...Soruldu: "Söyleyin beyefendi, [bakın beyefendi diyerek sizi ciddiye aldığımızı-alacağımızı vurguluyoruz; anlarsanız..] nedir derdiniz? neden diplerde yıllardır uyuduğumuz yerimizden apar topar kaldırarak bizi gerdiniz??" Haklısınız, vicdanımda kurduğum sanal mahkemenin hakimi bey, rahatsızlık verdim, ama inanın ki istesem, uğraşsam bile diğerlerinin bana verdiği kadar rahatsızlığı size veremezdim [bakın, beni utandıracak kadar açık bahsetmeden derdimi de anlatmış oldum; anlarsanız...]. "İyi, hoş, yalnız şunu bilin ki, sizin sadece bende var zannettiğiniz bu dert, -yüce mahkeme üyelerinin engin tecrübelerine dayanarak bildikleri gibi- az çok her insanda bulunur." E iyi o zaman hakim bey, bağışlayın sorunun çözümünü; aklımda yüce biri olarak düşünmüştüm sizi, biliyor olmasınız her şerait altında mutluluğun formülünü. "Lütfen yüce mahkemeye baskı yapmaktan vazgeçiniz küçük adam! 'Aklınızda yarattığınız' sıfatından çook yücelerine haiziz biz, siz olmasaydınız da elbet bulurduk beynini kemirecek bir günahsız [günahsız da ucuz bir kafiye oyunudur, hükmü verdiğimizi sanmayınız...]." Ama öyleyim hakim bey, bu yaşımda herşeyden bezdirdiler beni. Yıldırıldım, ezildim, art.. "Kusura bakmayın, sözünüzü kesiyoruz fakat mümkünse salonumuzda ucuz dram istemiyoruz" ... Artık onların gözünde bir rezildim. "Peki, vardır duymuşluğumuz bundan sonra söyleyip söyleyebileceğiniz bütün cümleleri, becerebiliyorsanız biraz tarif edin şu sizi mahveden failleri." Ne bileyim, hakim bey, heyecanlandım şimdi böyle birden sorunca.. Aklıma da gelmez ki, kimbilir kaç bin tanesi neler neler yaptı yıllar boyunca.. [ah dostum, girdiğiniz bu ucuz kafiye oyunları esastan ne kadar da uzaklaştırdı sizi..] Neyse hakim bey, onlar, failler sayıda en az Abdi İpekçi Parkı güvercinleri kadardı.. "Tahammül sınırlarımızı zorluyorsunuz küçük adam! Susun anlatamıyorsanız derdinizi madem!!" [aslında sizin de girdiğiniz oyunların farkındayım, ama ezikliğimden ötürü size karşı bile alt kısmında olduğum bir hiyerarşi yaratmışım, şimdilik susacağım.]. Çoktular hakim bey, erkeğinden dişisine, yaşlısından gencine, uslusundan delisine, işlisinden işsizine, cahilinden okumuşuna, erdemlisinden hamına, [bunların tezat yarattığını içim rahat bir halde söyleyemem..], eve gidince kendisini müteahhit bilen kızlarının yüzüne üzüntülü mü, alçak mı belli olmayan bir gülüşle bakan tefecisinden gece yatmadan önce lavaboya çıkardığı sümüğün kızıllığından kiremit ustası olduğunu hatırlayan işçisine kadar binlerce insan, her biri... Sürekli... Neden bilmiyorum... "Zavallı dostum, ne yazık ki sizi bu noktada susturmalıyız, gidişatınızdan belli gemi azıya aldığınız. Şimdi insanlardan nefret etme huyunuzun olduğunu anladık, teşekkür ederiz, fazla da uzatmadan talebinizi öğrenmek de isteriz." Kafamda en belirgin nokta bu hakim bey, bu insanlar bana bir hayat borçlular, yenilenmesini istiyorum baştan sona hepsini.. Ve istiyorum benden bu güne kadar çaldıklarının önümüzdeki yüzyıl içinde bir ara iadesini!! "Peki, hukuk bilmediğiniz açık: bu kadar çok şey istiyorsanız vermeniz gerek birazcık.." Daha ne vereyim, dahası ne verebilirim hakim bey? Herşeyimi zaten önceden aldılar; ne koparabildilerse çaldılar; bana bu yaşımda devrik cümleler kurdurdular; olmuş bitmiş olayları üç nokta ile bitirmeme sebep oldular. Hatta onlara benzemekten korkmasam derdim ki... "Bilmem bu kaçıncı 'kusura bakma' deyişimiz size konuşurken sözünüzü bölüp, ama inanın çok sıkıyorsunuz az biraz da olsa konuşma fırsatı bulduğunuzda [ne o, bizim bol -üp le biten bir dil konuştuğumuzu mu zannettiniz?].. Neyse, davacı dinlendi [ama fikirlerine pek itibar edilmedi], davalılar da sıraya konuldu. Verilecek bir hükmün milyonları etkilemesinin imkansızlığı anlaşıldı. Kişiye kısa çöp bırakıldı. Ertelendi. Bir sonraki celseye gerilim yaratması açısından daktilo getirilmesine karar verildi. Bunun dışındaki verilmesi gereken diğer bütün kararlar akla ziyan bir şekilde sürüncemede bırakıldı. Kişi uyandırıldı; aklına 'Rüyaymış!' cümlesi salındı...