İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
İnsanların yaşadıkları sürece yaptıkları hatalarla, söyledikleri her yalanla bu panolarındaki ışıklı karelerden birisinin söndüğünü, renginin karardığını düşünürdüm. Sonra ölünce insanların bu parlak panolarla yüzleşeceğini onu ancak ölünce göreceklerini düşünürdüm. Bazen sırf panomdan bir ışığım daha eksilmesin diye arkadaş kavgalarının en çılgın yerinde ‘tamam öyle olsun’ der kavgadan çekilirdim. Annem okul çıkışında yakındaki bahçelerden bir iş buyurduğunda yanmaya devam eden parlak bir ışık uğruna istemeye istemeye de olsa yola koyulurdum. Benim küçük kardeşim, ah o haylaz çocuk, hiç bilmedi onunla giriştiğimiz bir sürü yaramazlıktan panomdaki ışıklarım sönmesin diye vazgeçtiğimi. ‘Mızıkçı’ dedi bana onlarca kez boncuk mavisi gözlerini pörtlete pörtlete. Yaşımı hatırlayamadığım ama küçücük bir kız olduğumdan emin olduğum bir zamanda yine kitaplarımla baş başa idim. Bir kasabada otuz yıl kadar önce çocuk kitabını nasıl edindiğimi elbette hatırlamıyorum ama bir solukta okuyup bitirdiğim kitap Peygamber efendimizle ilgili bir kitaptı. Yatağımın üzerinde sırt üstü yatıp kitabımı bağrıma basıp ‘böyle bir peygamber gönderdiğin için teşekkür ederim Allah’ım’ dedim. Ancak kendi duyabileceğim bir sesle dudaklarımdan dökülen bu cümleyle birlikte bütün vücudumu bir ürperti sardı. Bir taraftan bir korku belirirken küçücük yüreğimde bir taraftan da panomdaki ne zamandır sönmüş olan ışıklarımın bile bir anda parladığını hissettim. Korktum, çünkü bir insana teşekkür eder gibi Allah’a teşekkür etmek bana çok garip geldi. Hata mı ettim? Ama yanlış ise niçin panomdaki bütün ışıklarımın yandığını hissediyorum. Korkuyla doğruldum yattığım yerden. Kitabıma o kadar sıkı sarılmışım ki avuçlarımın terlediğini hissediyordum. O zaman ilk defa Allah’ı bu kadar yakın, bu kadar gerçek, beni duyan olarak hissettim. Ama teşekkür ettiğim için bana kızmadığını da hissettim. Çünkü o benden daha iyi biliyordu neden teşekkür ettiğimi, neler hissettiğimi. Yıllar sonra Teşekkür Ederim Allah’ım isimli çocuk kaseti piyasaya çıktığında ben çoktan orta yaşlara gelmiş bir kadın olarak o günkü yürek pırıltılarımla dinledim kaseti. Onlarla bir kere daha teşekkür ettim o günkü ürpertili heyecanımdan uzak bir tebessümle. Şimdilerde ışıklı panomu unutmuş gibiyim belki ama onun yerine içimde bir yerlerde bir şükür ağacı büyütüyorum. Özellikle bahar ayları geldiğinde bir görmelisiniz onu. Önce ve her zaman görme lütfünü bahşeden Rabbime karşı bin bir çiçekle bezenmiş bir şükür ağacı. Gözüm Allah’ın yarattığı her bir güzelliğe değdiğinde şükür ağacımda yeni bir çiçek açar. Tomurcuğa durmuş her gül dalı şükür ağacına eklenen bir teşekkür çiçeğidir benim için. Yol boyunca gördüğüm menekşeler, papatyalar, gelincikler, hele ki gelincikler sizce de birer şükür sebebi değil midir? Yakup ile Yusuf’unun hikâyesini hepiniz bilirsiniz. Şimdiye kadar Yusuf’a yazılmış onlarca hikâye okumuş veya dinlemişsinizdir. Bana öyle geliyor ki Yusuf kör kuyuya atılınca, yani ki karanlık bir kuyuda bir başına kalınca Yakub’un gözü de öyle bir karanlık seçti kendine. Mademki sevgili bir kuyuda karanlıklar içindeydi, varsın Yakup’un gözü de gayrı hiçbir ışığı görmesindi. Ondan bir işaret gelmeyince bilemedi Yakup incisinin kuyudan kurtulduğunu. Yusuf, Mısır’a sultandı belki ama Yakup hala kör kuyuların karanlığında Yusuf’unun yasındaydı. Ta ki Yusuf’un gömleği Yakup’a doğru yola çıkıncaya kadar. Rüzgâr vefalı bir dost gibi cisminden önce kokusunu getirdi gömleğin. Yakup kokusunu aldığı incisinin artık kuyularda olmadığına kani oldu. Gömlek Yusuf’un kokusuyla birlikte ışığı da getirdi Yakup’a. Yavrusunun hasretinden tükenen göğsüne Yusuf kokulu gömleği basınca Yakup, gözünün aydınlığı yavrusu hakikaten göz aydınlığı oldu ona. Bahar aylarında yol kenarlarında saçına sırma teller takan gelinlere benzeyen akasya ağaçları seyrine doyum olmaz bir güzelliktir. Arabalarla yanlarından geçerken bakışlarımla dokunurum onlara. Ayrı ayrı hepsine sarılmak gelir bazen içimden. Neden sonra fark ettim ki bu bana yetmiyor. Çünkü arabanın içindeyken akasya kokularını alamıyorum. Bunu fark ettiğimde Yakup’un acısına benzer bir sızı hissettim yüreğimde. Biraz da küskün ‘beni hafta sonu akasya koklamaya götürür müsün?’. Bu soru eşime ne kadar anlamsız geldi bilemiyorum. Ama ben gerçekten gidip onarları kokularıyla da hissedebileceğim bir yerlerde onlarla hemhal olmak istiyorum. Yusuf’un gömleği gelsin istiyorum. Bu bahar akasya kokularının özlemi şükür ağacımda da yeni yeni güzellikler peyda etti. Elbette önceden de biliyordum koklamanın da bir nimet olduğunu ama bu şekilde hissetmek başka bir şeydi benim için. Sonra kokladığım her gül için, her akasya için, yanından geçerken görmesem bile buralarda bir iğde ağacı var mutlaka dediğim her an için şükür ağacıma yeni yeni yakutlar, elmaslar ekledim. Her biri için güzel kokulu çiçekler ekledim, adını bilmediğim ama çok güzel kokan çiçekler. Bir hafta sonu şükür ağacımda her biri için bir sürü çiçekler biriktirdiğim dostlarımızla birlikte küçük bir şehir dışı gezintisine çıktık. Bolu’ya gittik. Yeşilin kaç tonunu bilirsiniz? Kaçına isim koyabilirsiniz? Bence uğraşmayın. Yaratana teslim olup şöyle bir Bolu ormanlarına bakın. Yeşil, yeşil ve yine yeşil. Ama hepsi farklı yeşiller. Göz alabildiğine çam ormanları ve aralara serpiştirilmiş farklı farklı yeşil ağaçlar. Bir göl kıyısında şükür ağacımla ben diğer bütün seslerden azade geziyoruz. Göle doğru koşarak gelen bir küçük derecik sesleniyor ‘şükür ağacı yok mu benim için bir çiçek’ dereciğin yanında durup eğleşiyorum. Gözlerim ve burnum çam ormanlarınca esir alınmışken şimdi kulaklarım tepelerden itibaren saçlarını taşlara, çimenlere sere sere gelen şu nazlı dereciğe meftun. O şırıl şırıl kendini toprağa sermeye devam ettikçe çam kokulu yemyeşil ormanın içinde artık şükür ağacımın çiçeklerini varın siz düşünün. Biraz da mahcup, geç kalınmış şükür çiçekleri ile beziyorum şükür ağacımı. Şimdiye kadar sayısız seslerle dolup boşalmış şu kulaklarımı bu gün daha başka bir duyuşla hissediyorum. Onları bana bağışlayana hamd ediyorum. Kızımın anne diye seslenişini düşünüyorum derenin başında. Onun her anne demesinde aslında benim yüreğimde bir kapı aralanmıyor mu? Gözlerim eşimin gözlerine her değdiğinde, yüreklerimiz de bir birine dönmüyor mu? Memleket ziyaretlerimde anacığıma her sarıldığımda ana kokusu kuşatmıyor mu dört bir yanımı? Hepsine yürekten evet. Fakat yine de doğduğumdan itibaren yanı başımda bulduğum gözümü, kulağımı, burnumu bu baharla yeniden buldum. Yusuf’un gömleğini buldum Bolu’da. Bahar yüreğime geldi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esma Uysal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |