..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kendi görüşlerim var -sağlam görüşler-, yine de her zaman onlara katılmıyorum. -G. Bush
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




28 Kasım 2018
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 15  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Yerimden fırlayıp ayağa kalktım. Elindeki sahana vurdum, sahan yere düştü, üzerime içindeki maddeden bulaştı. Büyücünün elindeki teleği çekip aldım,


:GDB:
     Doktorun söyledikleri beni tatmin etmemişti, rahatlatmamıştı; aksine huzursuz yapmıştı. Söylene söylene yürüyordum. Nereye gidecektim, bir karar vermemiştim. Ayaklarım nereye götürürse oraya. Gittim, gittim; geldiğim yer daha önce hiç bilmediğim bir yerdi. Sokaktı. Puslu, soğuk.bir sokak.
     Bu sokak metruk ev dolu. Bakımsız, yıkıldı yıkılacak evler. Bir fırtına çıksa hepsini uçurur. Buna rağmen boş değiller; kapılarının önünde oturan kadınlar ve pencerelerinden bakanlar var. Çocuklar da ortasından küçük, kirli bir derecik akan -kanalizasyon patlamış olabilir- sokakta birbirlerini kovalıyorlar. Kedi var bir tane, üç de köpek. Kedi tedbirli davranıyor, köpeklerden oldukça uzakta onların hareketlerini izliyor.
     Bir an önce buradan gitmeye çalışıyorum. Gidemiyorum. Bir evin önünden geçerken kapısı açılıyor, bir el beni içeri çekiyor. Kim bu? İçerisi loş, gözlerim iyi görmüyor. Tuhaf kokular geliyor burnuma: Leş, turşu, tuvalet kokuları.
     O kişi elimi daha kuvvetli çekerek beni bir odanın içine sokuyor. Burası aydınlık. Görüyorum. Yaşlı bir kadın, üstü başı dökülüyor, yere kadar bir entari giymiş. Saçları bembeyaz ve dağınık. Yumruktan az büyük bir kafası var. Küçük suratlı, elmacık kemikleri çıkmış, avurtları çökük. Çünkü ağzında sadece üç tane üstte iki tane de altta dişi var. Üsttekilerin ortasındaki diş altın kaplama. Hayret.
     Cam kenarına bir sedir konmuş, oraya oturmamı işaret ediyor. Nasıl oturabilirim, sedirin üzeri eski püskü giyecek hatta cam ve metal parçalarıyla dolu, ekmek kırıntıları bile var. Tereddütümü anlıyor, sedirin bir kısmındaki eşyaları eliyle iteleyip boşaltıyor. Oturuyorum.
     -Senin üzerinde büyü var, bunu bozacağım. Diyor.
     -Büyü müyü yok bende. Büyü olduğunu nasıl bildin?
     -Ben bilirim; işim bu. Oturduğun yerden kıpırdama, şimdi geliyorum, deyip odadan çıktı, bir dakika sonra, içinde macuna benzeyen madde bulunan bir bakır sahan ve büyük bir kuşa ait beyaz-siyah karışık renkli uzun bir telekle geldi. Yanıma oturdu. Telekle sahanın içindeki maddeyi karıştırdı. Bir yandan da ne dediğini anlamasam da dudaklarının oynamasından duaya benzer bir şeyler mırıldandığı belliydi. Çukura kaçmış gözlerini bir kapatıp bir açıyor, şiş damarlı eli hızla sağanın içini karıştırıyordu. Karıştırma bitti, ağzını kapattı, gözlerini yumdu. Tam tepemde dikiliyordu, boğazına sarılıp boğmak geçti içimden. Yapmadım.
     Gözlerini açtı, pis bir gülüş attı bana doğru; altın dişinden parıldıyan bir ışık gözümü rahatsız etti. Çok derin bir nefes aldıktan sonra, tıpkı bir yılan tıslaması gibi bana üfürdü. İğrenç kokuyordu nefesi. Başımı çevirdim, eliyle başımı düzeltti, tekrar tısladı yani üfledi. Defalarca... Elimle burnumu kapattım, elime vurdu. Telekle sahanın içindeki maddeden alıp bana yedirmek istedi. Bu iğrenç şeyi nasıl yerdim? Kafamı “Hayır” anlamında salladım. Umursamadı, gene yedirmeye uğraştı. Bu kadarı da fazlaydı! Pis büyücünün bir sıkımlık canı var, buna rağmen bana kabarıyor.
     Yerimden fırlayıp ayağa kalktım. Elindeki sahana vurdum, sahan yere düştü, üzerime içindeki maddeden bulaştı. Büyücünün elindeki teleği çekip aldım, önce sol gözüne sonra sağdakine sapladım. Bağırmadı. İteleyip sedirin üzerine düşürdüm. En sonunda da boğazını bütün gücümle sıktım. Vücudu kaskatı kesildi, hareketsiz yerde yatıyordu.
     Kçmalıydım, kaçamadım; odadan adımımı atar atmaz bir adam karşıladı beni. Kadının yalnız yaşamadığı anlaşılmıştı. Adam, kadından daha da korkunçtu. Gözlerinden akan kırmızı kan çenesinden aşağıya süzülüyordu. Yüzündeki deri değil de sanki köseleydi. Konuşurken ağzından çıkan köpükler etrafa saçılıyordu.
     -Öldürebildin mi? Diye sordu bana.
     -Evet, dedim. İşi tamam, öldü.
     -Sen öyle zannet, deyip önüme dikildi, kıs kıs gülüyordu. Öfkeyle iteledim onu, kıç üstü yere düştü. Acaba adamı da öldürsem mi diye sordum kendime. Öyle ya, geride bir tanık bırakmak benim kolayca yakalanmama neden olabilirdi. Buna rağmen adamı öldürmek içimden gelmiyordu. Acıdığımdan mı? Hayır. Tembelliğimden olabilir.
     Evden sokağa çıktığımda kapıdan girmeden önceki gördüklerim aynen vardı. Sokağı aceleyle terk ettim. Çarşıya geldim, fırından iki ekmek aldım. Bana en az iki gün yeterdi bunlar. Çarşıyı elimdeki ekmek poşetiyle dolaştım. Huzursuzdum, sebebi belli. O büyücüyü keşke öldürmeseydim. Belki de ölmemiştir. Adamı öldürmemekle iyi yaptığıma inandım. Gidip bakacaktım. Gitmek riskliydi, öldüyse cinayeti benim işlediğim hemen anlaşılırdı. Belki de adam, kadını öldürdüğümü herkese duyurmuştu! Buna rağmen gittim.
     Sokakta her şey aynı. Sanki sabitlenmiş. Burada zamanı dondurmuşlar. Büyücünün evinin önündeyim. Kapı açıldı, bir el gene beni içeri çekti. Bu saferki el o adama aitti.
     -Ben sana demiştim, işi bitmemiş, deyip gülerek öteki odaya kaçtı.
     Adam haklıydı, işte büyücü kadın yanımda duruyordu. Hem de sapasağlam. Elimi tutup beni, odadaki sedire kadar sürükledi. Lanet büyücü kadın! Ölmemiş. Ama nedense sevinmek gelmiyor içimden.
     -Ekmeğin birini bana ver. Dedi.
     -Neden verecekmişim sana?
     -Yaptığım büyünün karşılığı olarak.
     -Nasıl bir büyü yaptın?
     -Üzerindeki bütün kötülüklerin günahını defettim.
     -Para vereyim.
     -Para istemem. Ekmek ver.
     Ekmeklerin ikisini de vermek istedim, kabul etmedi. Birini aldı ve dedi ki:
     -Git artık, gider gitmez yat uyu. Uyandığında gördüğün rüyayı hatırla. Rüyandakilerin hepsi olmasa da çoğu gerçekleşecek. Kötülükleri derin kuyuların içine gönderdim; şimdilik çıkamazlar. Sonsuza kadar da orada kalamazlar. Çıktıklarında bana gel; bakarız çaresine.
     Eve kendimi zor attım, esnemekten çenem ağrıyordu. Hemen yattım. Uyumuşum. Aylardır hasret kaldığım uyku işte beni kucaklamıştı. Rüya da gördüm. Aslında gördüğüm kırk-elli sene önce yaşadığım bir olaydı. Unutulmuş, gitmiş; beynimin bir köşesine saklanıp kalmış bir olay: Genç bir delikanlıyım. Çok güzel bir kızla arkadaşız. Arkadaşız diyorum da, aslında ben daha ilerisini istiyorum. Sevgili olmanın hayali içindeyim. O, duygularımı anlasa da fark etmemiş gibi davranıyor. Her konuda konuşuyoruz, fırsat buldukça birlikte sinemaya gidiyoruz, kırlarda dolaşıyoruz. Kızın sesi çok güzel; bana şarkılar söylüyor, başkaları onun sesini duyduğunda dikkat kesilip dinliyor. Yabancıların onu dinlemesini kıskanıyorum, hemen yüzümü asıyorum. Bozulduğumu anlayınca susuyor.
     Bir gün, gene kırlarda dolaşıyoruz. Biraz yüksekçe bir yerden ben önde o arkada iniyoruz. Ben düzlüğe çıkınca arkama dönüp baktım, o daha tümseğin yarısındaydı ve adeta çakılı kalmış gibi duruyordu. Anlaşılan inmekte zorlanıyordu. Beklemesini, yanına gelip inmesine yardım edeceğimi söyledim. Kabul etmedi, iki-üç adım attı ve tökezledi. Kollarımı açıp onu tutmak istedim, ikimiz birden yere yuvarlandık. O üstte ben altta. Yumuşacık bir bedeni olduğunu hissetim, saçlarının birazı ağzıma girdi, nefesi çok hoş kokuyordu. Yattığımız yerde öylece durduk bir müddet; sonra o altta ben üstte dakikalarca yattık. Bedeniminde adeta bir elektrik akımı dolaşıyor, damarlarımdaki kan son hızla her tarafıma yayılıyordu.
     Ayağa kalktığımızda ikimiz de mahcubiyetten birbirimizin yüzüne bakamıyorduk. Kötü bir şey yapmamıştık, ama haz duymayı suç olarak kabul ediyorduk. Hiç konuşmadan yola çıktık, evlerinin sokağına gelince bakışarak vedalaştık.
     Sonraki günlerde de düştüğümüz o yere defalarca gittik, bedenlerimiz yapışık saatlerce bekledik ve bir gün güdülerimize teslim olup cinsel birliktelik yaşadık. Ama bu cinsel birlikteliğimiz ilk ve son oldu.
     O günden sonra onu aylarca, hatta yıllarca aradım, bulamadım. Ne olmuştu ona, nereye gitmişti, neden bana haber vermemişti? Her gün evlerinin bulunduğu sokaktan defalarca geçtim, belki görürüm umuduyla. Ama boşuna. Bir gün, evlerinin boşaldığını, camına “kiralık” yazısı asıldığını gördüm. Buna rağmen ben sık sık oraya gittim.
     Uyandığımda onun o güzel yüzü gözlerimin önündeydi. Onunla yaşadığımız o hatıralar hayatta en çok mutlu olduğum anlardı. Keşke uyanmasaydım, hep onun olduğu rüyayı görerek sonsuzluğa kadar uyusaydım!
     Dışarı çıktım. Evin bazı ihtiyaçlarını alacaktım. Büyük bir marketin reyonlarına bakınıyorum. Bir el omzuma dokundu, arkama döndüm baktım: Yaşlı bir kadın, yüzü kırışık, saçları bembeyaz, etek ceket giymiş. Kibar bir hanımefendiye benziyor.
     -Affedersiniz, rahatsız ettim, dedi. Cevap verdim:
     -Rica ederim. Buyrun!
     -Beni tanımadınız mı? Oysa ben sizi sol kaşınızın üzerindeki yara izinden tanıdım.
     -Kusura bakmayın ama kim olduğunuzu çıkaramadım, desem de nefesinin kokusundan O olduğunu anlamıştım. Yıllar sonra, işte karşımdaydı; ama ben bugünkü yaşlı kadını değil, o güzel kızı zihnimde canlandırmıştım ve O'nu yaşatacaktım.
     Kadının yanından ayrıldım, hiç bir şey almadan marketi terk ettim. İşte, o lanet büyücü kadının dedikleri doğru çıkmıştı. Çünkü “Rüyada gördüklerinin çoğu gerçekleşecek” demişti. Gidip onu tekrar görmeli miyim? Karar veremedim.
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.