Temelini dinamiklerinden alır toplumlar ve çatılarını bireylere yükledikleri misyonla biçimlendirirler. Sonra bireylere dayattıkları vecibeleri bir diyalektik sarmal eğretisinde sorgulatmaya başlarlar. Sonunda adına kaos dedikleri yapmacık bir uyumsuzluk ikilemi üstüne kurdukları yeni fikirler sunarlar. Bu da her dönem için yaşamlarını toplumsal araştırmalara adayan insanların işsiz kalmasını engellemek adına yapılır. Böylece geçmişte başarısı kanıtlanamamış teoremlerinde hesabının sorulması engellenmiş olur.
Kadın ve erkek girdabındaki sıkıntılar öyle çözümsüz bir kargaşa atmosferinde betimlenmiş ki sanki her iki tarafta bu işin çözümlenmesinden yana değilmiş gibi bir hava estirilir. Tarihin tozlu sayfaları karıştırıldığı zaman ataerkil ve anaerkil dönemlerin karşılaştırması sunulur sürekli. Sürekli bunun neticesini günümüze ve günümüz şartlarında toplumun bütün tabakalarında yaşananlarla kıyaslarlar. Ama bütün taraflar, oluşturmaya çalıştıkları görüşlerin ekseninde aynı olaylara başka yorum getirirler. Baksanız olay kadının dövülmesidir. Kimi erkeklerinde kadınlardan dayak yediğine dair örnekler bulmaya çalışır. Kimisi konunun dövüşmek eylemiyle özdeş olduğunu iddia eder. Bu yada buna benzeyen konuları incelediğinizde toplumun iki cinsiyetten oluştuğuna inanmak zor gelir. Sanki bir kaç tane cinsiyet var gibidir ve bunlardan yalnızca kadın ve erkek olanlar arasında sıkıntı yaşanıyordur. Ama bu kavgaların yarattığı neticeler hem kimseyi mutlu etmez hem kimsecikler işin sorumluluğunu üstlenmek istemez. Çünkü sonuç her iki tarafın birbirine öykünmeye başlamasıyla boyut değiştirir. Artık kadında şiir yazmaya başlar...
Önce kadın, kadın olmamaya başlar. İşyerlerinde tacize uğrayan kadınları bu sıkıntıdan kurtarırken kadınları erkekleştirmeye başlarlar. Oysa kadının erkek tarafından taciz edilmesi tabiata aykırılık teşkil etmez. Bu bir eğitim sorunudur. Kavgayla çözülmez. Kavga erkeği sindirir, kadını arabesk yapar. Bu durumda kadının şiir yazma süreci başlamıştır artık.
Kadın hayata erkek gibi bakmaya başlar. Bir defa edilgen olmaktan çıkmıştır artık. Evde koca bekleyen olmaktan çıkar ve günü geldiğinde koca bulan kişi olur. Ama toplumun onu korumak üzere geliştirilmiş dinamiklerine ihtiyaç duyunca hatırlar kadın olduğunu ve erkekle eşit olmadığını. Bitmiş bir ilişkinin kendisinde ve erkekte aynı etkiyi bırakmadığını fark eder. Şiir yazmaya başlamıştır artık...
Şiirin literatürlerde yapılmış tanımlarını da inceleyerek şiir yazmanın kadınsı bir aktivite olamayacağını anlayabilirsiniz:
· Zengin sembollerle, ritmli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi:
· (mecaz) Düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen yön:
Bu tanımlara bakıldığı zaman ömrünün önemli bir bölümünü kadınların iç dünyasını araştırmaya adamış uzmanların kadın olgusunu yerleştirdikleri zeminin şiir üretimiyle taban tabana çeliştiğini fark edersiniz. Zengin semboller üretebilmek için derin bir yalnızlığınız ve bu yalnızlığınızı her geçen gün daha çok sustuğunuz bir eksen çerçevesinde sürüklenen bir yaşantınız olmalıdır. Bir kavrama mecaz anlamlar kazandırmak için o kavramları doğrudan ifade etmekten kaçınan bir felsefeniz olmak zorundadır. Siz aynı anda aynı kişi için hem soyut hem somut sayılabilecek bir nesne tanıyor musunuz? Farklı insanlar için farklı tanımları olabilir nesnelerin. Daha ilerisi yoktur. Şimdi bu mekanizmaya kadın duruşunu oturttuğunuzda kadınların ve erkeklerin asla anlaşamadıkları konuların aslında tüm soruların cevabı olduğu sonucuna ulaşmak dahi mümkündür. Eğer bir çiçekten kadının ve erkeğin aynı derecede etkileneceğine inanıyorsanız bu teorilerin bir anlamı kalmayacaktır. Ama bu durumda kadınların her ayrıntıyı paylaşmaya hazır olduklarını ve erkeklerin akşam evde günlük faaliyet raporunu vermeyi Çin işkencesine eşdeğer gördüklerini de da reddetmiş olursunuz.
Bir kadının yağmur altında elinde gitarıyla bir erkeğe aşkını ilan ederken yaptığı serenat estetik açıdan ne kadar iyi bir görüntü oluşturuyorsa, bir kadının şiir yazması o kadar kabullenilmesi mümkün bir görüntü niteliği taşıyacaktır. Ressamlar güzelliğin ve estetiğin tanımı yaparken çiçekleri ve kadınları tercih ettikleri sürece kadın şiir yazan değil şiir yazdıran kişi olmayı sürdürmelidir.