|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
VİVALDİ’NİN LANETİ
Gündüzdü. İşyerine hiç olmadığı kadar sakin geldi. Kimseyi selamlamadı. Gözleri donmuş gibiydi. Bu sakinlik onu değiştirmiş, bambaşka biri yapmıştı .Odasına geçti. Perdeleri kapadı, telefonun fişini çekti. Bilgisayarını açıp Vivaldi’yi çalmaya başladı. Dört mevsim'i çaldıkça içindeki o garip güç daha da kuvvetlendi.
Bu arada siparişi geldi. Kocaman bir koliydi bu ve ağırdı. Kimse içindekileri merak etmedi. Koliyi getiren görevli gidince kapıyı kilitledi. Koliyi açtı. Teker teker çıkarıp, masanın üzerine yerleştirdi.Tıpkı sabah hazırladığı isim listesi gibi. Üstlerini örttü ve oturdu. Vivaldi sürekli çalıyordu. Ondan enerji alıyordu. Ritimler yükseldikçe karşı konulmaz bir güç ruhuna el koydu tekrar. Eline listeyi alıp telefonun fişini taktı.
“Merhaba ben .... Odamda sizi bekliyorum. Lütfen acele edin. Elimdeki dosyada eksiklikler var. ”
“Ama nasıl olur? Hemen geliyorum. ”dedi adam nereye gittiğinden habersiz.
Odanın bu kadar loş olmasını bu sabahki sakinliği sebep olmuş olmalı iye içinden geçirdi elindeki dosyaları okumaya çalışırken.
“Çay, kahve veya başka bir şey?”
“Teşekkürler, dosyadaki soruna bakabiliriz.” dedi adam. Nereden bilebilirdi ki bu cümlenin onun son sözleri olduğunu. Kokladığı eter ile bayıldı.
Örtü açıldı. Listeye göre dizilmiş aletlerden sırayla almaya başladı. Birinci şişi, önce adamın şah damarına batırdı ve kanın yere bulaşmaması için şişin her iki ucuna gazlı bez yapıştırdı. Alınamayan son nefes kanda hava kabarcıkları olarak belirdi.
Bir sıcaklık sardı odayı. İkinci şişi iki gözün birbirine yaklaşabileceği bir açıdan geçirdi ve göz bebekleri yuvalarından oynadı. Gömleğin yakasındaki havlu akan kanın başka yerlere bulaşmasını engelliyordu.
Sevindi. Çok acısız ve sessiz olduğuna sevindi. Kendini duvara çarptı o sevinçle. Kafası kanıyordu. Bir başka gazlı bezi kafasına koydu.
“Aman tanrım, burada ne olmuş?” diye haykırıverdi kendi kendine.” Hay allah, susmalıyım ve onu saklamalıyım. Eee ikinci kurbanım rahatsız olmamalı!” diye tıslayıverdi.
Koliden bir ceset torbası çıkarıp adamı içine yerleştirdi. Pencere önündeki ufak balkona cesedi yerleştirip üstüne bir örtü örttü.
“Merhaba ben.... Odamda sizi bekliyorum. Lütfen acele edin. Eşiniz size bir not bırakmış, gizli.”
“Pekala, söylesin bakalım bu sefer ne istiyormuş lanet olasıca!” dedi ve bu son sözlerin günahını affettiremeden ani ve hızlı bir teknikle boynuna geçirilen ipte can verdi. Odaya henüz girmişti ve arkasındakinin ne olduğunu bilmiyordu.
Ama o aldığı canı canlı canlı görmek istiyordu. Masaya yatırdığı kurbanın kalbini eldivenli elleriyle deşti, kerpetenle kasları yardı, kemikleri kırdı ve gazeteden kupon kesermişcesine bir dikkatle kalbi olduğu yerden söküverdi. Artık elindeki kalp atmıyordu can vermek için. Bu kadar emeği saklamalıydı. Sulu kavanozun içine attı organı. Kavanozu çalkaladı, rengi pembeleşti suyun. İkinci ceset torbası da birincinin üzerine yerleştirilip kamufle edildi.
Ve telefonu çaldı genç, güzel kaltağın.
“Merhaba ben... Odamda sizi bekliyorum. Lütfen acele edin. Kaybettiğiniz tarak bende ve yeni listede isminiz yok. Bir sorun çıkmasını istemezsiniz sanırım.”
“Tamamm, hemenn geliyorum. Sizi bekletir miyim hiç?” dedi genç kadın koşar adım ölüme. Son sözleriyse “Bu odayı hiç temizlemiyor musunuz kuzum? Çok ağır kokuyor,yooo,hayırrr”oldu. Ama sesi aniden kısılıverdi. Susturuculu silahtan boğazına tek bir kurşun girdi çünkü.
Bu sefer kurban yerde kıvrandı bir kaç saniye ve kaydı gözleri. “Sana bunu hazırladım bak! İnce bir kazık, sana girecek olan en uzun kazık” dedi adam ve kazığı boydan boya kadına geçirdi. Bir woo-do bebeğine benzedi kazıklı kadın. Kazığı çıkarmadan onu ceset torbasına yerleştiremezdi.
“Aman tanrım, aman tanrım bunları ben mi yaptım? Yoo hayır imkansız!” diye haykırıverdi ama sesi çıkmıyordu. Ceset torbasını elinden fırlattı. Hepsinin birer kabus olduğunu düşündü ama değildi. Tüm duyuları açıktı ve olanların tümünü hatırlıyordu. Bir anda kafasını tekrar duvara çarptı. Ama bu sefer öylesine hızlı ve şiddetli çarptı ki kafatası çatladı.
Tekrar listeye baktı. Dördüncü isim cebindeki nüfus cüzdanındaki isimle aynıydı. İrkildi.
Açık örtünün altındaki son aleti masaya koydu. Uzun çiviler teker teker vücuduna saplanmaya başladı. Bağırıyordu acıyla ama sesi çıkmıyordu ruhunun.
Mesai bitiminde meraklanıp kapıyı kırdılar. Dehşet verici bir manzaraydı hepsi için. Sabah ki kolinin nedenini şimdi anladılar. Oysa hiç de ilgilerini çekmemişti. Yerde yatan kazıklı kadına yaklaşıp eğildiler. Yukardan kan damlıyordu. Yukarıya çevrilen gözlerin için düşen kan damlaları canlarını yaktı. Tavana çivilenmiş adamdan akan damlacıklar diğerlerinin vücutlarında hiç hissetmedikleri bir reaksiyona neden oldu. Mutasyon başladı ve vücutları parçalandı.Odanın her yanı kan ceset parçacıklarıyla doldu. Vivaldi çalmaya devam etti bu kanlı gösteride.
Bu olağanüstü olay yankılar uyandırdı tüm dünyada. Polisler, din adamları, felsefeciler, politikacılar yorumlarda bulundular. Araştırma yapan görevliler belirlenemeyen nedenlerden dolayı ölmeye başladılar kısa süre içinde. Ölüm korkusu nedeniyle hiç kimse ilgilenmedi bu dosyayla. Ve davayı belirsizlikten düşürdüler. Düşen davanın ismi “Vivaldi’nin laneti” idi.
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Yazılarımı, hayatın anlık detaylarından esinlenip büyük resme oturttuğum köprüler olarak görüyorum. Kelimeler ellerime dokundukca yaziyorum.
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|