Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Güneş öğle vaktini geçmişti. Hava kapalı, yağmur bulutları tehditkar bir şekilde üzerimizde dolanıp duruyordu. Sararmış yapraklar hafif esen rüzgarla süzülerek konuyordu adımlarımızın önüne. Başlarımız bazen dikleşiyor, çoğunlukla ileride bir noktada takılıp kalıyor, arada bir de yere dönüyor düşen yaprakları takip ediyordu. Yola çıkalı uzun zaman olmuştu, yarısından fazlası alınmıştı yolun. Artık yorgunluk hissedilir olmuş, adımlarımız yavaşlamıştı. Uzaktan Suyla’nın bize doğru yaklaşmakta olduğunu hissediyordum. Yüreğim heyecanla çırpınırken, onu sarmalayan korkuyla yerinden çıkmasın diye tutuluyordu. Birlikte yürümüyorduk artık, peşi sıra sürükleniyordum sadece. Uymuyordu adımlarım onunkine, çekiştiriyordu. Yol çoraklaşmıştı. Sert dikenlerle, çalı çırpıyla kaplanmıştı her yanımız. Takılıp sendeliyor, oraya buraya çarpıyordum, her yanım yara bere içindeydi. Dönüp arkasına bakmıyordu. Aramızdaki ip hep gergin bazen hızlanıp ipi gevşetmeye çalışıyordum ama o da hızlanıyor ipi geriyordu. Uzunca, bir kol mesafesi kadar mesafe sabit bir şekilde korunuyordu aramızda. Uzansam dokunamıyorum, koşsam yetişemiyorum. Suyla’yı bekliyordum, silüetini seçebiliyorum çok uzaklarda. Yerde güzel taşlar vardı, yolun yarısından sonra ancak farketmiştim onları. Toplamaya başladım. Yeşim, akik, prit, yakut, zebercet, zümrüt, yıldız, oltu, amber, lal, sedef, lapis, mercan ve hatta azurit taşı bile bulmuştum. O neden yaptığımı anlamıyordu. Merak da etmiyor, kendince saçmalamam da bir sakınca görmüyordu. Başlangıçta anlatmayı denemiştim ama artık sadece kendim için topluyordum taşları. Yol boyunca ihtiyacım olacakları farkedecek çok zamanım olmuştu. Nihayet kendi ihtiyaçlarımın peşine düşmüş, taşları tek tek toplamaya başlayabilmiştim. Keşke birlikte toplasaydık. Ama onun ihtiyacı olan her şey kendisinde mevcuttu. Arada bir dönüp geriye baktığında da bundan emin oluyordu. İhtiyacı olan her şeyin kendinde olduğunu anlamak için bana göz ucuyla bakması, ne kadar beceriksiz olduğumu hatırlatması, istediği öfkeyi yüzümde görmesi yeterliydi. Galiba onun ihtiyaç duyduğu tek şey buydu varlığına tanık olarak seçtiğinin öfkesi. Benden de bunu kolaylıkla elde edebiliyordu. Arkasında bir kol boyu mesafeden onu takip etmemi istemesinin tek nedeni buydu. Suyla hala çok uzaktaydı, ama varlığını olduğundan daha yakın hissediyordum. Taşları cebimde oğuşturuyor, Suyla’ya ulaşmanın korku ve umuduyla yol alıyordum. Ayaklarım can çekişen bir ölü gibi durağan bir hızla diğerinin önüne düşüyordu. Yetişmeye çalışmak istediğimden emin değildim. Dönüp beni öfkelendirme çabalarına öfkeyle karşılık vermek de içimden gelmiyordu. Suyla da tam karşımızda değildi sanki. Onu önümdeki adamın önünde değil biraz solunda görüyordum. Takip etmek istediğimin ne olduğunu sorgulamam gerekiyordu. Önümdekinin peşi sıra sürüklenmekten bitkin düşmüştüm. Yaralıydım. Hatta aç ve susuz. Önümdekine aç olduğumu, söyledim. Susadım da, dedim. Umursamadı. Açlık da susuzluk da bana ait hislerdi. Benim aç ya da susuz olmamın onunla ne ilgisi olabilirdi. Yoruldum da dedim. Hiç oralı olmadı. - Beni duyuyor musun? dedim. - Duyuyorsam ne olmuş, dedi. - Hiiiç, hiç dedim. Ne olabilir ki! Duy istiyorum, dedim - Benim buna vaktim yok, dedi. Biliyorsun çok işim var benim. - Biliyorum, yanına gelsem beraber yapsak! dedim. - Sen kafanı yorma bunlara, ben senin yapabileceklerini senin yapacağın zamanın onda birinde yaparım zaten. Mesele o değil… dedi. Yapabileceklerim vardı, yanında yürümek istiyordum. Adımlarımı hızlandırdım, yetişmek istedim. İp gevşedi tam yanına gelmiştim ki arkasına döndü hızla var gücüyle itti beni. Düştüm. Kalkmamı beklemedi, ipi çekti sadece. Kalktım. Yürüdüm. Suyla’yı aradı gözlerim. Suyla iyice sola kaymıştı artık önüme değil soluma dönerek arıyordum onu. Suyla giderek netleşiyordu. Hava da açmıştı. Cebimdeki taşları birbirine sürte sürte parlatmış, keskin kenarlar oluşturmuştum. Suyla’yı birden yanımda buldum. - Yapman gerekeni biliyorsun, dedi bana. - Ne ? Ne yapmam gerek? - Kes şu ipi artık! Önce yeşim taşıyla başladım ipi kesmeye, zebercet işe yaramadı pek. Yıldız taşı ile sabırla çalıştım ip üstünde. Arada bir dönüp bana boş boş bakıyor nafile çabalarımla alaycı alaycı eğleniyordu. Turkuaz, kuvars ve oltu ile uzun uzun aşındırdım ipi. Sonunda yaşam taşı ile son darbeyi vurdum. İp koptu. Önümdeki gevşeyen ipin yere düşüşünü farketmedi. Suyla sol yanımdaydı, onu takip etmem için başıyla işaret etti. Yaşam taşı avuçlarımdaydı. Önümdekine sevgiyle son bir kez baktım. Ona veda etme zamanı gelmişti. O ipin kopuşundan habersiz ilerliyor, ben solumdaki Suyla’yı takip ederek yeni bir yolda yürüyordum. Yol güneşli, ışıl ışıldı. Bir süre sonra çorak arazi yeşillendi. Çayır çimen oldu etrafımız. Rengarenk çiçekler ve kuşlar yol açıyordu önümde. Suyla önümde durdu. Elini cebime attı Azurit taşını çıkardı. Avcumdaki yaşam taşının yanına azurit taşını da koydu. Ben önünde, uzaklarda olacağım, yolu kendin bulmalısın...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © YILDIZ AKA , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |