..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Şiir > Destan > ÖZHAN HAKAN




14 Ocak 2004
Zilan  
ÖZHAN HAKAN

:CGBE:
Ay düşer geceye,
bilinmezlikle dolu bir bilmecedir gece...
Melez şafakların utangaç yüzüdür
Öte yüzü ışık, öte yüzü biz olan yanımızdır.

Biz ışığa devrilen gecelerden geliriz...
Tan doğanda
ışığı hep biz
avuçlarımızda saklarız...
Düşümüz de hep yıldız yağmurunun hazanlarıdır
Ve biz
ışığa aşığız.

Avuçladığımız, doya doya içtiğimiz,
baktıkça utandığımız
ve her döngüsünde kendimiz olduğumuz gerçekliğimizdir O.
Ve O içimizdedir.
Bizde umudun içinde.
 
Bazen baharı selamlayan gelinciğin nazlı kirpiğinde takılıdır.
Bazen bir uçurum sessizliğinde,
bazen de sim kapıların ışıldayan tokmağında
asılıdır.

Belki zaman tünelinde kaybolan geçmişimizdir.
Belki de mekanı biz olan benliğimiz...
Ama her zaman
 yüzümüzü döndüğümüz Kybele'dir ışık...

Biz ışığa aşığız.
Mani'nin bahçesi kadar tutkunuzdur O'na.
Onda yaşar, onda ölür, onda ararız umudu.
Umut bir ateş parçası içimizde,
bir kurulu volkan,
ışığın huzmelerinde arınan gerçektir
umut...

Ve bu yürek atışında,
bir geleceğin kıyısına oturmuş tarihin seyrindeyim.

Ay düşmüş gecede
yıldızlara uzandım. Zülüflerine dokundukça ağladım.
Bir haziran yüreğimle
Fırat'a aktım ve tarih benim seyrimdeydi...

FIRAT.
Taşkın öfkende
kabarır yüreğim
Süzülen perçeminde,
Kınalı yataklarında döllenir
umudum.

Döllenen umudumla Fırat'taydım. Kıyılarına değen çapalara, toprağa düşen
tohumlara dokundum. İştar'ı gördüm, kara başlı çocukları, şiir dilli
anaları...
İştar'ı tılsımlı toprağın şafağında gördüm, utandım. Deniz gülüşleriyle
dokundu bana. Tanrıça kadar sıcak, tanrıça kadar yakındım ona... Sonra umuduma dokundu,
kutsanmış toprağını avuçlarımda sakladı. Ve ben suskundum.

Yıldızlar gezinirken gecede ben tarihin ötesindeydim.
Tarih kıvrılıp giderken mekana
zamandaki izlerini aradım ve nazlı geleceğimle ben Diclem'e akıyordum.
Dicle
onbinyıllık yalnızlığımdı.

Hangi mekan döngüsünde akansın
DİCLEM
Hangi bilinmez kıyılarda.
Aktıkça mekan olur  yüreğim,
Ve sen mekanıma dolarsın...
Seni bir zaman yokluğunda damıttım,

Tarih yok olmuş mekandır
DİCLEM...
Tarih uçsuz medeniyetin kıyısında
DİCLEM'dir...

Dümensiz bir mekanda Diclem'deydim. Dicle nazlı, Dicle
geleceğin umudunu serper kayalara... Star'ın kırpışan bakışlarında kıvrılırdı
Dicle... Kıyısına takılır gözlerim. Kıyısı bize koşan ötemizdir. Ve biz ötesinde
inzivadayız...
Sessiz kulelerde soylu...
Bir sunak taşına serilir
yüreğimiz bir haziran sonu.
Umudumuz ateşte tavlanır ve biz sunaklara adanmışlardanız...

Peçeli gözleri ile Zerdüşt'ü sunakta gördüm.
Geceyi yalayan ışığında
gülümsüyordu bana...
Zifiri bir gecede yıldızlar uzandı.
Bir tutam yıldızı
sunaklarda adadı.
Kızıllığında kutsayıp avuçlarıma uzattı.
Ürktüm...
Bir avuç ateşle çığlıklayan meşaleydim...
Ve Ahriman gölgemde çökmüştü.

Bir avuç toprak, bir avuç ateş ile tarihin seyrindeydim.
Mehtaplı bir gecenin evrilen haziranında içkindim...
Yalnızlığım,
sessiz isyanlarımda haykırıyordu artık.
Artık suskundum.
Bir alabora sonrası Munzur'a aktım.
Ali boğazından Kutu deresine dolandım,
coşkundum, kabaran binyıllık kuraklığımla
Deriya Sim'deydim...

Ağıtlı bir anayı kıl çadırında gördüm...
Lorili ezgilerinde
beşiğine dokundum, duruldum.
Umudum, isyanım, geleceğimdi ellerinde yoğrulan...
Burnundaki hızmaya, ayağındaki halhala vuruldum,
utandım...
Uzanıp yanaklarına dokundum.
Islak kirpiklerinden gözyaşını topladım.
Gözyaşını yüreğime akıttım.
İçtim...
İçtikçe susadım. İçtikçe doydum,
içtikçe boğuldum.
Soluksuz bir nefesin kıyısına vurdum, bitkindim...

Gezdiğim bir tarih kıyısı belki kirpiğe takılmış bir düştü...
Uyandım ve düşümde gözyaşlarını içtim...
Avuçlarıma baktım, gelecek çizgilerine
karışmış kıvrımlarında toprağın nemini gördüm.
Alev rengi parmaklara dokundum,
sarı-sıcak mekanların yalaz korlarıydı ışıyan.
Zamanı ise bir 30 Haziran şafağı...
Bir tanrıça soyluluğu ve bir GÜNEŞ suskunluğu...

Her şey
suskun dillerin
çalınmış beşiklerin ve ağlamaklı bebelerin çığlığında başladı.
Belki esmerleşen bir gülüşte,
belki de umut ortaklığında.
Her şey alaca bir geyiğin seken yürüyüşünde başladı.
Ama her şey bir 30 Haziran'da başladı.

Oysa biz uyuyan gecenin
ninnileriyle büyümüştük,
belki lorilerin ezgili büyüsünde...
Biz onu geleceğin seherlerinde içmiştik.
Çünkü o biz olan gerçekliğimizdir.
Ve biz tarih kıyısına demir atmış umut gibiydik...
Mağrur
ama cesur...

Ağıtlarımız analarımıza miras kalmıştı,
deşilmiş karınlarımız ise körpe gelinlerimize...
Çocuklarımıza ise hep yalın ayak,
korkulu ninniler kalmıştı
ve biz hep suskun, biz hep virandık...
Kapı kapı dilenip umut dileyen,
efendisinden merhamet umandık.
Biz nüfussuz bir şehir gibi dilsizdik.
Biz,
biz olmayan başkasıydık.

Belki simli kapıya dokunan Tunç-el'den korkmuştuk, kimbilir...
Belki de biz, biz olan ışığı içimizde köreltmiştik.
Bin yılların hazinesinde fakirdik...
Bilinmezlik koylarına demir attığımız
korkularımızdı.
Dedelerin, ninelerin, şeyhlerin ve mirlerin muskalayıp sakladıkları, derinlerimize gömdükleri umudumuzdu.
Ve umut içimizde aranmalıydı
yitirilen yerde...
Belki bir pınar başında, belki zapt edilmiş göklerde,
belki sim kapıların eşiğinde.
Kim bilir belki bir tanrıça sunağında...

Bir ışık
gerekiyordu geceye...
İştar gibi,
Venüs, İsis, Zilan gibi bir yıldız
gerekiyordu geceye...
Patlayan bombalar, yalpalayan mermiler gibi.
Zerdüşt gibi bir alev yakmalıydı korkuyu.
Mazlum gibi, Sema gibi, Zilan gibi...
Bilinmezlik tılsımı çözülmeliydi.

Tıpkı yedi günlük kelebeğin
heyecanlı koşuşturmasında
ateşte kutsanmalıydı.
Ve tanımalıydı ışığı... Işıyan gerçekliğini içmeliydi belki...

Belki de yıldızlara uzanıp Zühal'e tırmanmalıydı,
göğün son katında
Zühal'in avuçlarından içmeliydi sonsuzluğu...
Ve bilgeliğin sınırında ölümsüzleşmeliydi.
Belki de Ahu'lu bir sözün kıyısında GÜNEŞ'e dokunmalıydı...
kim bilir belki de bir 30 Haziran günü.

Her hücresinde bir asır
Her bakışında bin umut
Her dokunuşunda sonsuz
gelecek ile kendini yaratmaktı...
Tanrıçalaşmaktı.

Bir 30 Haziran günü
Sim'li kapıya değen Tunç-el değildi artık.
Artık analar ağıtlı,
gelinler bebesiz ve
artık bilinmezlik içimizde değildi.

Ve bir 30 Haziran günü GÜNEŞ'in
kızıllığında arınıyordu Zilan...

Ateş oluyordu, toprak,
soluduğumuz hava,
içtiğimiz su...

Dicle'sinde öfkemiz, Fırat'ında sevdamızdı.

Zilan,
gerçek olan zamanın tek mekansal tanığı.
Çünkü Zilan yaratandı...
Onbin yıllık öç almanın zapt edilmiş
 zaferiydi.

Ve Zilan; hücre hücre, petek petek ve damla damla
biriken ve
ilmik ilmik dokunan geleceğimizdi.
Çünkü Zilan umuttu,
Çünkü Zilan
içimizdeki tanrıçaydı.
Ve bir 30 Haziran devrilirken geceye Tunç-el'in eridiği
bir alev girdabında kana bulanmış, al perçemli zülüflerine dokundum,
deniz gözlerine, kınalı avuçlarına...
Minik avuçlarında toprağın nemli kokusu geliyordu.
Hasadı yapılmamış bir tanrıça kıyısı, suskun...
Saçlarından süzülen
kızıllık, durulanıp yüreğime akmıştı. İksiri bozulmamış göz yaşı kadar
duru...

Yüreğinin tam ortasında sıkı sıkıya tuttuğu, sunaklarında adanmış ateşi
gördüm,
eridim...
Ve... Ve soluksuz dudaklarından bitimsiz havasıyla umudu soludum,
dirildim...
Sonra...
Eğilip gözlerine baktım, deniz gözlerin alevinde
GÜNEŞ'i gördüm...!
Ve sözünü GÜNEŞ'e adadım...

Tanrıçalar dile gelse
Ve sorsalar dileğimi
Onlara derim ki:
Bana
Bir avuç toprak,
Bir avuç su,
Bir avuç ateş ve
Bir
içimlik soluk verin...
'Neden bir avuç' diye sorarlarsa eğer
onlara derim

ÖZGÜRLÜĞÜN ZİLAN VAKTİ
AVUÇLARDA SAKLIDIR...!

.Eleştiriler & Yorumlar

:: .....
Gönderen: Elçin Orhan / Aydın
11 Şubat 2004
Bir nehir kıyısındayım. Gözlerim kapalı duruyorum bekliyorum avuçlarımın içinde hissettim kızıl kumları ama ben ne Fıratı ne Dicleyi gördüm ne avuçlarım kanadı. Bu şiirin altına ekleyebilecek bir şeyim var sanki ama hiç birşeyim yok gibi. Okuması nehir gibi akıcıydı. Hissettiklerimin tarifi henüz kimse tarafından yapılmadı. Bu hepsinden farklı bir şiirdi. Yine tebrik ederim, yüreğine sağlık, ELÇİN




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın şiir ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hiç Bir Şiir
Kalsaydın...
Hayallerim İp Atlıyor
Elveda Türküsü
Bir Geceyarısı Ayrılığı
Sevmek mi?
Anerka'ya Mektuplar
Ateş Böceği
Miras
Babama...


ÖZHAN HAKAN kimdir?

Bilmediği bir dilin tercümanı. . .


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ÖZHAN HAKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.