..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




20 Ekim 2017
Köpeğin Adı Badi - 38  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Ahırı iyice incelemeden önce kapıdan girince sol duvarın yanındaki saman balyalarının arkasına saklandım. Saman balyaları ile duvar arasında bırakılan boşluk tam benim girebileceğim kadardı. Çok keskin bir gözün bile burada saklanan canlıyı görmesi zordu.


:HIF:
     Geniş bir bahçe içerisinde bir ev ve bir de ahır var. Ev ile ahırın arası biraz uzak. Üstelik ahır çok da geniş. Ahırın kapısına geldim, dışarıya doğru açılıyordu ve aralıktı. Bu aralıktan içeri süzüldüm. Akşam henüz olmamıştı ; ama ahırın içi karanlıktı. O yüzden içeride çatıyı tutan iki tahta direkten birinde bir gaz lambası asılıydı. Lambanın yanında oldukça yaşlı bir kadın çömelmiş bir inekten süt sağıyordu. Ahırdaki diğer inek de önünde samanları yemekle meşguldü.
     Ahırı iyice incelemeden önce kapıdan girince sol duvarın yanındaki saman balyalarının arkasına saklandım. Saman balyaları ile duvar arasında bırakılan boşluk tam benim girebileceğim kadardı. Çok keskin bir gözün bile burada saklanan canlıyı görmesi zordu.
     Yer tesbitinden sonra ahıra dikkatlice baktım. Kapının sağında ağaçtan oyma içi su dolu bir yalak vardı, ineklerin su içmesi için yapılmıştı. Yalaktan birkaç metre ileride de içi samanla doldurulmuş yemlik. Yerler tezek doluydu, dışkı ve sidik kokusu dayanabilir gibi değildi. Aslında bu benim işime yarardı, köy köpekleri bu yoğun koku varken benim kokumu alamazlardı.
     Saman balyalarının önünde dağınık saman doluydu ve burası o yüzden diğer tarafların aksine kuruydu, ahırın diğer yerleri ise tabii ki tezekle kaplıydı ve yaştı. Ahırın avluya bakan küçük bir penceresinden dışarısı çok net olmasa bile görülebiliyordu. Tavan oldukça yüksekti, tahta kaplıydı; duvarlar rutubetten yaş içindeydi.
     İnekler beni görmeseler de varlığımı hissettiler; huzursuzlanmaya başladılar. Hatta sütü sağılan inek birkaç kere ayaklarını yere vurdu. Aynı inek daha sonra beni ilk gördüğünde dikkatlice yüzüme baktı, başını öne eğdi, tos vurmaya hazır hale geldi. Upuzun boynuzlarıyla bana bir vursa, vay benim halime! Hemen saklandım, sonradan gördüğünde ise bana hiç aldırış bile etmedi; sanki daha önceki kızgın bakışlı inek o değildi. İnekler bağlı değildi, buna rağmen içeride fazla dolaşmıyorlardı. Yemlikle yalak arasında bazen gidip geliyorlar; çoğunlukla da uyuyarak vakit geçiriyorlardı.
     İnekleri sağan kadın çok yaşlıydı, zorla yürüyordu, süt sağmak için çömeldiğinde dizleri tir tir titriyordu, ayağa kalktığında da her an devrilecekmiş sanıyordum. Kadın inekleri sağmak için iki plastik kovayla ahıra geliyordu. Her inekten birer kova süt çıkıyordu. Sağma işi bittiğinde kovaların ikisini birden taşıyayamayacağı için önce birini götürüyor, birkaç dakika sonra gelip diğer kovayı alıyordu. Tabii en son olarak da tahta direkteki gaz lambasını almak için bir kere daha geliyordu. İnekler sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere sağılıyordu. Kadının bu kovaları farklı zamanlarda götürmesi benim işime yaradı. O dönünceye kadar ben bırakılmış olan kovadaki sütle karnımı doyuruyordum. Bir keresinde kadın ikinci kovayı almaya çok geç geldiği için ben süt içmede ölçüyü kaçırmışım. Kadın kovanın dibindeki azıcık sütü görünce hayret etti, sağa sola kafasını çevirip baktı, birkaç kelime söylendi. Etrafı aramak aklına gelmedi, kovayı alıp çıktı; daha sonra gaz lambasını almak için tekrar geldi. Ben de bir daha aynı hatayı hiç yapmadım.
     Ahırdaki günlerim birbirinin kopyasıydı. Yaşlı kadın elinde gaz lambası geliyor, lambayı direğe asıyor, dışarı çıkıp az sonra boş kovalarla gelip kapıyı açıyor, tam kapatmıyor, biraz aralık bırakıyor. Yemliğe saman atıyor, inekleri sağıyor, dolu kovaların birini götürüp diğerini bırakıyor, ben kalan kovadan süt içiyorum, kadın tekrar geliyor diğer kovayı alıp götürüyor, yalağa su koymak için de iki kere gidip geliyor ve en sonunda da gaz lambasını götürüyor. Kimi kimsesi yoktu galiba. Bahçesinde hiç insan görmedim, insan sesi işitmedim. Kadının kocasını ise bir kere camdan gördüm. Güneşli bir gündü, elinde bastonla yürümeye çalışıyordu, kadından daha yaşlıydı, fazla durmadı, bir göründü hemen kayboldu.
     Ahırdaki tezek ve sidik kokusuna alışmasına alıştım da ineklerin dışkı yaparken ve işerken çıkardıkları gürültüye bir türlü alışamadım. Bu sesler defalarca uykumun en tatlı yerinde beni uyandırıyordu. Tam dalacağım ya da uyumuşum birden şaarr şaarr ya da şap lock şap lock diye sesler... Yerimden fırlıyorum, tekrar aynı duruma gelinceye kadar uzunca zaman geçmesi gerekiyor. Bir de yem yemedikleri zaman ağızlarının şapırtısı... Bu da beni gıcık ediyor. Geviş getiriyorlarmış, yani yuttukları yiyeceği tekrar ağızlarına getirip çiğniyorlarmış. Bana göre iğrenç. Mideye giden şey tekrar yenir mi, benim kusmuğumu yemem gibi bir şey değil mi bu?
     Kışı hiç dışarıya çıkmadan ahırda geçirdim. Fırsat buldukça kirli camdan bahçeye baktım, o nedenle görüntüler de net değildi. Güneşin gökyüzünde hiç kaybolmadan hep göründüğü üst üste üç günden sonra karlar tamamen eridi, daha sonra da kar suları buharlaştı, toprak kurudu.
     O korkunç olay olmasaydı belki de ahırda daha aylarca kalabilirdim.
     Akşam üzeriydi. Yaşlı kadın son süt dolu kovayı da götürdükten sonra gaz lambasını almaya geldi. Hareketleri bir tuhaftı, sarhoş gibi yalpa yapa yapa yürüyordu. Lambayı asılı olduğu yerden alması bile her zamankinden farklıydı ve uzun sürdü. Hareketleri çok yavaşlamıştı. Lambayı aldı, kapıya doğru yöneldi. Tam saman balyalarının yanından geçerken birden yere kapaklandı. Ayağı bir cisme mi takılmıştı, hayır. Orada düşmesine yol açabilecek herhangi bir cisim yoktu.
     Düşen kadının elindeki lambanın içine gaz konan kısmı ve şişesi kırıldı, içindeki gaz etrafa saçıldı, Lambanın fitili sönmemiş, yanıyordu. Fitilin alevi saçılan gaza değince kadının etrafında bir ateş halkası oluştu. Bu halka önce yerdeki samanlara sonra da saman balyalarına ulaştı. Kırmızı dilli sanki birçok canavar oluştu ağırın içinde. En üstteki balya da yanmaya başlayınca alevler tavana ulaştı. Ortalık gündüz gibi aydınlandı.
     Ben saklandığım yerden ineklerin yanına geçmiş yangını seyrediyordum. Kaçmak hiç aklıma gelmiyordu, içerideki sıcaklık artınca inekler tehlikenin farkına vardıklarından kapıya doğru yöneldiler. Giderken ikisi de yaşlı kadının bedeni üzerine bastılar. Kadının bedeni adeta boş bir çuval gibi hiç hareketsiz düştüğü yerde duruyordu. Ve bu çuval benzeri şey yanmaya başlamıştı.
     İnekler aralık olan kapıya tos atıp dışarı çıktılar, çıldırmış gibi koşuyorlardı bahçede.. Kapının dışarıya açılır olması işlerini kolaylaştırmıştı. İçerisi dumanla doldu, gerçi dumanın bir kısmı açık kapıdan çıkıyordu; ama gene de dumandan boğulmak işten bile değildi. Ben de kendimi dışarı attım, inekler hâlâ koşuyorlardı; daha doğrusu bahçenin etrafında dönüyorlardı. Bir inek bahçe çitinin üzerinden atlamayı denedi, ayağı takıldı, kafa üstü sokağa düştü. Onu gören diğer inek de atladı, dört ayağı üzerine düştü yola. Birkaç saniye durup tekrar koşmaya başladı. Arkadaşı hâlâ yerdeydi, ölmüş de olabilirdi.
     Gürültüler köyün bütün köpeklerinin havlamasınana yol açtı. Çoğu yangın yerine geldi. Köpek havlamalarını duyan köylüler ne oluyor diye bakmak için evlerinden çıktılar, yangını görenler ellerine geçirdikleri yaba, tırmık gibi aletlerle ve su kovalarıyla geldiler. Yangın çok büyükdü, ahırın çatısı da alev içindeydi, kimsenin elinden bir şey gelemezdi. Seyretmekle yetineceklerdi. Herkes bahçeye doluştuğunda kadının kocası bastonuna dayana dayana ancak çıkabilmişti dışarı. Ne olduğunu anlayamamıştı, şaşkındı; etrafa bakınıp duruyordu. Birkaç kişi kollarına girip yaşlı adamı oradan uzaklaştırdılar; hiç itiraz etmedi.
     Köylüler yaşlı kadını göremeyince aralarında konuşmaya başladılar:
     -Yazık oldu, kadıncağız cayır cayır yandı.
     -Tüh tüh..
     -Buna şükretmeli, bir de rüzgar olsaydı yangın etrafa sıçrar ve bütün köy yanardı.
     Halbuki yaşlı kadın cayır cayır yanarak ölmemişti. Bana göre kadın, düşer düşmez öldü; yanarken canlı değildi.
     Yeniden yola çıkma zamanı. Benim artık bu köyde barınmam çok zor...
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.