"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Kenan Baba'nın en son yazdıkları: “ Kalabalıkta bulunmak yalnızlığa engel değil, hatta çoğunlukla tek başına olduğundan daha fazla yalnızdır insan... Cisimler vardır, sesler vardır, yığınlar vardır insanlardan oluşan; hiçbir anlam ifade etmeyen, her şey birbirine yakındır ama gerçekte ise çok uzak. Birbirine benzediğini düşündüklerimiz arasındaki farklılıklar saymakla bitmez çoğu kez. Çıkmaz sokakların karanlığı çöker bazen insanın üzerine; o sırada aradığın ışık zanneder yalnızlığı tatmamış olanlar; oysa sessizliğin sesini duyma çabası içindesindir. Beklersin, beklersin... Gelmez. Gelmez sessizliğin sesi, ama geleceği umudunu söküp atamazsın içinden! Kayıplar aranır çoğunlukla, bulunamayınca yaşanır umarsız hayal kırıklığı. Yitirilen değerli sanılır, bulunan da sanki hiç yitirilmeyecek... Hayaller karışır gerçeklere; belki de böyle olması en iyisidir; yoksa gerçekler acıtır insanı sığınacağı hayaller olmasa. Yürek daralır, gözyaşı akar mı sevgiliyi bulamama ihtimali akla gelmese? Âşığın gözleri, elleri, ayakları kısacası tüm bedeni yorulur, gönlü hiç yorulmaz; yorulsa zaten ondan âşık olmaz! Âşık çığlıktan medet ummaz, kurtarıcı beklemez, kendini acındırmaz; gömer acılarını kutsal bir merasimle yüreğine... Çıkaracağı güne kadar gömülü kalır acılar oracıkta; çıkınca âşığa haz verir, sanırsın ki o bir mazoşist! Değildir, çünkü acılar ulaştıracaktır onu vuslata. Vuslat, yitik bir hayal olsaydı Mecnun gene de dağları deler miydi? Ne garip! Ben böyle düşünüyorum ama belki de Mecnın'un aklına böyle bir soru ya da ihtimal gelmemiştir bile...” O gün Kenan Baba şekerleme yapıyor ben de bahçede evin arka tarafında dolaşıyordum. Bilgisayarın başına oturup yazmak için bulunmaz bir fırsat olmasına rağmen canım yazmak değil dolaşmak istiyordu. Çimenlere, çiçeklere, ağaçlara, hatta duvar kenarındaki dikenlere baktım. Bu seyir beni rahatlattı, zihnimdeki olumsuzlukları sildi attı. Mutlu olduğumu hissettim. Yerde dakikalarca debelendim. Yattığım yerden gökyüzünü seyrettim. Gökyüzü önce masmaviydi, sonra ince beyaz bulutlar geldi, maviyi biraz soldurdu; bunların arkasından gene masmavi bir gökyüzü çıktı ortaya, görünmez bir güç ince beyaz bulutları kovalamıştı. Sonra gökyüzünde renkler resmi geçit yapmaya başladı: Mor, sarı, turuncu, gri, beyaz, siyah, koyu gri ve tekrar masmavi bir gökyüzü... Göğü boyayan bu ressam kimdi acaba? Bahçe kapısının çıkardığı sesi duyunca oraya doğru yöneldim. Bir de ne göreyim; kocaman siyah bir ayı demir kapıyı sallıyor. Daha önce oralarda bir ayının dolaştığını sütçü de temizliğe gelen kadın da söylemişlerdi, Kenan Baba da önemsiz bir haber dinliyormuş gibi hiç bir tepki göstermemişti. Dedikleri doğruymuş ve o canavar şu an işte karşımdaydı. Acaba gücü demir kapıyı yıkmaya yeter miydi? Ama bu ayı, kapıyı yıkmak istiyor gibi gelmedi bana! Öyleyse niye gürültü yapıyor? Acaba bu, daha önce bana saldıran ayı mı? Yarım kalan av işini tamamlamak yani beni yemek için gelmiş olmasın? Ona rastladığım yer buraya çok uzak, o nedenle bu zayıf bir ihtimal. Havlayarak, hırlayarak, dişlerimi göstererek onu korkutup kaçırmaya çalıştım. Umrunda bile değil. Hiç olmazsa Kenan Baba'ya haber vereyim diye sesimi yükselttim, sonunda duydu, geldi. Ayağında pijamaları vardı. -N'oldu arkadaşım? Neden böyle avaz avaz bağırıyorsun? Dedi. Ayıyı görmediği konuşmasından anlaşılıyordu. Kapıya doğru hamle yaptım, gördü ve beni uyardı: -Badi, sakın kapının altından dışarı çıkmaya ve bu ayı ile dalaşmaya kalkma! Fazla ileriye de gitme, yanıma gel! Dışarı çıkıp ayı ile dalaşmak mı? Kim? Ben... Nerede bende o yürek? Kenan Baba galiba beni çok cesur ve güçlü sanıyor! Ayı, Kenan Baba'nın sesini duyunca sakinleşti. Kapıyı gene sallıyordu ama eskisi gibi değil. -Bu ayı geçen sene de gelmişti, karnı açtı, yiyecek vermiştim, yedikten sonra sessizce gitmişti, deyip içeri girdi ekmek ve benim mamalarımdan alıp geldi. Mamalarımdan bu canavara verecek olması kıskançlık damarlarımı kabarttı. Demir kapının üzerinden bunları dışarı attı, ayı kapıyı bırakıp yiyeceklere koştu. Karnını doyurduktan sonra tekrar kapıya geldi, bu seferki bir teşekkür ziyareti idi ve aynı zamanda vedalaşma. Kısa bir süre bize baktı ve ön ayaklarını yere indirip arkasını dönüp gitti. (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |