Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Eşi hemen evlerinin yakınlarında ki bir özel hastaneye götürdü. Orada çekilen röntgen ile, ambulansa attıkları gibi, Yedikule Göğüs Hastanesi’ne yetiştirmeye çalıştılar... Gerçi götürürlerken nereye gittiklerinin farkında bile değildi... Bir de giderken ambulans kaza yapmasın mı? Sedyeden yuvarlanmıştı... Neyse ki çok önemli bir kaza değildi...Tekrar hastaneye ulaşmak için yola koyuldular... Acile aldılar hemen... Çekilen filmlere bakan doktorlar koşturmaya başladı. Aletler getirdiler ne olduğunu anlamadığı. Biri, canın çok acıyacak ama dayanman gerek dedi. Seni uyuşturmaya zamanımız yok. Biraz dayan olur mu dedi. Ve aniden neşteri attılar göğsüne canlı canlı. Kurbanlıklar gibi kesiyorlardı bir yerlerini. Çığlıkları hastaneyi kaldırıyordu. Ki nerde, hangi hastanede olduğunun farkında değildi. Sadece bir bayan doktorun, onu sakinleştirmeye çalışan sesi ve duyduğu acı vardı. Birden herşey kapkara oldu… Bayılmıştı, yüksek acıdan... Kendine geldiğinde, bir ameliyathanenin, yoğun bakım kısmında yatıyordu... Kıpırdamaya çalıştı, canı çok yanıyordu... Derin bir nefes aldı, ciğerlerine nefes gidiyordu... Öldüm heralde ben dedi. Gözleri kapanıyordu. Üç gün sonra, kendisini daha iyi hissediyordu... Tuvalete bile kendisi yavaş yavaş gitmeye başlamıştı. Onu, kontrole gelen hastane yönetici doktoru, takılan aletin çıkarılabileceğini, artık nefes alabildiğini söyledi. Nasılda sevinmişti. Hemen hayallere başladı... Eve gidecekti, yavrusunu öpüp sevecekti. Yüzü gülücükler ile dolu idi. Ve Doktor Bülent içeri girdi. Hocam erken değil mi dedi. En azından şansımızı deneyelim dedi hocası. Ve denediler. Anında ciğerleri çöktü. Dr. Bülent resmen hocasına küfretti. Henüz yeni, dikiş attığı yerden keserken, çığlıkları hastahane koridorlarında yankılanıyordu. Bedeni çok hırpalanmıştı. Bitkindi. Aynı odada birlikte kaldığı, Romen kadın, ikide bir ona “Sen Kaput” diyordu. İlk önceleri ne demek istediğini anlamıyordu. Sonra farketti ki, kadın ona ölümden döndün demek istiyordu. Aradan bi kaç gün daha geçmişti, bu sefer o kadar kolaylıkla ayaklanamamıştı... Daha kolay nefes alması için, taktıkları dren kalbini acıtıyordu... Nefes aldıkca batıyordu, drenin ucu... Uyuşturucu yapılıyordu devamlı ancak, pek etkilemiyordu... Nefes almaya korkuyordu... Ne garip, insan nefes alamasa, ölür, o ölmekten değil nefes almaktan çok korkuyordu... Zaman kavramını yitirmişti artık... Yavrusu hiç aklından çıkmıyordu... Kendinden çok ona üzülüyordu... Ziyaretci almıyorlardı yanına... Sadace hareket etmesine yardım etmesi için tek bir kişi refakatciye izin vermişti doktorlar. Kardeşi kalıyordu hep yanıbaşın da idi... İyi ki varsın kardeşim diyordu hep... Aradan uzun bir zaman geçmişti yine, tekrar içindeki drenin çıkarılmasını istedi hoca… Bülent, içinden küfrediyordu... Bütün gün, yok oldu Bülent ortalardan... Sanırım o çıkarmak istemiyordu... Diğer doktorlar çıkarsın diye yok olmuştu... Ama onlarda çıkarmadı... Gece geç saatte geldi, yanına... Sohbet ettiler biraz, çıkarmak istemiyorum ama, sabah hoca geldiğinde, bunun takılı olmaması gerek dedi... Görev başındaki doktor olmuştu yine... Bir canlı müdahale gece 1 gibi başlıyordu... Bu sefer daha dayanıklı olmak istedi... Çok canı yansa da dişlerini sıkmaktan mahvolmuştu... Ama yine bazen dayanamayıp ağladı usul usul... O halde bile, yavrusu gözlerinin önünde idi... İşte buna dayanamıyordu Dr Bülent... Çığlıklarına ve ağlamasına... En sonunda çıkarmıştı ve dikiyordu deldikleri yeri... Çok rahatlamıştı... Nefes de alabiliyordu, kalbi de acımıyordu ya, ondan iyisi yoktu... Bülent ile şakalaşmaya bile başlamıştı.. 10 dakika olmuştu, Dr Bülent yanından ayrılalı… Birden bire, sol göğsünün şiştiğini farketti. Balon gibi şişiyordu... Nefes aldıkca, hava ciğerlerine değil, deri altından, göğsüne gidiyordu... Şu hemşireyi çağırma düğmesi nerdeydi? Bulamıyordu bir türlü... Kardeşi de yoktu ortalarda. Seside çıkmıyordu bi türlü... Bağırmak istedikce boğazında şiddetli ağrı oluyordu. Nihayet düğmeyi buldu ve son gücü ile bastı... Hemşire onu görünce, öyle bi doktor diye bağırmış ki, Bülent anında geldi... Soğukkanlılığını korusada, gözlerinden çok korktuğu belli idi... Bu sefer onu korkutmamak için dayanmaya çalıştı... Bu adam onu yaşatmak için gece gündüz yanında idi... O da onun için en azından bunu yapabileceğini düşündü… O halde bile başkaları için, yapabileceği şeyler olması onu mutlu etmişti. Kararlı idi. Bağırmayacaktı... Enjektörlerin ucundaki iğnelerden istedi hemşireden… Akapunktur yapar gibi deri altına sapladı hepsini… Göğsüne dolan havayı dışarı vermeye başladı... Olmuyor du çıkmıyordu bi türlü hava... Gözlerine baktı, ne olur dayan dercesine… Sadece gözkapaklarını, peki dercesine zorla kıpırdattı...Göğsünün, üst kısmına neşteri attı, doktor... Bağırmadı... Deri altında biriken havayı dışarı attı… Olayı duyan tüm hastane doktorları gelmişti. Bülent’e yardım eden hemşire hariç, hepsi seyrediyorlardı. Bütün havayı dışarı atınca, kürek kemiklerinin ordan bi yerden delip ciğerlerime ulaşıp, dren taktı yine. Son dikişini de atınca, elini tuttu. Teşekkür ederim dedi ve gitti... Gece yaşamış oldukları, tüm doktorlar tarafından konuşuluyordu... Tabi Bülent'in de nasıl müdahale yaptığı günün konusu olmuştu. 2 gün görünmedi ortalarda Bülent... Kayıplarda idi. Bu hasta onu çok yıpratmıştı. Hatta ağlamasına dayanamayıp, küçük oğlunu, bile gizlice hastahaneye sokmak istemiş, ama sonra, ameliyathane kısmı olduğu için bebeğin, kolaylıkla mikrop kapabileceğini düşünerek bundan vazgeçmişti. Onunla sohbet etmek çok hoşuna gidiyordu. Aynı kitapları okumuşlar, aynı filmlerden hoşlanıyorlardı. Müdahale ederken, onu rahatlatmak için, sohbet ederken, bir çok ortak noktaları olduğunun farkına varmıştı. Hatta, Aziz NESİN’in hikayelerini okurken, ikiside kahkahalarla güldüklerini itiraf etmişlerdi. Bir tek onun kitaplarını okurken kahkahalar attım demişti. Bunu duyunca çok şaşırmış, çünkü aynı şeyi oda yaşamıştı. Bu sohbetler, diğer hastalardan ayırmıştı onu. Tüm boş zamanlarında, daha önce bu hastalığı geçirenlerin tedavi aşamaları hakkında araştırma yapıyordu. Diğer hastaların rahatsızlıkları sağ tarafta iken, bunun sol tarafta, kalbine yakın yerde, akciğer zarı patlamıştı. Ciğerleri kötü durumda idi. Bu halde bile, gülümsemesi gözlerinin önünden gitmiyordu. Ona birşey olamasına izin veremezdi. Mutlaka yavrusuna kavuşması için, elinden geleni yapacaktı. Bu düşünceler içinde olduğu yerde uyuyakalmıştı Doktor Bülent. Sabahın, ilk ışıkları ile hastanede hareketlilik başlıyordu. Soğuk havaya rağmen, güneş yüzünü çıkartıyordu. Karşısında yatan Romanyalı kadına baktı. Vatanından çok uzaklarda, yabancı bir ülkede, beş parasız bir şekilde hastahanede yaşamaya çalışıyordu. Ne kadar da güçlü bir kadındı. Tek hayali, iyleşip, ülkesine dönebilmekti. Bildiği tek tük Türkçe kelimeler ile hayatını anlatmaya çalışırken, keşke ikide bir şu “kaput” kelimesini kullanmasa, diye düşündü. Dışarıyı seyretmeye başladı… Kış şiddetlenmişti dışarda. Acaba oğlu nasıldı.Bir sızlama oldu içinde,ama bu hastalıktan değil, ona kavuşamama korkusundan dı. Nasılda özlemişti onu koklamayı. Hoca geldi yanına. Seni çok uzun sürecek bir ameliyata alacağız. Ancak Amerika’dan bir alet gelmesi gerek, o elimize geçer geçmez, acil ameliyat listesindesin dedi ve gitt Bu hocalar, daha bi duygusuz oluyor. Gözleri hiç parlamıyor diye düşündü içinden. Komik bayan doktor nerdeydi acaba? O Romen hastanın doktoru idi, ama Dr Bülent’e de çok yardım ediyordu. Ona özel bir ilgi duyduğu belli idi. Ama Bülent bunun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Hemşire elinde enjektörlerle girdi. Sabah, akşam ağır antibiyotik iğneler yapılıyordu. Kalçaları delik deşik olmuştu. Bazı iğne yerleri çok acıyordu... Hemşire iğneyi batırdığında, iğnenin yakmasını hissetmemek için başka şeyler düşünmeye çalıştı. Babası geldi aklına. Tam hastahaneye yattığı gün babasının birinci ölüm yıldönümü idi. Bu kadar tesadüf de çok ilginç gelmişti ona... 6 Ocak onun hayatında kötü bir gün olarak kalacaktı hep. Bulundukları binanın koridoru çok uzundu... İlk girişte, merdiven başında bekleme koltuğu koymuşlardı bir tane. Ayakta olan hastalar ancak orda ziyaretci kabul edebiliyorlardı. Tuvalete gitmek istedi. Kardeşinin yardımı ile kalktı. Ayakta çok duramıyordu. Koridorda, yan odada yatan yaşlı hasta ile karşılaştı. Adam saati sordu. Kızkardeşi, 11:30 diye cevapladı. Tuvaletten çıktığında, adamın koridorda yerde yattığını gördü. Bir doktor kalp masajı yapıyordu. Hemen sedye getirdiler ve acil müdahale odasına aldılar ama, nafile, çoktan ölmüştü yaşlı adam . Gecenin karanlığı çökmüştü hastahaneye. Bir sessizlik hakimdi her yerde. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Doktor Bülent, kapıdan nasıl olduğunu sorup, gitmişti hemen. İşi çok heralde diye düşündü. Gündüz yaşadığı olay aklından çıkmıyordu. Adam sanki ölüm saatini öğrenmek istemişti. Saatin kaç olduğu öğrenir öğrenmez ölmek, nasıl birşey diye düşündü. Ölüm saatini bilmek garip geldi. Ben bilmek istemiyorum diye düşündü. Hemşire elinde, iğnelerle girmişti içeri yine. Eyvahh gitti kalçalarım dedi. Geç saatlerdi yine, koridorda bir koşturmaca yaşanıyordu. Bağrışlar, çığlıklar gittikce yükseliyordu. Ağlama sesleri geliyordu. Hemşire ziline bassa gelemezdi sanırım kargaşada. Kardeşinin yanına gelip, neler olduğunu anlatmasını bekledi. Geldi. Bir aşiret reisi, kurşunlanmış. Tüm aşireti orda idi. Zorla çıkarmışlar dışarı, adamı acil ameliyata almışlar. Ameliyat doktoru Bülent imiş. Bu adam hiç uyumuyordu sanırım. 24 saat acil müdahalede idi. Biyonik doktordu o. Ameliyat başarılı geçmiş, hastayı yoğun bakıma almışlardı bi kaç saat sonra. Aşiretinden bir nöbetçi bırakmışlar, o meşhur bekleme yerinde. O da sanırım heyecan ve korku etkisi ile bir sigara yakmış. Keşke yakmasaydı. O yakar yakmaz, pencere açık olmasına rağmen o uzun koridora rağmen, nefes alamıyordu yattığı yerde. Sigara dedi sadece. Kardeşi, hemen oksijen maskesini takıp doktoru çağırmaya koştu. Ama o doktorun gelişini görmedi. Bayılmıştı. Kendine geldiğinde, kardeşi anlattı neler olduğunu... Bülent koşarak gelmiş ve onu o halde görünce, adamı iterek atmış dışarıya. Tekrar dren çıkarılıp, yenisi takılmış. Gözlerini açtığında Dr. Bülent sandelyede oturmuş uyukluyordu. Doktor'cum, yatağından mı kovdular seni diye uyandırdı :) Gülümsediğini görünce rahatladı ve gitti... Hoca geldi yine, alet gelmiş. Sabah erkenden ameliyata alacaklarmış. Ameliyattan korkmuyordu. Bülent kurtaracaktı onu, ölmesine izin vermeyecekti, bunu çok iyi biliyordu. Gece geldi yanına. Hemşirelere sabah için talimatlar vermeye başladı. Heyecanlımısın dedi. I ıhh. Korkmuyor musun dedi. I ıhhh. Güldü, buna çok sevindim dedi... Ben ameliyatında olmayacağım, hoca kendisi girecekmiş, adım yok listede dedi. İşte o zaman korktu. O gözleri parlamayan hoca, onu kurtaramazdı. Ölümü onu üzmezdi. Başamadık, hasta x oldu der evine gidip, viskisini içerdi. Sen ameliyatta olmazsan ben de ameliyat olmam. Sen kurtarırsın ancak beni, yalnızca sana güveniyorum ve o kadar doktor içinde ölürsem bir tek sen üzülürsün, bunu biliyorum. Sen olmayacaksan hocan evime yollasın beni dedi. Peki, üzülme hoca ile konuşacağım dedi ve gitti. Sabah onu ameliyat edecek ekip de hocanın, yardımcısı Bülent idi. 9 saat sürmüş ameliyat. Çok uzun ve yorucu bir ameliyat olmuş. Yine yoğun bakımda idi. Hemşirenin geldiğini, tansiyon ölçtüğünü hissettim kendime gelirken... Yine dr diye bağrınıyordu. Ne olmuştu yine ya. Yeter artık sus diye sayıklıyordu. Bülent koşarak geldi yine, hemşirenin ölçümü ile tansiyonu alamadığını söyledi. O tansiyon sadece ölü de olurmuş. O sadece nefes aldıkca acıyan canını hissediyordu. Bir de çıplaktı, üşüyordu. Tansiyon yüzünden uyuşturucu ve ağrı kesici yapamadılar. İnlemeleri durmuyordu. Bülent sabaha kadar başında bekledi. Sandalyede oturup onunla konuştu... Elini tuttarak, acısını hafifletmeye çalıştı… Sabah, gerçek anlaşıldı... Hemşirenin aleti bozukmuş. Doktor Bülent yine kıyametleri kopardı. Düzeliyordu nihayet. Nefes almaya başlamıştı. Ve taburcu oldu. Tam bir buçuk ay, yoğun bakımda kalmıştı... Dışarda hayat ne güzelmiş... Oğluna sarılması, an meselesi idi artık. Çok özlemişti onu çok. Bülent onu yolcu ederken, "Kendine çok iyi bak, bir daha buraya hasta olarak gelme, sadece doktor arkadaşını ziyareten gelen bir dost ol" dedi. Peki sana söz veriyorum dedi. Sözünü tuttu. Sigara da içmedi, hasta olarak, o hastahaneye de gitmedi... Bülent de, İngiltere’ye master yapmaya gitmişti. Sonra geri gelmedi. Geldiyse de o hiç bilmedi. Görüşemeseler de hala ona verdiği sözü tutuyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nells, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |