Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
Bayramlar ilk önce çocuklara gelirdi. Heyecanıyla, saflığıyla, güzelliğiyle tüm merakıyla. Onlardan anlardınız bayramın önemini, tadını, ruhunu. Küçükler ve annelerinin gözünde bir türlü büyümeyen küçükler de dâhil. Bayram deyince ilk akla gelen harçlıklar, yeni ayakkabılar, elbiseler ve komşulardan toplanacak şekerlerdi. Benim ilgilendiğim tek konu, kıyafetlerdi. Babaannem dikişten anladığı için, ona bayramın her gününe ayrı bir kıyafet diktirirdim. Sonra da bir manken edasıyla süzülürdüm. Bayram günü = Defile günü. Bayram harçlığı toplamak bana göre hiç değildi. Karşıda büyük bahçesi olan üç katlı villada oturan zengin bir ciciannemiz vardı. Mahallemizin ciciannesi namıdiğer süslüsü. Bayağı görmüş geçirmiş, elit ve güzel bir kadın. Yaşına göre bakımlı, gri uzun saçlarını güzel tokalarla topuz yapan, mahallede naif, şık bir bastonla arzıendam eden bir hanımefendi. Kocaman evi, bizlerin gözünde büyülü bir şato gibiydi. Bayramlarda 7-8 arkadaş toplanır, bahçesinden evin kapısına giden yola kadar korkarak giderdik. Filmlerdeki esrarengiz şatolardan bir hayli etkilenmişiz. Kapıyı “sen çal, o çalsın”dan sonra kapı çalınır ve tüm heybetiyle, tatlı ses tonuyla cicianne karşımızda durunca bir garip utançla başımızı kimimiz yere, kimimiz sağa-sola çevirirdik. Hepimizin umudu, zengin olduğundan, en büyük harçlığı ondan almak. Bunun için biz, üstümüze düşen şartları yerine getirmişiz, güzel bayramlıklarımızı giymişiz, mahallede gıcık olduğumuz arkadaşlarımızın ruhu duymadan erkenden örgütlenip ilk sıraya yerleşmişiz. Eee daha ne olsun, şimdi sıra ciciannede ve onun pamuk ellerinde. İçeri giriyoruz, boncuk gibi diziliyoruz. Biraz mahalle dedikoduları eşliğinde biraz nasihat veee şimdi esas konu: Alacağımız bayram harçlığı. Bankadan bayram için rica edilerek alınmış yeni ve hiç katlanmamış kâğıt paralar var ciciannenin elinde. Ama o zamanın en düşük bayram harçlığı. Birbirimize atılan şaşkın bakışlar ve gözlerde ayrı ayrı hüzünler. Ciciannenin, kulağımızdaki sesi: “Çocuklar, bunlar da sizin uğur paranız.” Eee, cicianne de biliyor işi, tüm mahallenin çocuklarına nasıl para yetiştirsin? Laf aramızda, sonraları idrak ettik ki biraz da cimriymiş. Büyüklerle beraber yapılan bayram ziyaretleri de ayrı eğlenceli, güzel ve sevgi doluydu. Ev sahibinin hazırladığı sarmalar, dolmalar, limonatalar, daha neleeer neleeer güzelce mideye indirilirdi. Bir evden diğer eve giderken akrabalarla, komşularla karşılaşıp gülüşmeler, aynı eve tekrar ikinci kez beraber gitmeler, hepsi birer neşe kaynağı. Kapı komşumuzdan haberimizin olmadığı şu günlerde, kapısı çalınmadık komşunun bırakılmaması, o zamana özel bir bayram geleneği olarak kaldı maalesef. Toplumumuzda bir Avrupa özentisidir ki yıllardır alıp başını gidiyor. Yurt dışında yaşayan gurbetçilerimiz, tüm yıl boyunca canını dişine takıp çalışırlardı. Elde ettikleri kazançlarını, biz akrabalarını ziyaret etmek ve özlenen Türkiye’mizin güzel sahil şeritlerinde tatil yapmak için harcarlardı. Bu tatil anlayışı, bir anlamda, bayram gibi özel günler de dâhil, tüm tatil anlayışımızı da değiştirmekte bir etken oldu diye düşünüyorum. Çoğu insan, bayram tatillerini değişik tatil beldelerine giderek geçirmeye başladılar. Tatile gidenler sanki gizli bir kinayede bulunurlardı gidemeyenlere. “Aaaa siz gitmeyecek misiniz bu bayram tatile?” gibi. Bazen “biz de kapatalım kapılarımızı bizi de tatilde sansınlar” diyerek kardeşimle şakalaştığımız da olmuştur. Ama hep bu; bu akımın suçu işte, yoksa biz ne diye evde misafir ağırlamaktan kaçalım, değil mi? İşte tam da bu zamanda akrabalık bağları, komşuluk bağları zayıflamaya başladı maalesef. Örf ve âdetlerimiz, yerini Avrupa kültürüne bırakmaya başlıyordu. Oysa yurt dışında yaşayan akrabalarımız, her defasında oralarda her şeyin çok güzel olduğunu ama insanlık, güler yüz, samimiyet ve misafirperverlik olarak Türklerin yerini hiçbir milletin tutamayacağını söylerlerdi. Biz bu değerleri yavaş yavaş kaybetmeye başladığımızın farkına yıllar sonra varacaktık ve artık çok geç olacaktı. Ve öyle de oldu. Reklamlarda bile; “bayramlarda büyüklerimizin ellerini öpelim, heyecanımızı onlarla paylaşalım” tarzında sosyal mesajlar verilmeye başlandı. Bir babaanne, oğlunun, gelininin, torunlarının yolunu gözlüyor, gelen olmayınca da üzüntüsünden boynunu büküyordu. Bu tür yapılan gizli, açık tüm uyarıların ve göze batırmaların bile pek bir faydası olmayacaktı maalesef. Başından kültürümüzün, örf ve âdetlerimizin, insanlığımızın kıymetini bilmemiz gerekiyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © MİHRAP ALTINTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |