaya oturduğum biz zamandı sanırım. yazık...


:BCGE:
İç Bükey

Avuçlarımda kesif mürekkep kokusuna dokunmuştum
Hatırladığım en son şey bu oldu
Ama neden sonra hafızam bana bağışladı
Avuçlarım hiç olmamıştı

Yaşlı at artık uyuyor anne. Aylardır eksiksiz yemliyorlar beni. Üç öğün. Sabahları seyis açıyor demir, ağır kapıları. Sağ olsun, iyi adam. Halimi hatırımı sorar önce. Ağrım sızım varsa şıp diye anlar. Çocuklarından bahseder biraz, karısından çokça. Israr edersem dışarıyı anlattığı bile olur, hani öyle babacan adamdır. Tımarımı yapar bir yandan. İçten içe inler ara sıra. Anlayamam nedenini. Zaten saklar benden kendini böyle zamanlarda., arkama geçer de. Sever beni her bir tımardan sonra., titrer elleri. Baştan aşağı yoklar da bedenimi tek bir laf etmeden çıkar hızlı hızlı. Nedendir bilmem, bir daha aklıma gelir seyis ancak akşam vakti. Seyisten sonra çarpık bacaklı, asık suratlı bir adam girer. Hiç konuşmaz. Gözlerimin içine baktı bir kez, o kadar. Geldiğini duymadığım günler bile olmuştur. Cam bir kutu getirir. İçinde iki kırmızı karınca gün boyu devinir. Hiç ses etmem onlara. Kızarım bazen kendime , gözlerimi kaparım. Dayanamam ama. Yine açarım. Kırmızı olanı şirret. Annem, bir görsen öyle fena ki. Hiç durmaz. Sanki çok önemli bir dedikoduyu çekiştirmek istercesine, büyük karınca aldırış edene kadar dürter. Dinletemez ise kendini şayet, çeker antenlerini içine. Küser. Bu sefer öteki başlar. Başındaki iki kıskaçla bacaklarına bacaklarına vurur küçüğün.
Saat yok burada, ama seyisin aklıma düştüğü saatlerde iki delikanlı girer. Başlarda samanlığa sevişmek için gelen sevgililerle karıştırırdım onları. Sonradan ayırtına vardım. Niyetleri başkaydı.
Üzerlerinde yeşil pardösüler. Girişlerinden bile hoşlanmam da onlarla bir kelime kelam etmem zaten. Sanki, bilmiyorlar da karıncalarla alakadar olduğumu, bilmiyorlar da sanki ne denli meşgul bir zat olduğumu, bilmiyorlar da sanki, attırıyorlar tepemin pek bir kıymetli tasını. Biliyorlar, biliyorlar elbet. Giriyorlar içeriye diyorlar ki, çıkaracağız bu akşam seni. Fıldır fıldır dönüyor camgöbeği gözleri.
Anne, duyurma kimselere ama, dışarısını merak etmiyor değilim hani. Dedim ya seyis kaptırıp kendini anlatır bazen diye. Özenirim işte ben de. Derim nasıl kokar dışarısı; deniz ile Atlantis yosun kokar der seyis. Sonra uzun uzadıya yosunu anlatır. Yeşilini, sarısını, kurusunu, kokusuzunu, şifalarını, geceleri sessizce ağladıklarını. Sessiz davranır. Kulağıma fısıldar, bu yüzden bütün bütün değildir fotoğraflar. Ortalarından kenarlarından kırpılmıştır, seyisin gidip gelen sesi tarafından. Söylediklerini sır belleyip bacaklarımın arasına saklarım. Oraya kimseler bakmaz. Lazım olunca, düşleri kuyruğumla havaya kaldırırım. Sonra renkleri anlatır. Işığın kırıldığı her noktayı, kuzey ışıklarının perilerin evlerinde son bulan hayatlarını, gökkuşağının dibine yatırılmış altın dolu erguvani bakracı anlatır. Sesleri anlatacağını söylediğinde cebinden, terlemiş bir kağıt parçası çıkarır. Mürekkepler uzamış, yazı ise ilk halinden epeyce kısalmıştır. Ne yazdığını ne dediğini pek anlamam ama , sesleri duyarım anne. Başımın üstünde kiremitler kırılır. Okurken o kağıttakileri tınılar patlar kafamda. Her biri birer şimşek gibi girer kulaklarıma. Dışarısı o kadar güzel mi sahiden anne?
Ama olmaz ki canım. Karıncaların en kızışık anında gelip de böyle kötü şeyler sokulmaz ki atın aklına. Mendeburlukları girişlerinden belli o iki delikanlı bir şeyler çevirecekler benden habersiz. Evlerden dışarı! Kaçırmasınlar beni, bir gece vakti, benden habersiz.
Neyse yüz vermeyince homurdanarak çıkarlar. Günün son yemeği gelir sonra yine aynı saatte. O sıra bakamam karıncalara. Zaten geceleri, istersem eğer, bütün yaptıklarını hızlıca özetlerler bana. Duyduğuma göre gönüllüymüş de bunlar.
Yaşlı at rüya görmüyor anne. Bir gece kısacık, arpa boyu kadar bir rüya görmüştüm. Tanrım! Bir kızdılar bana. İlk ve son kez o zaman gördüm sahibimi.Uzun, kırmızı bir kravat bağlamıştı. Kemerini göbeğinin altına sarmış, gömleğinin de üstten üç düğmesini açık bırakmıştı. Belli ki kravat mecburi hizmete tabi idi. Dinçti, iyi giyimliydi. Az ama simsiyah saçları vardı. Ellerini arkasında kavuşturmuş hızlı, küçük adımlar savuruyordu. Sabahtan koca bir fincan kahve içtiği rahatça anlaşılabiliyordu. Konuşurken yabancısı olduğum kelimeler kullanmıştı. Tam olarak ne dediğini anlayamadım hiç bir zaman. Ancak “beni kullanıyorsunuz” diyebildim. “hayır, sen bizi kullanıyorsun” dedi benimkilere benzer dişlerini teşhir ederek. Ardında suratını boydan boya kesen; kısık, ölçüsüz bir sırıtış kapladı. Babam sana bağırıyorkenki gibi durdu ve karıncaların sabahları daha erken geleceğini söyledi. Sakallarım biraz daha uzadı. Camgöbeği kocaman gözlerle izlendiğimi fark ettim. O iki delikanlının masmavi gözleri bulutlanmış, hatta biraz da yağmış olanları seyrediyordu. Ellerinde tahta kaplama şık bir alet vardı. Aletin bir de benimki gibi bir kuyruğu. “Çaykovski!” diye bağırdı çocuklar. Ve kulaklarım akmaya başladı.
Kulaklarımın aktığını fark edince yeknesak adımlarla kapıdan çıktı. Yadırgadım ama pek de sorgulamadım aslında. Kötü bir şey yaptıysam neden beni ödüllendirdin be adam.
Anne, yaşlı at her şeyin farkında anne. Doyuruluyorum, temizleniyorum, oyalanıyorum, rüyalarıma yasaklar koyuluyor, daha fazla karınca bahşediliyor. Nedenini biliyor bu yaşlı at anne. Bu koca solgun gravürün önemsiz bir parçasıyım ben. Çok önceleri öldüm ben ama fişlerimi çekmiyorlar işte. Dip balıkları ölmeden önce su yüzüne çıkarlarmış. Yüzeye çıkıyorum ben anne. Ölümüm en büyük isyanım olacaktı bu dünyada, insanca. Biliyorum anne, her şey ahırın kapılarına kapılarına vurmayayım diye.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dore


Tuna Erdem kimdir?

insanım, herkes kadar.

Etkilendiği Yazarlar:
edip cansever,ece ayhan,ilhan berk


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna Erdem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.