Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire |
|
||||||||||
|
Türkiye nüfus, ekonomi ve kültür yaşamı açısından dünyanın yüzde birine denk düşen bir ülke. Bizde yazılanların aşağı yukarı yüz misli yazı, yorum, şiir vb yayınlanıyor her hafta yeryüzünde. Yüz milyon veya belki çok daha fazlası yazı! Her biri birilerinin zihninde şekillenmiş fikir, duygu, anlatım yumakları. Birileri yazdıklarında bir kıymet olduğuna inanmış ki, o yazılar karşımızda. Bunların kimisi basit bir yorum olabilir, ama kimileri de yüzlerce sayfayı bulan eni konu kitaplar. Geçenlerde internette bir sayı ilişti gözüme. 2003 yılında piyasaya çıkan yeni, özgün basım kitap sayısı: 1 000 000. Bir milyon farklı kitap! Kimi yüz tane basılmıştır belki, kimi bin ama fark etmez. Bir yılda, bir milyon kitap ve bu sayı her yıl giderek artıyor. Bir insan ömrü boyunca en fazla kaç kitap okuyabilir? Pop roman çağı. Haksızlık etmeyelim hepsinin değil, ama çoğunun kuralları ve kalıpları önceden belirlenmiş, otomatik romanlar. Yayımcı bir düğmeye bastığında, diğer uçtan kahramanlar ve hikayeleri çıkaran roman makinası insancıklar. Bunca roman, şiir, deneme, eleştiri, öykü ve yorum içinde, kaçı yeni bir şeyler içeriyor sizce? Yeni kelimesini en geniş manada kullanıyorum, söz konusu yazılar şekilde yeni olabilir, içerdiği düşüncelerde yeni olabilir. Yeni kelimesini en geniş ve en önyargısız kullandığımızda bile büyük ihtimalle bir tek yeni yazı ile karşılaşmıyoruz bir hafta, bir ay, hatta eğer sıkı bir okur değilsek belki de bir yıl içinde. Daha da kötüsü, doğrunun anlamını yitirdiği, haklıyla haksızın birbirine karıştığı, insanların dar bir dünya görüşü ile kabullendikleri dünya anlayışlarını, birbiri üzerinden sağlamasını yaptığı yeni bir post modern dünya ile karşı karşıyayız. Bir kabus. Milyon satan Dan Brown'u aydınlanmacı sanıyorsunuz, öyle değil mi? Okunabilecek çok satan alternatifleri arasında ön sırada o var da, o yüzden. Yoksa güçlü bir düşünce ve roman kurgusuna sahip, ama az sattıkları için adlarını bile duymadığınız bir çok daha iyi yazar var. Bir fikrin gücünü milyonların desteklemesi veriyorsa, bunun adı kalabalıklar oligarşisidir. Milyarlarca sinek yanılıyor olamaz ey insanlık, kusura bakmayın ama, b.k yiyin o zaman... Üstelik o milyonların görüşleri öyle kaygan zeminlerdedir ki... Bir önceki yazımda (Naçizane Bir Kehanet) bahsetmiş olduğum Uzan’ın kaybolan oyları örneğini hatırlayın. Eğer açıpta yazıyı okumuş olan 2 şanslı kişiden biri sizseniz. (Ah, o anında rating bilgisi yok mu İZ edebiyatın, insanın gerçeği yüzüne vuran o okunma sayıları! Ama pop ve post-modern çağımızda kabul edelim ki okunduğumuz kadar kiymetimiz var. Samimi olarak bu sitede iki kişinin bile yazıları okumasını kıymetli görüyorum, çünkü bu sitede kaliteli bir okur ve yazar grubu var, bana sorarsanız). Bir yerlerde -Flaubert’indi sanırım- bir basit insanlar sözlüğü okumuştum. Gündelik fikirler, boş yorumlar ve kelimelerden oluşan. Çağımızın özeti. Karamsar yorumumu en uç ve en açık şekline taşıyorum: Fransız Devriminden sonra kalabalıklar çocuklarını yanlarına alarak bir panayır yerine, bir eğlenceye, bir spor karşılaşmasına katılır gibi giyotin törenlerine katılırlardı. Amaç, kafası kesilenlerin son anlarında nasıl göründüklerini gözlemek gibi sportif bir faaliyetten ibaret değildi sadece, içini dökmekti amaç kalabalıklar için, deşarj olmaktı. Yaptıklarının iğrenç bir şey olduğunu bir kalabalık halinde yaptıkları için fark etmiyorlardı. O günlere kadar kendilerinden daha güzel bir hayat sürdürdüklerini düşündükleri soyluların kafalarının kesilmesi sırasında, o zavallılara en ağır hakaretleri yağdırırlardı ve böylece kendi fakir ve sefil yaşantılarının dertlerini bir an için unuturdu kalabalıklar. Ağızlarından kendilerinden önce başkalarının ağzından binlerce kez dökülmemiş bir tek kelime çıkmazdı. Bu tek seslilik hakaretlerinin daha gerçek olduğu hissini verirdi o cahil kalabalıklara, binlerce, milyonlarca kişi o şekilde düşünüyorsa, o düşünce yanlış olamazdı. İşte şimdi bir bakıma o kalabalıkların tek sesli yorum, çığlık ve hakaretlerini duyabiliyoruz internette. Tek fark ile, geçmişte avam oldukları için ancak idam meydanlarında sesleri çıkabilen kalabalıklar, bir haberi okumak istediğimizde, bir tuşa merakla veya kazayla dokunmamızla odamıza kadar rahatlıkla girebiliyorlar. Hafta sonunda yine öyle bir haberle karşılaştım. Biliyorsunuz veya büyük ihtimalle bilmiyorsunuz, çünkü size sormadan bu kararı aldılar basın kuruluşları ve sizin haberiniz olmadan aldığınız haberleri şekillendiriyorlar onca zamandır. Biliyorsunuz basını ilgilendiren yeni hükümler yürürlüğe girecek yakında. Yasa ile amaçlanandan biri de basının en azından bir ölçüde olsa şu anda mevcut olan aşırı kontrolsüzlüğünü, 3. sayfa haberleri denen aşırı kan-gövde, vahşet, taciz vs haberlerini ve insanları yeterli bir kesinlik olmadan suçlu ilan edişlerinin önüne geçmek. Ne ölçüde bu haklı amaca hizmet edeceği, ne ölçüde bir baskı kanunu olduğunu uygulama gösterecek. Kamunun haber alma özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerde mevcut görünüyor yasada ve kimi düzeltmeler yapıldı, basını tatmin etmedi, neyse, konumuz bu değil. İşin basın açısından kötü görülen tarafı şu, medya bu türden 3. sayfa adliye haberleri ile satış toplamaya alışmış durumda ve yasayı da sonuna kadar kanırtmaya şimdiden istekli. Hatta iç toplantılarında aldıkları karar şu: Yeni ceza yasası yürürlüğe girene kadar toplumun çok merakla okuduğu bu haberlere aşırı miktarda yüklenelim. Evet, sizin ne okumanız gerektiğine karar verdiler ve siz de sus pus okuyacaksınız 13 gün boyunca daha fazla adliye haberini... Sonuçta basın ve internet haberciliğimizde şöyle bir gelişme ortaya çıktı: Son 6 ayda Türkiye’nin asıl gündemi ile alakasız ana başlıklarda -evet ana başlıklarda- Alanya’da rus kadının poposunu nasıl ellediler haberlerini yalnız okuma değil, aynı zamanda boy boy fotoğrafları ile olayı her türlü ayrıntısıyla görebilme şansı. Bana ne demeyin, okuyacaksın kardeşim, koca adamlar boşunu basın yayın okumadı ya. Gerçi şu anda tüm basın çalışanlarının ortalama eğitim seviyesini araştıracak olsak sanırım orta sondan terk sonucuyla karşılaşacağız. Doğan Beyin doktorasını da dahil ettim istatistiğe... Bu tür haberlerden biri daha geçen Cumartesi mynet te karşıma çıktı. Haber okunduğunda insanın tüylerini ürpertmek amacıyla yazılmış, besbelli. Kadının birini tanımadığı adamlar kaçırmış, şöyle işkence etmiş, böyle alıkoymuş. Üstünde sigara yanıkları, fotoğraflar korkunç. Hemen polisimiz bir takım zanlıları gözaltına almış, uygun bir şekilde sorgulamak üzere. Bir şey rahatsız ediyordu beni. Sanki o bakışları daha önce görmüş gibiydim. Hayır, o kadınla daha önce hiç karşılaşmamıştım, onunla aynı tür ortamlarda bulunduğumu bile sanmıyorum. O zaman beni rahatsız eden neydi? Birden kadının bakışlarında yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımın kız arkadaşında rastladığım bakışları gördüğümü fark ettim. O kızın yalancı, uyuşturucu bağımlısı, ruh hastası bir kız olduğunu anlamamız çok sürmedi. Kısa bir dönem her türlü maddi manevi zararı verdikten sonra -biraz da benim telkinlerimle- arkadaşımın hayatından defolup gitmişti. O bakışlar, o yalan söylediğini ele veren hasta bakışlar. Haberin altına baktım, mynet te bilirsiniz saçma bir uygulama vardır, okuyucu yorumlarından ilk üçü hemen haberin altında yer alır. 412 adet yorum eklenmişti. Kendimi anlamsız bir şekilde bu korkunç yorumları okuyup, bir yerlere geçirme isteği içinde buldum. Uzun ve hiç bir getirisi olmayan bir işti bu 412 yorumu kopyalamak. Ama resmini istiyordum 2005 yılı Türkiye’sinin, al sana en gerçek resmi. O yorumları bu yazının sonuna eklemek isterdim. Onları tek tek okumanızı isterdim. Doğru düzgün bir cümle kurmaktan aciz kalabalıkları. Birbirini tekrarlayan, bu lafı daha önce başkasının ağzından da duymuştum dedirten yorumlar. Okudukça daha da karanlığa battığınız yorumlar. Kimileri bir nick kullanıyordu, kimileri ise düpedüz gerçek isimleriyleydiler. Neler söylemiyorlardı ki... En az 20 tanesi o adamları cinsel organından sallandırmaktan bahsediyordu. En az 100 tane bayan bu ülkenin nasıl rezil bir ülke olduğunu anlatıyordu, hiçbir zaman işlenmemiş bir suç üzerine. Ama nasıl hakaretler. Birisi o heriflere cezaevlerinde nasıl muamele edileceğinden bahsediyordu, bilgili ağır abi. Birileri Türkiye’nin adını böyle münferit olaylarla zedelememenin önemini bayanlardan birini uyarır tarzda iletiyordu. Turizmimize verdiği zararlar yoğun tartışma altındaydı. Bir kişi, 412 kişi içinde bir kişi bile, durun bakalım, biraz itidal, sakin olalım gibi bir yorumda bulunmuyordu. Bir kadının yalan söylemesi- haşa o akılların köşesinden bile geçmez kimsenin. Ama erkekleri sallandırmaya herkes çok meraklı. Bir kişinin her ülkede bu türden suçları işleyebilecek tek tük densizlerin olduğu yolundaki bir yoruma, onlarca kişi hücum ediyordu, hayır kalabalıklar kan istiyordu, sallandırmak ve arkasından bir sigara yakıp keyfine bakmak istiyordu, yüzelli yıl önceki Fransız kalabalıkları gibi. Çünkü kalabalıklar bunu bilir. Özellikle tek seslilik arttıkça. Neticede suçlayan kadının da, yeryüzündeki erkek/ kadın diğer insanlarda görülebilen bir müsibete, yalancılıklık ve isteriklik müsibetine tutulmuş olduğu, pek de başarılı olmadığı sahne hayatına bir doping olarak işi tezgahlandığı ortaya çıktı da, gözaltındakiler ucuz atlattı olayı. Kalabalıkların gerçeğin ortaya çıkması üzerine yorumlarına baktım, 3 adet yorum vardı. Gerçek kimsenin ilgisini çekmiyormuş demek ki. Vayvaydı yorumlardan biri. Bir diğeri hala inanmamış, ya insan kendine böyle şey yapar mı, işin altında bir iş var şeklinde. Asılacak adam bulamamanın huzursuzluğu. Kadın tutuklanma istemiyle savcılığa gönderilince gelen yorumlara baktım. Sıfır. Sıfır. Saatlerce sıfır. Utanmışlarmıdır acaba? Sanmıyorum, yeni bir asılıcak erkeğin peşindedir o zavallılar. Kadın elbette tutuklanmadı, kadın iftirası suç teşkil etmez yasalarımızda, daha öncede örneklerini hatırlarsınız ünlü bayan poponun Reha Muhtarlarda çıkan o ünlü “oh” diyordun tartışmalarını ve kadının onu delice sevdiğim için iftirada bulundum zırvalarını. Şuna bir kez daha inandım: Ne kadar çok kişi bir fikri destekliyorsa, o fikrin yanlış olma ihtimali o kadar fazla. Neden mi? Kalabalıklar doğruluğundan kesin olarak emin olamadıkları, diğer taraftan kendi düşündüklerinden farklı olması durumunda hayatı algılayışlarında ciddi bir sarsılmaya sebep olabilecek durumlarda, başkalarının fikirlerine benimsemeye ve daha körü körüne bağlanmaya istekliler. Geçmişte kimi tasavvuf öğretilerinde ilerlemek isteyen, eğitim almak isteyen gençlere ilk aşamada her türlü fiziksel ıstırap yaşatılırmış. Her aşamada biraz daha fazla bilgiye hakları doğarmış yeni katılan müritlerin. Amaçlanan taşımayacakları kadar fazla gerçeği müritlerin birden önlerine sürmemekmiş. Ancak yıllar süren bir çile ve ıslah sonrasında son aşamaya ulaşılabilirmiş. Oysa artık gizlenebilecek bir bilgi kalmadı yeryüzünde. Her türlü bilgi nerede araması gerektiğini bilenler için açık önümüzde, özellikle internette. İnanın bana, o yorumların, o zırvaların arasında değil belki, ama bir yerlerde gerçeği bilen, doğruları söyleyen birileri var. Kimse tüm gerçeğe, tüm bilgiye sahip olamaz günümüzde, herkes bir parçasına sahip, parçaları bütünleştirmek bize kalıyor. Tanıyorum, karşıma çıktıklarında onları. Kimi zaman yabancı bir bilimsel sitede Dawkins, bir kitabında Kundera veya hiç beklemediğim bir anda İZ edebiyatta girdap takma adıyla. Susmadan haykırıyorlar insanlığın yüzüne gerçekleri. Zannedilenin tersine komplo teorilerine sebep olabilecek gizli bilgiler çok az kaldı yeryüzünde. Ama gerçekten nasıl oralara gidebileceğimizi bilmiyoruz. Daha da kötüsü gitmekte istemiyoruz. Düşünmek, aramak istemiyoruz. Anlamını çözmek veya hayatımıza olması gereken anlamı vermek istemiyoruz. Kulaklarımız tıkalı. Gözlerimiz tamamen kapalı, yinede gözümüzde bir görüntü: Meydanda bir soylu. Bağırmakla, tezahuratla geçiyor tüm vaktimiz: Giyotin istiyoruz, giyotin istiyoruz!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |