Zaman dostluğu güçlendirir, aşkı zayıflatır. -La Bruyere |
|
||||||||||
|
Gece yarısı olmuş, ne uzun bir gece, erken yatıp bir de uyuyamazsan geceler böyle uzar gider. Karabasanlar ve hallüsinasyonlar da eşlik eder bu gece bana. Vücudum bir metal yığını gibi ağır, kütleli, ayaklarım daha bir ağır sanki, şişti falan mı acaba, çok iyi hissetmiyorum da sanki ayaklarımı. Üç kişiyiz evde, kızım XX, kocam XY ve ben X. Ama benim için kızım ve ben, XY için de XX ve o. Umarım kızım için üç kişiyizdir. Sevgi iç güdü mü? Programın yazımına göre zamanı geldiğinde, bir yol üzerinden akım geçmesi mi? Bir amaçla devreye giren, işini yapınca kapanan bir devre elemanı mı? Hasta olduğumu farketti mi? Sanmıyorum, erkenden yatmış olmam onu şaşırtmış gibi bir bakış atıp, sonra olağan karşılayıp odadan bir şey alıp çıktı. Off başım ağrıyor, zonkluyor, düşüncelerim bulanık, darmadağın, gözümü kapattığımda tuhaf görüntüler geçiyor gözümün önünden. Kitabı bitirmeliyim. Ne? Neden bunu düşündüm şimdi, az önce ne düşünüyordum ben? Aklımdan ne geçiyordu? Gayet mantıklı bir şeyler düşünüyordum. Neydi? Uyumak üzereydim kimbilir belki uyudum bile. Ayaklarım, ayaklarım yokmuş gibi. Bacaklarım dizlerim hepsi kilolarca şişti sanki. Zaten kilo aldım, nereden çıktı bu ağırlık anlamıyorum? Uyumayı denemeliyim, bu iş de iyice zorlaştı artık, uyumak için çaba harcanır mı? Uyumamak için çaba harcanır ama dayanamaz uyursun. Şu halime bak uyumak için gözlerimi kapıyorum, dudaklarım kapalı, ağzımı aralamadan dişlerimi aralıyor çenemi aşağı doğru indiriyorum bu uyumama yardım ediyor, sonra da gevşemeye çalışıyorum. Ama vücudumun yarısını artık hissetmiyorum bile. Belki de bu iyidir, belimden aşağısı uyumuştur, bana düşen üst kısmı da uyutmaktır. Uyudum ve rüyada mıyım acaba? Öyleyse iyi. İyi. Uyuyor muyum acaba? Öyleyse bu müzik sesi rüya mı? Ne? Şurada oturan adam kim? Yatağın ucunda oturmuş bana bakıyor? Sırıtarak emekleyerek bana geliyor. Karabasan bu, uyanmalıyım, uyanmalıyım, yüzü, bu yüz, çok ağır çok ağır, uyandırın beni, lütfen uyandırın! Allahım ne olur yardım et, uyanmalıyım. Uyandım mı acaba? Evet galiba, yataktayım, XY yok. Henüz yatmamış. Pencereyi açmış, neyse ki, artık üşümüyorum, ateşim düşmüş olmalı. Pencerede biri mi var? Kimsiniz? Ne istiyorsunuz? Siyah simsiyah bir gölge, bitmemiş karabasan, Allah kahretsin bitmemiş, uyanamamışım. Ne olur uzamasın, lütfen uyanayım ne olur, içeri giriyor, git diyorum, git buradan yoksun sen, aptal karanlık, rüyadayım ve sen de yoksun, ömrün ben uyanıncaya kadar, az sonra uyanacağım ve sen de öleceksin, ne acıklı bir durumdasın, görüyorsun, saniyeler içinde uyanacağım ve sen de yok olacaksın, ama yine de kortkutmaya yetiyor, olmayan varlığın. Yaklaşıyor, rüya olmayabilir mi? Hayır tabi ki rüya, tabi ki aptal bir hasta kabusu. Ayaklarımdan tuttu, çekiyor. Bırak beni. Pencereden fırlatıldım, düşüyorum, az sonra uyanırım, ayaklarımı yere basar basmaz uyanırım. Bitti işte yere ayak bastım. Sabah olmuş, üşümüyorum. Yorgan üstümde değil, gece terlemişim, yorganı da üstündeki battaniyeyi de atmışım demek. Peki bu vücut! Etin, derinin altında bir demir yığını gibi. Belimi üç beş adımda doğrultmayı başardım. Şimdi de bacaklarımı aşağıya indirmeliyim. Uyanmamış olmalıyım. Bacaklarımı yatağın içinden kenarına doğru kaydırmak neden bu kadar zor olsun ki? Oldu işte. Aynaya bakmak istiyorum. Başım dönüyor. Adımlarım çok dengesiz, düşmemek için duvarlara tutunuyorum. İşte oldu aynanın karşısındayım. Bu ben miyim? Baktığım aynadaki bu yüz bana tanıdık gelmiyor ama ben olmalıyım. Bakışlarımı bir yandan bir yana çeviremiyorum. Kesik kesik onlarca adımda 90° yanıma bakabildim. Küvet olması gerektiği yerde, klozet de öyle, pencere aralık, gün ışığı içerde. Saçım dağınık değil, dün nasıl at kuyruğu yapılmışsa öylece duruyor. Dudaklarım ne kadar anlamsız, nasıl kırmızı. Makyaj mı vardı bende dün? Anımsamıyorum. Liseli bir genç kızken, dudaklarım çatlardı, böyle kıpkırmızı olurdu. Dudaklarımın kırmızılığı gideli yüzyıllar geçmiş gibi. Nasıl da yaşlandım. 35 yarısıydı değil mi? Halbuki ben 45 miydim? Yıllar, kimseye görünmeden geçip gidiyor, ama her yere dokunuyor, her şeyi değiştiriyor. Bana şu yaptığına bak. Anlamı da alıp götürmüş bakışlarımdan. Oysa ben böyle miydim? Bakışımla konuşurdum. Kızdığımda öyle bir bakardım ki, karşımdaki, bakamazdı içine. Derinliğinde düşüp kaybolmaktan korkardı. Düşerse karşılaşacağı şeyin iyi bir şey olmayacağı belliydi. Şu halime bak, bakışlarım, donuk, anlamsız. Hale! Aman tanrım halesi de yok olmuş gözlerimin. Oysa onu sıradanlıktan uzaklaştıran tek şeydi. O sıradan kahverengiyi çevreler, bir kuyunun etrafına dizilmiş taşlar gibi içine düşmeyesiniz diye güvenli kılardı. Ama yok! Yok olmuş! Zaten içine düşülecek bir derinlik de kalmamış, sıradan donuk bir kahverengi. Boynum da tutulmuş benim. Başımı öne eğemiyorum. Ne oluyor böyle neden hareketlerim bu kadar mekanik? Yatağa dönsem mi acaba? Uykum da yok ki! Kızım hala uyuyor. Saat kaç acaba? Ooo 8 olmuş, neredeyse gecikmişim. XY de uyuya kalmış olmalı. Salonda uyuyor, seslendim uyandı, banyoya gidiyor. Bana baktı galiba, ama ben ona bakmadım. Kızımı uyandırmalıyım. Onu öpmek ne kadar da zormuş. Tüm vücudum tutulmuş gibi. Kesik kesik hareketlerle onlarca adımda, yere kızımın yatağının kenarına çömeldim, saçlarını okşamak için elimi uzatıyorum, ona dokundum, neredeyse zarar vermekten korkarak. Neden bu kadar sert ve ağırlar? -Anne bana sen mi dokundun, demirdenmiş gibi ellerin. -Öyle mi? Öyle miydi? -Dün akşam erkenden uyumuşsun hastasın galiba, bugün evde kalsan iyi olur,” dedi XY. Buz gibi bir ses tonuyla. Hasta olduğumu fark edecek kadar ilgili ama neyim olduğunu merak etmeyecek kadar umursamaz. Ne kadar da buyurgan bir sesti bu böyle. Neden olduğunu bilmiyorum ama itaat etmeliyim. -Tamam öyle yaparım. -Anne dokunma! Canım yanıyor, ellerine bir şey olmuş senin, dedi kızım, giyinmesine yardım ederken. Ellerim mi yalnızca ellerim mi, sen bir de kalbime neler olduğunu bilsen? -Anne biliyor musun? bakışların bana Wall-E’yi hatırlattı, hani filmini izlemiştik ya - Robot Wall-E...? Çıktılar, kızımı okula bırakıp, işe gidecek. Ben ne yapayım, yatıp dinleneyim mi, geçer mi? Önce bir aynaya baksam iyi olur. Wall-E ha? Kızım haklı, tuhaf bir çift cam var. Gözlerimi istemediğim için mi kapatmıyorum. Hayır göz kapaklarımı hareket ettirmeyi istediğim halde olmuyor. Kolumu kaldırıyorum, aynada kendime bakarken, beynimden organlarıma giden sinyaller eskiden anologmuş ama şimdi, dijitalmiş gibi kesik kesik, süreksiz. Wall-E bile benden daha seri hareket ediyordu. Tekli koltuğu pencere kenarına çekeceğim, sonra da kitabımla tam karşımdaki ormana bakacağım, ara sıra da şu iki kulenin arasından sızan iki metrelik denize. Her gün baktığımda bir ileri bir geri savrulurdum zamanda, gözlerim dolardı, şimdi buz gibi yüreğim ne geçmişim varmış, ne geleceğim olacak. Ne çıkar deniz iki metre değil de görüş alanımı kaplasa, ne çıkar gök yüzü mavili beyazlı köpüklerle dolsa, ya da mis gibi bir kokuyla yağsa, ne çıkar pencereyi açsam da hafif serin bir rüzgar perdeyi dalgalandırsa… Öylece uymuşum koltukta. Saat 5 olmuş, akşam yemeği için bir şeyler hazırlasam iyi olacak. Tarhana çorbası yapayım, buzlukta tavuk budu vardı, bir de pilav olsa yeter herhalde. Yemek yapmak… Önce yağı erit üstüne rendelenmiş bir iki diş sarmısak ekle, sonra minik minik doğranmış sivri biberi ekleyip kavur, sonra domates rendesi… Soğuk suda bekleyen tarhanayı ve et suyunu da ekleyip kaynayana kadar karıştır. Kaynadıktan sonra ocağın altını kıs ve ara sıra karıştırmaya devam et. Robotun düğmesine bastım, ekrana gelen menüden çorbaları, çorbalardan da tarhanayı seçtim. Sonra açılan pencereden üç kişilik olacağını işaretledim. Mutfaktaki her şeyin ama her şeyin yeri yıllar önce bu eve yeni taşındığımızda, uzun uğraşılar sonunda hafızasına kaydedilmişti. Erzak dolabındaki tarhana kavanozunun kapağını açıp içinden 150 cc tarhanayı bir kaseye koydu, evyeye yönelip kasenin içine tarhananın üstünü örtecek kadar yani 250 cc suyu koyup, musluğu kapadı. Kuru sebze raflarına yöneldi, iki diş sarımsak alıp soydu. Yıkama kabını her zamanki yerinden alıp evyenin musluğunun altına yerleştirdi. Sebze kurutma kabını tezgaha aldı. Buz dolabından bir domates bir de sivri biber çıkardı. Defalarca ve kusursuzca her gün yaptığı gibi sebzeleri evyedeki yıkama kabında yıkayıp kurutucuya koydu. Sebzeleri kurutmak için üstüne avuç içinden sıcak ve kuru hava üfledi. Kuruyan sebzeleri ve sarımsağı saniyeler içinde minik minik doğrayıp ayrı ayrı kaselere koydu. Göbeğinin üstündeki gizli platformu çekip açığa çıkardı. Platformun üzerinde hazır malzemelerin konulacağı sekiz hazne vardı. Hazırladığı kaselerdeki malzemeleri haznelere boşalttı. Platformla birlikte yatık duran tencere de dikleşerek ortaya çıktı. İçecek makinalarının musluğuna benzer musluklardan birini açarak tencereye yirmi mililitre sıvı yağ aldı. Programına uygun olarak bir diğer musluktan 3g ısıtılmış tereyağı ekledi. Isıtıcısını 200 °C’ye ayarladı. Bu miktardaki yağın ısınması için 4 s kadar bekledi. Önce sarımsakları ekledi. Sarımsak 10 s kavrulduktan sonra biberleri, onlar da 20 s kavrulduktan sonra domatesleri ekledi. Domateslerin iyice ölmesi için 3dk pişirmeye programlanmıştı. Bu sürenin sonunda tarhanayı da ilave etti. Robotun ısıtıcısı manyetik karıştırıcılıydı. Çorba sıcaklığı 100 °C’ye çıkıncaya kadar karıştırma devam etti. Bundan sonra ısıtıcı sıcaklığı 110 °C’ye düşürüldü ve karıştırma hızı da 300 dv/dk’dan 100 devir/dakikaya indirildi. 10 dk sonra ise ısıtıcı sıcaklığı 45 °C’ye düşürülerek, yarım saat sonra yenmek üzere platform içeriye alındı. Buzu çözdürülmüş tavuk butlarını yıkadı. Göbeğinin üstünden yeni bir platform çekti, bu platformda ısıya dayanıklı cam bir tepsi vardı. Yıkanmış butları tepsiye dizdi. Sıvı yağ musluğundan 20 cc sıvı yağı tepsiye ilave etti. Karışık baharat musluğunu açtı, haznesi, kekik, karabiber, tuz pul biber gibi baharatlarla doldurulmuştu. Tepsinin üzeri bir anda rengarenk baharatla süslendi. Sos musluğunun haznesine en çok kullanılan soya sosu konulmuştu. Biraz da soya sosu püskürtüldü. 220 °C’de 40 dk pişmek üzere platform içeri alındı. Benzer bir hamaratlıkla pilav da hazırlandı. İşte mükellef bir akşam yemeği hazırdı. Gün bitiyor, kapıdan anahtar sesini duyuyorum. Yerimden kalkıp, kızımı görmek için hole yöneliyorum. “Hoşgeldin tatlım.” Yüzüme baktı. “Anne sana ne oldu?” “Bilmiyorum ne olmuş bana?” “Anne, sen bize şaka mı yapıyorsun, hani küçükken babamın yaptığı o robot şakalarından… Sen gitmişsin, robotun gelmiş, ama iyi ya da kötü robot değil, çok daha ciddi bir robot…” “Öyle mi?” “Olabilir, ama istediğim için olmadı bu…” Hatta hiç istemediğim bir şekilde yavaş yavaş oldu, oluyor. Öptüm canım kızımı, tam bir robot olsam bu kadar güzel bir his olmazdı herhalde. Oysa dudaklarımdan, giren bir elektrik akımı geçti tüm vücudumu titretti. İnanılmaz bir sarsıntı, şefkat, merhamet, endişe, kaybetme korkusu bir anda bütün bünyemi doldurdu. 2,5 yaşındaydı, bir gece uyanıp ağlamaya başlamıştı, odasına girdiğimde beşiğinde ayakta durmuş ağlıyordu, bir yandan da, “Anne sana ne oldu, ne oldu anne sana?” diye soruyordu. Onu uykusundan uyandırıp, ağlatan bir şeyler olmuştu annesine, bana! Soruyu duyuşum ve yüzündeki bakışı görüşümle büsbütün içime düştü acısı. Ona sarılıp, “Bir şey olmadı, annen burda tatlım, ben burdayım,” derken, bir anda annemi kaybetmiş çaresiz tek başıma, uyanmış, 2,5 yaşında küçücük bir kız oluvermiştim. Sihirli Perim benim. Neye dokunsa içine duygu sızar. Oyuncakların bile. Çamurlardan çıkardığımız, her yanı yosun tutmuş oyuncak ayı nasıl da mutlu olmuştu kurtarıldığına. Nerdeyse kızımla birlikte ben de ağlayacaktım, onu çamurların içinde yemyeşil yosunla kaplanmış bulduğumda, ne acıklıydı zavallı Yosun’un hali- adı buydu, ona Yosun adını vermişti, kızım. Her tarafını defalarca yıkayarak yosundan temizlemiştik. Zavallı ayıcığın ağlamaklı suratına bir gülümseme gelmişti. Akşam yemeği için sofraya oturuyoruz, göbeğinin üstündeki düğmeye basıp, hazırlanmış üç yemeği sırayla yemek masasına yerleştirdi. Üç tabağa ikişer kepçe tarhana çorbası koydu. Çorbalar içildikten sonra bir servis kaşığı ile pilav ve yanına bir parça tavuk servis edildi. Yemekte kızım okulda olan komiklikleri anlattı. Gülüştük. Yemeğini bitiren kızım sofradan kalktı, ödev için odasına geçti. XY masanın toplanmasına yardım etti, bir kaç tabağın kirini akıtıp bıraktı. Şimdi kanepeye uzanıyorum, bir çatırtı geldi sanki, kanepe kırılıyor olabilir mi? Vazgeçiyorum, ona yatmak iyi bir fikir değil. Girişteki boy aynasına gidiyorum. İnce kemikli biriydim ben, şimdi her şeyim biraz büyümüş, genişlemiş gibi, en çok da ellerim, parmaklarım nasıl da kalınlaşmış. Odama gidip basküle çıkıyorum, gösteremiyor ----,-- OL…Over load, cihazın kapasitesini aşmış ağırlığım. Olacak iş değil, aylardır zayıflamaya uğraşıyorum, halime bak. Kötü bir günahın bedeli olmalı… Yüzüme dokunuyorum, her şeyim sert, cildim pürüzsüz. Robot Sophie’nin çirkin bir versiyonu oldum. Yarın doktora gideceğim, kızımın ödevlerini kontrol etmek için yanına gidiyorum. -Nasıl gidiyor tatlım? -İyi. Sen iyi misin anne, kızgın mısın? -Yoo biraz hastayım o kadar. Neden? -Çok farklı görünüyorsun? -Boş ver iyileşince düzelirim. Ne çalışıyorsun bölünebilme kuralları mı? -Evet, bir şeyler yazıyor – 5498627594. “Anne bu sayının 11’e bölünüp bölünemeyeceğini bulabilir misin?” -Tabi ki tam bölünmez, bölünürse, bölüm 499875235, kalan 9 olur. Kızımın ağzı açık kaldı, bunu bu kadar hızlı nasıl yaptın anne? -Doğrusu nasıl yaptım bilmiyorum, -Asal sayıları da biliyor musun? -Tabi biliyorum, kendisinden ve 1 den başka hiç bir sayıya bölünemeyen sayılara denir. İlginç değil mi? İşte bazıları, 2, 3, 5, 7, 11, 13, 17, 19, 23, 29 31, 37, 41, 43, 47, 53, 59, 61, 67, 71, 73, 79, 83, 89, 97, 101, 103, 107, 109, 113, 127, 131, 137, 139, 149, 151, 157, 163, 167, 173, 179, 181, 191, 193, 197, 199, 211, 223, 227, 229, 233, 239, 241, 251, 257, 263, 269, 271, 277, 281, 283, 293, 307, 311, 313, 317, 331, 337, 347, 349, 353, 359, 367, 373, 379, 383, 389, 397, 401, 409, 419, 421, 431, 433, 439, 443, 449, 457, 461, 463, 467, 479, 487, 491, 499, 503…, -Anneee! Sen çok zekisin -Değilim hiç sanmıyorum, bir ara ezberlemişim demek. Kızımı yatırdım. Ona dokunmadım, dokunursam incitmekten korkuyorum. Yarın sağlık ocağına uğrayıp kan testi istesem iyi olacak. Gece uyumadım, başucumda aylardır bekleyen Tutunamayanlar’ı bir çırpıda bitirdim. Sonra Foucault Sarkacı’nı da. Sonra İnglizce bir film açtım tabletten, benim İngilizcem de sandığımdan iyiymiş. Filmi orjinal diliyle ana dilimmiş gibi izledim. Sonra sevdiğim bir japon filmini de altyazısız izlemeyi denedim. Anlayabiliyordum. Sabah kızımı okula arabayla bıraktık. Kızım benden utandı, onunla yürümemi istemedi. Haklı, yürüyüşüm öyle komik ki. Bu halimle sağlık ocağındayım. Bekleme koltuğuna otururken karşımdaki teyze, tuhaf tuhaf bakıp, yanındakine kaşıyla gözüyle,“Bu ne böyle,” diye fısıldıyordu. Sonradan da, “Allah yardım etsin,” duasını benden esirgemedi. Doktor odasından çıkıp bana baktı, gelebilirsiniz dedi. Şimdi yanımda, önden o giriyor, ben kesik adımlarla giriyorum. Bana çaktırmadan bakmaya çalışıyor, aldırmıyorum. Masasına oturdu, gülmemek için kendini zor tuttuğunu görüyorum. -Komik değil mi? Iııhııh diye boğazını temizleyerek, “Yoo yanlış anlmayın, tutuldunuz her halde,” dedi. - Tutulmak gibi değil, bildiğiniz robota dönüştüm, bir kan testi yapar mısınız? Değerlerim nasıl acaba? Demirim, vücut, mineral ve metallarim bir anda arttı, eti kemiği sardı galiba, diyerek gülmeye çalıştım. O da güldü, “Yaparız tabii, ben size bir de kas gevşetici tablet ve jel yazayım, düzelmezse, bir de uzmana görünün”. -Olur, dedim. Belki de makine yağı yeter. Hemşirenin yanındayım. Kan almak için kolumu tuttuğunda, hii diyerek gayri ihtiyari, elini hızla çekti. “Korkmayın,” dedim. “Bir sorun var sertleştim her yanım demir gibi iğne girer inşallah gerisi önemli değil”. Hemşire hazırlığını yapıp damarı bulmayı denedi. Koluma turnikeyi taktı, odundan pek farkı olmayan kolumda sıkma işinin başarılı olduğu söylenemez. Sıra enjektörün iğne ucunu damara batırmaya geldiğinde iyice tereddüt etti. Damar yolu diye bir şeyi bulma imkanı yoktu. Korkmayın dedim, başka bir noktadan deneyin, bir kaç denemede tüpe kan geldi. Hemşire de, ben de rahatladık. Defalarca teşekkür ettim. Doktora yeniden gelmeye niyetim yoktu, o yüzden internetten test sonuçlarını görebileceğim numarayı istedim. Hemşire doktordan alıp bana numarayı verdi. Doktorun mizah duygusunu, hemşirenin ise merhamet hislerini canlandırmıştım. Bu komik yürüyüşle eve yürüyerek gitmeyi de otobüse binmeyi de istemiyorum. Taksiye mi binsem, yürüyerek ofise mi gitsem acaba? Bir tanıdıkla karşılaşmamak için dualar ederek Küçüksu Parkı’na doğru yürüyorum. “İstanbul’da bir Mars’lı,” dedi bir kız. Olsun tanıdık biriyle karşılaşmayayım yeter. Şu kadın, kızımın okulundaki servislerden birinde hostes değil miydi? Eyvah işte korktuğum başıma geldi. Bana doğru mu geliyor, yere bakıyorum umarım gelmez. Ohh çok şükür görmezden gelip öte yana bakarak gitti. Sağ olsun. Şu bankta biraz otursam iyi olur. Oturunca daha az dikkat çekiyorum. Bu kim şimdi yaa, pis pis yanaşıyor, aranıyor bu herif, asıl şimdi boku yedim galiba. -Yalnız mısın güzelim? Yolunuza gidin, diye karşılık verdim hala dolanıyor etrafımda. Yanıma oturdu şimdi. Ben kalkıyorum. Kolumu tutu. Bırakın beni! Bağırtmadan efendice bırakın! Herif tehditten etkilenmişe benziyor, çekiyor kolumu. Kolumu çekerken adamın yüzüne elim çarptı. Burnu kırıldı galiba. Hızla uzaklaşsam iyi olacak. Taksiye bindim. Eve gidiyorum. Şöför sorun çıkarmadan aynadan merakla bakmakla yetindi. Ohh neyse evdeyim artık. Yorgunluk bitti neyse insanlıktan robotluğa geçiş semptomlarıymış demek yaşadıklarım. Cumartesi moduna geçildi. Banyo ve tuvalet, çamaşır suyu ve cifle 10 dakika fırçalanır. Kahvaltı hazırlama bugün için programdan silindi. Sırada bahçe var. Dökülmüş yapraklar toplanır. Taş kısımlar su ile yıkanır, bitkilerin sulaması yapılır, çürümüş yaprakları alınır. Uzamış otlar toplanır. Çardaktaki kurumuş sarmaşıklar kesilir, bankların tozu silinir. Balkon yıkanır, duvar üstü tozu alınır. Saat 14’de evin dışı bitirilmiş olmalı ve içerdeki temizliğe başlanmalıdır. Programdan takvim kontrolü yapılır. Eğer önceki cam silimi üzerinden dört hafta geçmişse cam silimi gerçekleşir. Camların yerleri ve hangi sıra ile silineceği kroki tanımlarda mevcuttur. Cam silme kovasına su alınıp, cam silme deterjanı ile silinecek camın karşısına geçilir. Teleskopik kollar devreye alınır. Cam yüzeye sprey deterjan sıkılır. Mikrofiber cam silme bezi ile silme işlemi yapılır. Cam yüzeyi ıslaklığı ve toz parikülü ölçümleri yapılır. Sonuçlar önceden girilmiş kriterlere uygunsa işlem tamamdır. Yeni cama geçilebilir. Eğer evde insan yoksa, silinen camlar havalandırma ve mikroptan arındırma amaçlı bir saat boyunca açık bırakılarak havalandırma sağlanır. Evin balkona açılan ucundan başlanıp, sıralı olarak diğer uca kadar tüm odalar, süpürülür. Süpürgelikler, karyola altları, cam önleri atlanmamalıdır. Bir oda bittiğinde kapısından düz ilerlenir, sensörler diğer odanın açık kapısından gelen hava akımını sezer, o yöne doğru hareket başlar. Süpürge öncelikle açık zemin üzerinde yol alır. Her oda için program doğru yapılmıştır. Hafızaya odanın krokisi girilmiş zeminin halı ve açık bölümleri açıkça tanımlanmıştır. Kroki esas alınarak önce açık alan süpürülür. Halı ile kaplı zemin için süpürge ucu değişir. Ustalıkla her bir iplikçiğin aralığında zerre bırakmayacak şekilde emiş yapılır. Koltuk altlarına gelindiğinde, hareketli eklemler yere kadar eğilir. Süpürge ucunun zemine tam yapışması için açı sensörleri devrededir. Tüm oda süpürüldüğünde, toz örnekleme ölçümü ve koku sensörleri açılır. Ölçümler ortamdaki toz seviyesini limitler içinde göstermiyorsa, toz depoları boşaltılarak temizlik yenilenir. Tüm odalar bu şekilde süpürüldükten sonra. Paspas kovası açılır. Yeterince deterjan ve su ile doldurulur. Paspas programı süpürgeninkine benzer. Yalnız toz yerine zemin nemi ölçülür. Halı kaplı zemin pas geçilir. Çamaşır sepeti kontrolüne sıra gelmiştir. Kirli sepetindeki çamaşırların renk ve materyal ölçümleri yapılır. Beyaz ve pamuklular, renkli ve pamuklular ve koyu renkli ve pamuklular, beyaz ve yünlüler, renkli ve yünlüler, koyu ve yünlüler şeklinde altı gruba ayrılır. Her grubun tartımı yapılır. Söz konusu grupta üç-beş kg arasında kirli çamaşır mevcutsa, kirliler çamaşır makinenin haznesine alınır. Önceden tesbit edilen özelliklere uygun deterjan ve yumuşatıcı ilgili gözlere konulur. Önceden tesbit edilmiş özelliklere uygun makina programlaması yapılarak start verilir. Saat 17 olduğunda yemek hazırlığı için vakit gelmiştir. Menü ve malzeme hafta başında bellidir. Genel Menü Pazartesi : Tarhana Soslu makarna, salata ve tatlı, Salı : Mercimek çorba, tavuk yemeği, pilav salata Çarşamba : Tavuklu şehriye çorbası, sebze yemeği, makarna/börek, salata Perşembe : Yayla çorbası, etli kuru bakliyet yemeği, bulgur pilavı, cacık/turşu/hoşaf Cuma : Domates çorbası, köfte türevleri, makarna, salata Cumartesi : Mercimek/ezogelin çorba, et yemeği, pilav, salata, tatlı Pazar : Balık, patates kızartma, salata, helva Temizlik sırasında Cumartesi moduna geçilmişti. Bu moddan çıkılması diğer konularda aksamaya neden olacağı için kalmaya karar veriyorum. Cumartesi günü de Çarşamba moduna geçerek durumu düzeltirim. Malzemeler yeterli ve tanımlı…Çorba pişmeye bırakıldı, rosto fırın aşamasına geldi, pilav için pirinç suda bekliyor. Salata malzemelerinin yıkanması tamam. Çamaşır makinesi durdu. Kurutmaya geçildi. Açık camlar kapatıldı. Taze hava miktarı ölçülerek kontrol edildi. Saat 18:30, test sonucu çıkmış olabilir. Bilgisayarı açıp, karşısına yerleşiyorum. Takip numarası aklımda. Google’a girip “labim” yazıyorum. Hemen listede en üst sırada web sayfası. Tıklıyorum. TC Kimlik No ve Kayıt no istiyor. Giriyorum. Hemogram, Biyokimya ve Hormon testi yapmışlar. Hiç bir değerim normal değerde değil, bazılarının ne anlama geldiğini bilmiyorum ama, bazıları limit değerlerin altında bir çoğu üstünde. Kolestrolüm yüksek, tiroid hormonlarım normalden hızlı Ama T3 ve T4 değerleri ve TSH sonuçları bilinen kombinasyonlara uymuyor. Prolaktin aşırı yüksek. Demir depoları görünmüyor büyük işaretine bakılırsa ölçülebilir değerlerin üstünde. Kalsiyum da öyle. “Not : Tüm değerler, refens aralıkların dışında, bozulmuş kan…” Yani alınan kan numunesinin taşıma sırasında veya başka nedenlerle saklama şartlarının dışına çıkılması nediyle bozulduğunu sanıyolar. Hemşire kan alırken tüpe kan gelmesine bile şaşırmıştım. Aldığı şey kan değilmiş. Referans aralıkların dışında… Hiç bir şey hissetmiyorum. Sıradaki iş neydi? Eve gelmeleri yakın mı? Evden çıkmalıyım, beni görmelerini istemiyorum. Dağılacağım hissediyorum. İçimde birşeyler kırılıyor. Evden çıkmalıyım. Merdivenleri inebildim, dağılmadan sessiz bir park bir köşe bulmalıyım, yakındaki parkta bulurum boş bir köşe dayan, dayan dağılma taşı bacaklarım. Lütfen dayan! -Evet ne var, neye bakıyorsunuz, parçalanan kadın görmediniz mi daha önce? İşinize bakın, robot da mı görmediniz ekran da? Geldim, parka geldim. Güvenlik görevlisi durdurmasa bari. -Hanımefendiii! -Biraz oturup çıkacağım. Yürümeliyim, yürümeliyim, durup konuşamam! -Hanımefendiii, biraz durun, durun hanımefendiii! -Duramam…Telefona sarıldı. Allahkahretsin! Şu dalların arasından aşağıya yöneleyim, alaca karanlıkta, kuytuda bulamazlar inşallah. Çimlere oturabildim, omzumdan sol kolum düştü, ayağım da bilekten çıktı, çok koyu, viskoz bir şey damlıyor ara sıra. Sağ kolum, sağ ayak, sol omuz, sağ omuz… Yanık yağ kokusu tanıyorum bu kokuyu. Dilovası’ndan geçerken fabrikalardan gelen koku…Vücudumdan akan bordo renkli balçık etrafımı sardı. Ilık. Belim ayrılıyor, yana doğru düşüyorum. Çoban Yıldızı yukarıda. Benim bir ruhum olduğunu sanmıyorum, makinelerin ruhu olmaz, benim yıldızım da olmaz değil mi? Başım düşüyor, yokuş aşağı yuvarlanıyorum çimlerde. Bir gök, bir kök, bir dal. Bir gök, bir kök, bir dal. Bir gök, bir kök, bir dal. Bir gök, bir kök, bir dal… Durdum. neyseki yüzüm göğe dönük kaldım. Bulutlar hızla yer değiştiriyor, şu gri olan küçük bir kıza benziyor, gülümseyen, lüle saçlı, elbiseli, kurdelalı ayakkabılı... Ağaç gibi yakındaki bulutlar, bahçeye girdi şimdi kız, kollarını kaldırdı, ağacın dalını tuttu, tırmandı, oturdu dala. Dut yiyor. Büyüdü kız, ders çalışırken ağlıyor, aşık, o bilmiyor. Kara bulutlar arttı, şimşekler sıklaştı, rüzgar kuru yaprakları yüzüme yapıştırıyor, güzel kokuyorlar. Karıncalar üstümden geçiyor, acele yetişmeleri lazım, yağmur geliyor. İşte yine çıktı, küçük kız. Güzelleşmiş, şık giyinmiş, dik duruyor, gülümsüyor, çalışıyor, mutlu. MÜzik sesi geliyor uzaktan. Tanıyorum ben bunu, bir belgesel vardı onun müziğiydi bu. Evlenmiş, yemek yapıyor, kıyafetleri ucuz, saçları dağınık, rengi solmuş, yırtık terlikler var ayağında. Bebeği kucağında, elinde biberon var, kilo almış. Üstü başı perişan. Şimşekler çakıyor. Birileri geliyor, sesler yaklaşıyor, bedenimi buldular. Başka da hiç bir şey bulmazlar. Yıldırımlar, sahibim geldi, gidiyorum…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © YILDIZ AKA , 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |