Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Saat: 23 25 Yer: Bostancı Son ada vapuru 12'yi çeyrek geçe. Neredeyse bir saat var vapurun kalkmasına. Zamanı nasıl geçireceğimi bilmiyorum. Meydandaki küçük parka ilerleyip bir banka oturuyorum. Oturduğum yerden arka taraftaki bankta oturan bir grup orta yaşlı adamın sohbetine kulak misafiri oluyorum. Tanrı, din, bilim üzerine hararetle tartışıyorlar. İçlerinde en çok konuşanı diyor ki: "Ben bilime inanmıyorum zaten. Bak televizyona. İnsanları evlerine hapsediyor." Bir diğeri de aynı heyecanla başka beylik laflar söylüyor. Diğerleri sanki daha önce aynı lafları yüzlerce defa duymamışlar gibi çoğunlukla dinliyorlar, nadiren konuşuyorlar. Bir kara kedi geçiyor önümden. Ona doğru bakınca, bana doğru seğiriyor. Yiyecek bir şey veririm belki diye. Ellerimin boş olduğunu anlaması bir kaç saniye bile sürmüyor, hemen yoluna devam ediyor. Aklıma üzerine 19 yaşında beste yaptığım uçuk bir şiir geliyor: "…Geçer sokaktan bakışsız bir kedi kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk, kanatları sığmamış..." İkinci yeni akımından bir şiir. Ve elbette pek garip. Anlamsız. Şairi Ece Ayhan. Henüz bir çocukken ablası intihar etmiş, derin olarak etkilendiği bu ölümün bir ilgisi var mı yazılanla? Ablasının hayali mi bu çuvalda giden? Ama sanırım ablası bir kedinin çuvalına sığmak için çok iri sayılacak yaştaydı intihar ettiğinde. Zannetmiyorum bu olayla bu şiirin bir ilgisi olduğunu, hatta belki de Ece Ayhan şiirlerinin herhangi bir düz anlamları olduğunu. Yazmak istediği gibi yazmış olmalı, elbet kendisine sormak lazım. Bir çocuğun ölümü, çocukla melek benzeştirmesi, bakmadan geçen bir kara kedi… Şairin istediği yere çekilebilirsek –ki Ece Ayhan şiiri ile oldukça zordur bunun gerçekleşmesi- kuvvetli bir çağrışım ve hayal gücü görüntüleri uyaran bir etkisi olabiliyor kimi zaman Ece Ayhan şiirlerinin. Hayal gücü görüntüleri: İmgelem gibi halka ulaşamamış veya imajinasyon gibi yerleşmesi lüzumsuz bir yabancı kelime yerine kullanıyorum bu üç kelimeyi. İmgelem kelimesinin tutulmuş olmasını yeğlerdim, ama öylesi çok bilmiş çağrışımlar uyandırıyor ki bir çoklarında bu kelime, tuttuğum notlarda bile kaçınıyorum kullanmaya. İşte bu da kelimeler dünyasında ölü doğuma güzel bir örnek sayılabilir. Umarım haksızımdır bu konuda. Ece Ayhan’a şiirinin ne anlama geldiğini – bize özgü, entelektüel olmayan bir dille- sorsaydık... Tahminim bize kızardı şiirini anlamaya çalıştığımız için. Şiirin anlamın ötesinde bir ses ahengi olduğu hakkında bir söylev dinlerdik belki. Belki ölmüştür o adam, neden o şiiri o şekilde yazdığını kimse bilemeyecek.* Şu anda benden başka Ece Ayhan şiiri üzerine hiç kimse oturup bir şey yazıyor veya düşünüyor mudur acaba? 50 veya 100 yıl sonra kimse bilecek mi onun adını? Tıpkı benim çektiğim acıları hiç kimsenin bilmeyeceği gibi... Varoluşun notlarını tutmaktan öte bir suçu olmayanlara toplumun biçtiği değerin ifadesi onca acı... Ama hakkını vermek lazım, o şiirlerin üzerine beste yapması keyifli ve kolay oluyordu, -itiraf etmeliyim ki- şiirleri pek takmadığımdan. Çoğunun bir dizesini bile hatırlayamıyorum şu anda, ama melodiler hala kulağımda. Belki ben doğmadan ölmüş ağabeyimi düşündürdüğü için veya -daha büyük bir olasılıkla- gözümde canlandırdığı çılgın görüntü sebebiyle aklımda kalmış şiirin o dizeleri, yoksa pek etkilendiğimden değil. Ama şairinde amacı bu değil miydi zaten? 20’li yaşlarımda müzisyen olma planlarımda o bestelerin üzerine bir fırsatta kendi yazdığım sözleri yerleştirmek vardı. Hiç bir zaman olmadı. Güzel bir anı olarak aklımda yaptığım besteler ve onları 8 kanal kayıt yapan synthesizer ile kaydederek geçirdiğim günler. Başkalarının –en başta kendi kardeşimin- daha iyi müzik yapıyor olduğuna karar verdim ve müzikle ilgilenmeyi kestim. Benim gibi fazlasıyla rasyonalist bir insan için tutarlı bir düşünce; zamanın ve emeğin boşa harcanmaması için bir işi en iyi yapabilen yapmalı. Ama o bestelerin benim için yerleri ayrı. Benden başka neredeyse kimsenin dinlememiş olduğu, büyük ihtimalle hiçbir yerde kayıtlı olmayan, notalarının yazıldığı defter çoktan çöpü boylamış besteler. Benimle birlikte kaybolacak, kaybolmaya çoktan başlamış beste kırıntıları. Kime ne? Zaten yeryüzünde kendi bedenimizi yaşatmak ve genlerimizi gelecek kuşaklara iletmekten öteye gerçekten neyin önemi var ki? Bu cesedi taşımakla yükümlüyüm, gerisi bahane. Üzerinde o kadar durduğumuz mutluluk bile bir amaç olamaz hayatta. Hayatta ne kadar mutlu olacağımız bile büyük oranda genlerimizle belirlenmiş, gerisi biraz çevre, biraz çaba, biraz da şans. Doğanın bizden beklediği mutlu olmamız olsaydı, bunu sağlayacak genlerle doğardık. Endişe cinsel isteği artırır, böylece daha endişeli bir kişinin huzurlu bir insana göre genlerini gelecek kuşaklara artırma şansı artıyor. Genler başarılı bir şekilde sonraki kuşaklara aktarılıyorsa, başka bir deyişle ne kadar çok çocuğu hayatta kalıyorsa veya çocuklarının da hayatta kalma şansı ne kadar yüksekse, o kadar başarılı o canlı yaşam savaşında. Bir bakıma kapıcı Murteza, hayatta olan sekiz çocuğu ve 15 torunuyla Süleyman Demirel’den daha başarılı bir hayat geçirmiş, değil mi? Zavallı bireyin mutluluğu ile onun genlerinin, yani asıl komut belirleyicinin amaçları ne kadar farklı! Endişeli bir hayat mı geçirmiş, yoksa nirvanaya mı ulaşmış, milyarlarca doları mı olmuş, yoksa Pakistan’da bir su borusunda pinekleyerek mi geçirmiş günlerini. Hayatta kalan ve yeni nesiller verecek çocukları olduktan sonra hiç fark etmez. Doğanın başka bir derdi yok bizimle ilgili. Yanlış anlaşılmasın, çevremizi ve hayatımızı güzelleştirmek için gösterilen çabaların, insancıllığın, kendimize ve başkalarına karşı sorumluluklarımızın bir anlamı olmadığını savunmuyorum. Bende bunlar için uğraş veriyorum hayatımda. Üstelik bu çabalar elimizdeki onca boş zamanı nasıl geçireceğimiz sıkıntısından kurtarıyor bizi. Tıpkı vapuru beklerken oturduğum yerden bir kağıt parçasına bunları yazmamın keyifsiz olabilecek bir bekleyişi keyifli hale getirmesi gibi. Fakat bizim için bir anlamı bulunduğunu düşündüğümüz her şeye bizim o anlamı yüklediğimizi unutmamakta bütün hüner. Kısacası hayatımızı daha güzel, yaşanmaya değer yapacağız diye göbeğimizi çatlatmaya gerek yok. Dünyada çok fazla yanlışlık var, bizim çabamız çoğunlukla akıntıya kürek çekmekten ibaret. O yüzden bir şeyler yapmayı kafaya takmadan sakince bekleyebilmek en zoru ve doğrusu. Elimizde olan şu kısa yaşam süresinde gökyüzündeki yıldızları seyretmekle, bir bardak suyu tadına vararak içebilmekle yetinebilmek gerçek beceri. Kafaya vapurun kalkmasına kaç dakika olduğunu takmadan. Susadım. Bakkal aramak amacıyla oturduğum banktan kaktım. 23 45 İstasyonun önünden geçtim. Saat hala 22 45'i gösteriyor. Yaz saatine geçildiğinin ya farkında değiller, ya da değiştirme zahmetini kimse göstermek istememiş. Bir hafta geçti üzerinden ama ne fark eder? Gerçekten, işlek bir istasyondaki bir saat yanlış zamanı gösteriyor olsun ne fark eder? 23 50 Suyu aldım, bankıma döndüm. 23 45'in kısa notunu yazdım biraz önce. Yoldan geçen bir çocuk bağırarak arabesk bir şarkı söylüyor. 23 55 Oturduğum yerden bu sefer başka bir banktaki birinin cep telefonu konuşmasına kulak misafiri oluyorum. Bağırıyor resmen, duymamak mümkün değil. Parktakilere hayatının reklamını yapıyor: "Gülşen'ciğim, bak ben sen kocana dön diye, aranız düzelsin diye yaptım bütün bunları... Bak beni doğru anlamalısın..." Anlamsız konuşması sürdükçe sürüyor. Aslında hiç sevmem insanları yargılamayı, onları oldukları gibi kabul etmeyi başarırım çoğu zaman. Fakat bu hiç tanımadığım adamın sesindeki sahtelikten, yalancılıktan keyfim kaçıyor. Konuştuğu kadın anlamıyor mu yalan söylediğini adamın? Elbette anlıyor olmalı. Belki umurunda değil kadının, hatta belki tercih ediyor yalanlar söylemesini. Belki böylesi onun içinde daha iyi, çok seyredilen sabun köpüğü diziler gibi renkli kılıyor yaşamını. Neden hemen aklımızda –şu anda benim aklımda, ama toplumsal bilinçaltımızın bir köşesine çakılmadığını söylemekte zor bu düşüncenin- zavallı kadın, nereden bulmuş bu yalancı, iki yüzlü adamı şeklinde bir tepki doğuyor? Toplumsal bilinçaltımız kadını güçsüz ve saf görmeye şartlandırılmış olduğu için mi? Doğrusu kimin kandıran kimin kanan; kimin haksızlığa uğrayan kimin haksızlık yapan, kimin güçlü kimin güçsüz olduğunu anlamak o kadar da kolay değil. Herkesin elinde farklı kağıtlar var, herkes oyununu farklı kurallarla, farklı bir şekilde oynuyor. Diğer banktaki orta yaşlı erkeklerden oluşan grup devam ediyor tartışmalarına. Şimdiki sohbet konusu Amerika. Konu değişmiş fakat konuşanların heyecanları ve hararetli konuşma tarzları aynı. Birileri bu adamlara söyledikleri basma kalıp laf başına para mı ödüyor? 24 00 Yan banktaki adam belki kendi tahmininden de olumlu geçen 5 dakikalık cep telefonu konuşmasının sonunu getiriyor: " Tamam Gülşen'ciğim, şimdi oraya geleyim mi, uygun mu senin için? ... Geliyorum, tamam 15 dakikada oradayım." Bu davet hiç hesabında yoktu anlaşılan, seviniyor, sesinden belli. Bankların arasında çalılar olduğu için daha önce yalnız sesini duyduğum bu adamın önümden geçerken kot pantolon üstüne beyaz gömlek giymiş, top sakallı, hafif topluca biri olduğunu fark ediyorum. 30-35 yaşlarında. Zaferini bütün parktakilerle paylaşmak ister gibi, Türkçemizde mevcut olmayan bir nida ile bağırıyor: "Yihhu, yihuuhu." Çocuksu, çok komik bir ses çıkardığı... Vapurun vakti yaklaşıyor, içtiğim onca sudan sonra çişim de geldi. İyisi mi kalkmalı artık. * Bu notları yazmamdan bir yıl kadar sonra Ece Ayhan’ın ölüm haberini okudum gazetelerden.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |