..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




23 Ekim 2015
Demokratik Deliler Devleti - 32  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Sıra gelmiş altınları tartmaya. Kuyumcu, polislerin geciktiğini düşünmüş ama tam o sırada dükkanın önüne iki tane polis arabası yanaşmış. Polisler içeri girmişler, koltuklara iyice yayılmış olan adamları hiçbir direnişle karşılaşmadan yakalayıp karakola götürmüşler.


:ABBC:





-Deliyle alay etmiş olman seni daha akıllı yapmaz.
**
Meğerse biz sakin, durgun geçen o üç gün, fırtına öncesi sessizliği yaşamışız. Çünkü bugün olaylar öyle hızlı gelişti ki...
Sabahleyin gene çok erkenden bürodayım. Sanki adamlar sabahın köründe geleceklermiş gibi onları bekliyorum. Belli ki bu bekleyiş boşuna, lakin bunu kendime anlatamıyorum. Ya gelirler de beni bulamazlarsa endişesiyle bu işkenceye katlanıyorum.
Öğlen oldu, gelen yok. Öğlen geçeli iki saat oldu, hâlâ gelen yok. Ama bahçede kosuşturmalar var. Önemli bir olaya işaret bu. Ben de çıkıyorum bahçeye ve koşuşturmaların nedenini öğreniyorum:
Kuledeki nöbetçi, hastanenin dışındaki yolun bir polis makam aracı, bir zırhlı araç ve içi polis dolu bir otobüs tarafından kapatıldığını haber vermiş. Savunma Bakanı hemen oraya koşmuş, izlemeye başlamış. Bir müddet araçlardan inen olmamış. Daha sonra, önce makam aracından şoför inip selam durmuş, sonra da emniyet müdürü inmiş. Bunu otobüsteki polislerin inmesi izlemiş. Polisler, elleri silahlarının tetiklerinde tek sıra halinde otobüsün önüne dizilmişler.
Emniyet Müdürü hastaneye doğru yürümeye başlayınca, durumun ciddiyetini anlayan Savunma Bakanı, bu sefer onunla kendi konuşmaya karar vermiş. Müdür, hastanenin kapısı önünde durup nöbetçiye bir yetkili ile görüşmek istediğini söylemiş. Savunma Bakanı, yayaların geçtiği küçük kapıdan kendini göstererek müdüre ne istediğini sormuş. Müdür:
-Hastanenizin içine girip arama yapmak istiyoruz. Burada yasa dışı bazı uygulamalar olduğuna dair elimizde somut deliller var, demiş.
Savunma Bakanı, itiraz etmiş.
-Hastaneye girmenize izin veremeyiz. Pankartta da yazdığı gibi hastanemizde karantina uygulaması yapılmaktadır. Başka insanların hayatlarını tehlikeye atacak bir şey istemeyin bizden. Burada yasa dışı işler olduğu iddiaları da tamamiyle yalandır.
-Karantina uygulamasının içerdeki yasadışı uygulamaları kamufle etmek amacıyla uydurulduğunu biliyoruz. İçeride çok sayıda cinayet işlendiğine dair beyanlar da var. Daha önceki gelişimde beni kandırdınız ama şimdi bu konuda hiç şansınız yok. O günkü gelişimizde ormanda bulduğumuz çok sayıdaki insan cesedi kalıntılarının da size ait olduğunu biliyoruz. Kapıyı açın, içeri girelim ve gerçeği kendi gözlerimizle görelim. Aksi halde zor kullanacağız. Bu da sizin için hiç de hoş olmayacak!
-Sizi kandırmışlar. Bunların hepsi iftira!
-Biz bunları, gasp ettiğiniz altınları bozdurmak üzere gönderdiğiniz iki adamınızın ifadesinden öğrendik. Söylediklerinin yalan mı iftira mı yoksa gerçek mi olduğunu araştırmak için de buraya geldik. Ayrıca siz, burada bir de illegal devlet kurmışsunuz. Her aklına gelen devlet kuramaz. Delinin biri çıkacak “Ben bir devlet kurmak istiyorum!” diyecek ve kuracak! Böyle bir şey nerede görülmüş?
Deyince Savunma Bakanı iyice sinirlendi ve her şeyi açık etti:
-Neden böyle devlet kurulmazmış? Tarihteki devletler nasıl kuruldu? Hepsi işte böyle, yani bizim kurduğumuz gibi kuruldu. Devlet kurmak için bir de sizden izin mi alacaktık? Bizim devletimiz illegal değil, legaldir. Bizim devletimiz demokratiktir, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterir, halkın özgür iradesiyle kurulmuştur.
-Sizinle devlet tartışması yapmaya değil, yasa dışı uygulamalara bir son vermeye geldim. Lütfen kapıyı açın!
-Benim kapıyı açıp sizi içeri alma yetkim yok.
-Öyleyse kim yetkiliyse onunla görüşeyim.
-Bakalım o sizinle görüşecek mi?
-Neden görüşmesin?
-Sizin rütbeniz ne?
-Emniyet müdürü.
-İşte bu yüzden görüşmez. Siz bir emniyet müdürüsünüz, o ise bir devlet başkanı. Başkanımızın görüşebileceği kişi ancak sizin devlet başkanınızdır. Siz de ona haber verin de buraya gelsin!
-İyice saçmaladınız. Yok efendim, liderleri benimle görüşmezmiş! Ortada gerçek anlamda devlet mevlet yok! Kendinizi kandırabilirsiniz ama beni asla...
-Saçmalayan sizsiniz. Aslında benim bile sizinle görüşmemem lazım. Çünkü ben bir savunma bakanıyım, siz ise bir müdür; yani üst rütbeli bir bürokrat!
-Sizi bir kez daha uyarıyorum: Kapıyı açın, içeri girelim. Yoksa zırhlı araçla kapıyı kıracağız.
-Elinizden geleni ardınıza koymayın. Dediğinizi yaparsanız bağımsız bir devletin egemenlik haklarına saldırmış olursunuz ki bu da bir savaş sebebidir.
Savunma Bakanı, kapıyı hızla çarptı, içeri girdi. Eli ayağı titriyordu, yüzü kireç gibiydi. Olanları İmparator'a rapor etmek üzere oradan ayrıldı.
Bizim güvenlik elemanlarının neden geri dönmedikleri de böylece anlaşılmıştı. Adamlar benden altınları aldıktan sonra şehre gitmişler. Orada büyük bir kuyumcuya girmişler. Kuyumcu bunları güleryüzle karşılamış. Ellerindeki altın dolu koliyi tezgahın üzerine koyup, içindekileri satmak istediklerini söylemişler. Kuyumcu oturmaları için koltukları işaret ederken, bir yandan da çırağa misafirlere çay ikram etmesini söylemiş. Kutuyu açmış, içindekileri eliyle karıştırınca şaşırmış, çünkü ilk önce dikkatini yüzlerce yüzük çekmiş. Bunların çoğu da nişanda takılanlardanmış. Bunca yıllık kuyumcu olduğu halde, o güne kadar yüzük satmaya gelenlerin en fazla iki tane getirdiklerini görmüş. Bu kadar yüzüğün nasıl elde edildiği sorusu aklına gelmiş. Hırsızlık ya da gasp ihtimali ağır basmış.
Adamlara düşüncelerini söylememiş, ama polise haber vermesi gerektiği kararına varmış. O sırada çırak çayları getirmiş. Kuyumcu, adamlara:
-Bunların hepsini mi satmak istiyorsunuz? Diye sormuş.
-Evet. Kolidekilerin hepsini... Cevabını almış.
-Şu anda kasada bunların hepsini alabilecek miktarda para yok. Sabahleyin gelmiş olsaydınız vardı. Ama bugün nedense altın satmaya gelen çok oldu. Bu yüzden kasa hemen hemen boşaldı. Siz ya başka bir kuyumcu arkadaşa gidip bunları satın ya da bekleriz derseniz, bankadan para çekip ben alabilirim. Banka buraya çok yakın. Bakın, karşıda! Buradan da görebilirsiniz. Siz çaylarınızı içerken ben hemen gider, parayı çeker, gelirim.
-O kadar bekleyebiliriz. Zaten çok acelemiz de yok. Demiş adamlar.
Kuyumcu çırağa, bitince müşterilerin çaylarını tazeleme emrini vermiş, bankaya gitmek üzere dışarı çıkmış.
Bankaya girince hemen polise telefon edip durumu anlatmış. Polis onları oyalamasını, en kısa sürede orada olacaklarını söylemiş. Kuyumcu, adamlar şüphelenmesin diye çokca da para çekmiş.
Heyecanını belli etmemeye çalışarak elindeki paralarla dükkana girdiğinde adamların hem sohbet ettiklerini hem da çaylarını yudumladıklarını görünce rahatlamış. Elindeki paraları göstere göstere kasaya koymuş. Kolideki altınları tezgahın üzerine döküp tek tek kontrol etmeye başlamış. Daha ilk bakışta altın olmayan birkaç parça eşya gözüne ilişmiş. Bunları bir kenara ayırmış.
Sıra gelmiş altınları tartmaya. Kuyumcu, polislerin geciktiğini düşünmüş ama tam o sırada dükkanın önüne iki tane polis arabası yanaşmış. Polisler içeri girmişler, koltuklara iyice yayılmış olan adamları hiçbir direnişle karşılaşmadan yakalayıp karakola götürmüşler.
Karakolda adamların sorgusu başlamış. Bir polis sorgulamış gitmiş, bir diğeri gelmiş sorgulamış o da gitmiş, bir diğeri gelmiş... Sorgu sabaha kadar sürmüş. Sorular hep aynıymış, cevaplar da hep aynı. Adamlar ne biliyorlarsa hepsini doğru bir şekilde anlatmışlar. Hastanede nasıl darbe yaptıklarını, 3D'nin nasıl kurulduğunu, nasıl seçim yaparak İmparator'u Başkan yaptıklarını, Bodur Onbaşı'nın ve diğerlerinin nasıl infaz edildiklerini, kime köle kime yurttaş denildiğini, bu altınların nasıl elde edildiğini... Kısacası her şeyi, her şeyi anlatmışlar. Anlatılanlara polisler inanmıyorlarmış, bunlar onlara göre çok komik şeylermiş, kendileriyle bu adamların dalga geçtiklerini düşünüp bazen kızıyorlar bazen de gülüyorlarmış.
Sorgudaki polisler sonunda durumdan müdürü haberdar etmeye karar vermişler. Çünkü kendilerinin bir adım bile ileri gidemediklerini düşünüyorlarmış. Müdür sorgu odasına gelmiş. O da bazı sorular sormuş. Adamlardan biri müdürü tanımış ve müdürün geldiği günkü olayları anlatmış. Müdürü ikna ettiğim için benim milli kahraman ilan edildiğimi bile söylemiş. Müdür nasıl aldatıldığını duyunca kızmış, ama bu son anlatılanlar da adamların doğru söylediğine onu inandırmış.
Ve hastaneye operasyon düzenlenmesine karar verilip hazırlıklara başlanmış.
(Şimdilik devam ediyor... Sona üç bölüm kaldı...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.