Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Osman dedem sustu, dikkatle yüzüme baktı ve: -Suratın neden asık? Yoruldun mu? Yoksa defterde cesetlerden ve hayvan leşlerinden bahsedilmesi seni korkuttu mu? Dedi. -Yok dede, korkmadım. Desem de yalan olduğunu dedem kolayca anlamıştı. Evet korkmuştum ama yüzümün asıklığı biraz da baş ağrısındandı. -Başım ağrıyor biraz dede. -Başını mı üşüttün? Ya da grip falan olmayasın? Soğuk havalarda sadece vücudunu değil, başını da koruyacaksın. -Annemden bir ilâç isterim, içince geçer. -İstersen ben o baş ağrısını çivileyip, seni kurtarırım. -Ben başıma çivi çaktırmam dede! Korkarım. Kafamdan kan akar, çivi beynime kadar girer. Dedem gülmeye başladı. -Yok oğlum, başına çivi falan çakmayacağım. Sadece ağrıyı senden alıp çivileyeceğim. Dedi. Dedemin ne yapacağını merak etmiştim. -İyi o zaman. -Git bana kalınca bir tahta, biraz çivi ve bir de keser ya da çekiç getir! Koşarak odadan çıktım, dedemin istediklerini getirdim. Dedem önce bir dua okudu, dua bitince yüzüme üfledi. Sonra bir şeyler mırıldanarak tahtaya bir çivi çaktı. Daha sonra gene dua okudu, üfledi, çiviyi tahtaya çaktı. Bu şekilde dokuz-on çiviyi tahtaya çaktıktan sonra: -Birazdan baş ağrısından kurtulacaksın, dedi. Dedem böyle dedi de benim baş ağrım geçti mi? Hayır. Yarım saat oldu çiviler çakılalı ağrı devam ediyor; bir saat oldu gene devam ediyor. Bir ara dedem sordu: -Nasıl oldun, geçti mi? -Biraz hafifledi, dedim o üzülmesin diye. Yoksa ağrının hafiflediği falan yoktu. Ta ki annemden bir ağrı kesici alıp içene kadar devam etti. ● ● ● 27 Temmuz 1878 (27 Recep 1295) Göçün Yüz On altıncı Günü; Ben de çocuklar da hastalığı atlattık. Yeyip içmeye başladık. Bu da iyileştiğimize bir işaretti. Altı kişi öldü. İkisi yaşlı erkek, ikisi orta yaşlarda kadın, iki de çocuk. Hasköy'de üç gün mola verdik. Benim göçe dair not tuttuğumu gören birkaç kişi, bunu sağda solda anlatmış olmalı ki önüne gelen bana; -Kaç gündür yoldayız? Diye sorunca, onlara hemen doğru cevabı veriyordum, ama: -Daha ne kadar yolumuz kaldı, diyenlere kesin bir rakam söyleyemiyordum. Sadece; -Az kaldı, demekle yetiniyordum. Çünkü daha kaç gün yol gideceğimizi, ben de tam olarak tahmin edemiyordum. Şimdi gittiğimiz yol da göçmen dolu. Yüz binlerce Türk, yeni bir yurda yani Türkiya'ya doğru gidiyor. Eski sorular gene aklıma geliyor: Acaba bu gidiş bir kaçış mı, bir bozgun mu; yoksa vuruşarak bir geri çekilme mi? Göç etmeyip yerimizde kalıp direnseydik ne olurdu, başımıza neler gelirdi? Bizi katlederlerdi, burası kesin. Ama bu göç yolunda da verdiğimiz kayıp, muhtemel bir katliamdan daha az değildi ki! Yerimizde kalsaydık, düşmanla vuruşmasına vuruşurduk ama hangi savaşçılarla, hangi silahla bunu yapacaktık? Köyümüzde neredeyse on yedi ila kırk yaş arasında insan kalmadı. Bu yaş gurubundakilerdir asıl cengaverler. Bu durum sadece bize özgü değildi; diğer yerlerin de bizden bir farkı yoktu. Balkanlarda savaşacak cengaver ve savaşta kullanılacak silah ya hiç yoktu, ya da çok azdı. Osmanlı “Vergi” dedi verdik, “Asker” dedi hemen gönderdik. Paramızı da gençlerimizi de boşu boşuna olur olmaz yerlerde harcadı. Bir de şimdi bize hangi yüzle “Geri dönün topraklarınızı, vatanınızı savunun!” diyecek. Vatanımızı çapayla, orakla, ufacık kızanlarla mı savunacağız en gelişmiş silahlarla donatılmış düşmana karşı? Bize dönün demek, açıkçası bizi ölüme göndermek değil midir? Ey Osmanlı! Yeter artık diyoruz sana. Biz geri dönmeyeceğiz; gerekirse seninle savaşacağız ama asla geri dönmeyeceğiz. Varsa kalan gücümüz, onu sana karşı kullanacağız bizi döndürmek istediğin için. Sen hani kocaman bir devlettin? Kendinden olmayanlara bile kucak açardın? Yabancılara karşı gösterdiğin insanlığı, neden kendi tebaana karşı göstermezsin? Biz mecbur kaldığımız için sana sığınıyoruz. Canımızı, malımızı, ırzımızı korumak için senin kapına geldik. Bugüne kadar biz senin için bir şeyler yaptık, bugünden sonra da sen bizim için yapacaksın! Yol kenarları gene ceset dolu. Bunların hemen hemen tamamı Türklere ait, belki birkaç tane başka milletten de ceset vardır. Gördüğüm ceset sayısını düşünüyorum: Yüz mü? Hayır. Bin mi? Hayır? Maalesef on binlerce. Balkanların yolları, ormanları, dağları, nehirleri Türk cesedi ile dolu. Balkanlarda Türk kanı ile sulanmadık bir karış toprak bile kalmamış. Bazıları Türk kanı akıtmak için ne kadar da hevesliymiş! (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |