Pek çok doktorun yardımı ile ölüyorum. -Büyük İskender |
|
||||||||||
|
-Kalkmazsan seni gebertirim! Bu tehdit karşısında kalkma da göreyim! Adamların hiç şakası yok, dediklerini yaparlar mı yaparlar! O gün dövüşten getirilen bir köpeğin hali benden de perişandı. Kamyonetin içinden adeta ölüsünü indirdiler, yuvasına iki kişi ayaklarından tutup götürürken çiftlik sahibi gördü. Adamlara küfür etti ve: -Yuvaya koymayın şu iti! Görmüyor musunuz işi bitmiş. Götürüp uyutun. -Başüstüne agam! Sana sormadan yapmayalım dedik, diye adamın biri cevapladı. Köpeği kamyonetin içine koyup çiftliğin dışına çıktılar, az sonra da bir tabanca sesi işittim. Durumumu değerlendirmek zorundaydım. Ne yapabilirdim? Eğer bunlar beni birkaç kulube ötedeki kulakları ve kuyruğu kesik Pitbull ile dövüştürürlerse en fazla bir dakika dayanabilirdim. Belki de daha az... Bu köpek ilk saldırışta beni boğup öldürürdü. Pitbull'un kocaman kafası, sivri dişleri gözlerimin önüne gelince titremeye başladım. Dayak için dışarı çıkarıldığımda birkaç defa göz göze gelmiştik, bakışları hiç de dostça değildi. Hatta “Sen de kim oluyorsun?” dercesine küçümseyici bakışlardı. Buradan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Aklıma gelen ilk çare, çiftlik kapılarından biri açıldığında kaçıp gitmekti. Başka da aklıma bir yol gelmiyordu. Bu kaçış için öncelikle kulubeden çıkacak kadar bir yer açmalıydım kendime. Patilerimle kulubedeki tahtaların hepsini yokladım. Hepsi iyi çakılmıştı, tek bir tanesi biraz oynuyordu. Bütün gün bu tahtayı zorladım durdum. Sökmeyi başaramadım. Aynı gün beni tuzağa düşüren bayan arkadaşımın bir başka köpekle çiftlik kapısından girdiğini gördüm. Köpek dövüşçülerine yeni bir kurban getirmişti. Verilen yiyecekleri yiyip suyu içtikten sonra benim başıma gelenlerin aynısı yaşandı. Dokuzuncu gün dövmek için dışarı çıkarıldım, yalnız değildim, dün gelen de vardı, onu benden daha çok dövdüler. Burada dayak her gün var; dayak yemeyen köpek hemen hemen hiç yok... O gece neredeyse sabaha kadar oynak olan tahtayı çekeledim. Sonunda başardım, çivi yerinden çıktı. Benim sığabileceğim kadar bir yer açılmıştı. Şimdi “boynumda tasma ve bunun kayışı varken, etrafta onca insan dolaşırken nasıl kaçabilirim?” sorusunu soruyordum kendime. Tasmadaki kayış kaçarken bir yere takılırsa bu macera başlamadan biterdi. Bir de tabii kapının açık olduğu zamana kaçışı denk getirmek vardı. Bunları sonra düşünürüm diyerek yatıp uyumaya karar verdim. Tahtayı tekrar yerine taktım, öyle ki istediğim zaman bir pati darbesiyle açabilirdim. Onuncu gün dövüşe çıktım. Neyse ki karşımdaki Pitbull değildi. Yeni dövüşe hazırlanan bir köpekmiş, beni fazla hırpalamadı ama ben aksine çok hırpalanmış numarası yaptım. Kulubeme götürülürken zorla yürüyormuş gibiydim. O gün gece geç bir saatte dövüşten bir köpek getirildi, bana kalırsa o hayvan ölmüş olmalıydı, ama sağmış ki kulubesine koydular. O gece çiftlik sahibi her zamankinin aksine dövüşçü köpeği getirenlerden çok sonra geldi. Sarhoştu, sallanıyordu yürürken, içkiyi fazla kaçırmış olabilir. O nedenle bu köpeğin akibeti bir sonraki gün belli olacaktı. On birinci gün hava kararmak üzere, beni dövmek için dışarı çıkarmak istediler, yere yatıp direndim. Kayışı çektiler, çektiler... Neredeyse boynum kırılacaktı. Dışarı zorla da olsa çıkardılar. O sırada çiftlik sahibi geldi, dün akşam dövüşen köpeğin ne olduğunu sordu, anlattılar. Yenildiği için bahsi kaybetmişti, o yüzden de köpeğe çok kızgındı. Hemen uyutmaları emrini verdi. Beni yerde ölü gibi yatarken görünce: -Bunun nesi var? Dedi. -Agam, dün dövüştü asıl köpekle, galiba çok hırpalandı. Bu da ölmek üzere, zaten bundan artık yaşasa da bize bir fayda gelmez, diye cevap verdi işçi. -Tamam, tamam. Bunun her tarafı köpek olsa ne yazar, götürün uyutun, emrini verince diğer köpekle beraber beni de kamyonete koydular. Tabii boyunlarımızdaki tasmaları çıkararak. Kamyonet hareket etti, çitliğin kapısının açıldığını çıkardığı gıcırtıdan anladım. Kamyonetin içinde ayağa kalktım, kendimi toplamalıydım, hâlâ gücümün var olduğunu anladım. Diğer köpek hareketsiz yatıyordu. Fazla uzağa gitmeden kamyonet durdu, arka kapı açıldı. Ben kapı açılmadan önce ölü gibi diğer köpeğin arka tarafına uzandım. İki adam önce bu köpeği tutup arabadan indirdiler. Onlar tam köpeği yere koyarlerken dışarı fırladım, üzerlerinden atlayarak kaçmaya başladım. Bunlar bağırıştılar, peşimden koştular, hatta arkamdan bir el silah sıktılar. Beni bir hayli takip ettiler, ben giderek hızlandım ve onlarla arayı iyice açtım. Bu arada karanlık da giderek koyulaşmıştı ve artık beni yakalamaları çok zordu, vaz geçmiş olmalılar ki daha sonra seslerini duymadım. Buna rağmen durmadım, aksine bütün gücüm bitinceye kadar koştum, koştum... Koşamayacağımı anladığımda bir ağacın altındaki çimenlerin üzerine yattım. Gökyüzünde parlayan ay yusyuvarlaktı... Uyumuşum. (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |