..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Çağlar Sertakar




21 Ağustos 2014
Kim İçin Yaşıyorum  
Çağlar Sertakar
İlk hikaye denemem eleşitrilerinize gerçekten ihtiyacım var


:ACBE:

HAN



Her zamankinden erken değildi telefonun alarmı çaldığında, ama o sabah sanki daha erken vurmuştu yüzüne güneş. Zorlukla tek gözünü araladı önce, yanağında kurumaya yüz tutmuş salyasını pijamasının koluna sildi ve mırıldandı

-Lanet olasıca güneş

Aslında güneşi ve sıcağı çok severdi öfkesi her sabah kalkması gerektiğini hatırlatmasınaydı beklide.

-Sanki beni takip ediyor

Yatağının yerini defalarca değiştirse de güneşin bir yerlerden sızıp gözüne girmesine hiç engel olamamıştı. Doğruldu büyük sesli bir esnemenin ardından saçlarını kaşımaya başladı. Parmaklarını saçlarının arasında birleştirip hafifçe çekti ve elinde kalan saç tellerini saymaya başladı,

-3,4,5,6,7 oğlum Han kelleşiyorsun

Aslında saçlarına çok düşkündü ortaokuldan beri her sabah okula geç kalmasının, randevularına yetişebilmek için yarım saat erken hazırlanmaya başlamasının sebebi hep saçları olmuştu. Güzel taranmış bir saç ütülü temiz bir kıyafet gibidir derdi. Ellerindeki saçları halıya silkeledi yataktan kalktı gerindi, doğruldu belini arkaya doğru esnetirken

-Hem kel hem kambur!

Diye gülümsedi kendine. Terliğinin tekini ayağına geçirdi ve banyoya doğru ilerlemeye başladı, diğer tekini aramayı bırakalı 3-4 ay olmuştu. Banyonun ışığını yaktı aynanın karşısına geçti gözleri yeni doğmuş yavru kedi gibi çapak içinde ve yarı açıktı, soğuk suyu hiç sevmezdi ancak ayılmasının tek yolu da buydu irkilerek ellerini doldurdu ve yüzüne çarptığında her sabahki gibi

-Bu nedir ya, bu nedir ya

Diye söylendi. Uykulu gözleri biranda açıldı ama gördüğü manzara hiçte düşlediği gibi değildi, aynaya yaklaştı önce uzamış sakallarını sıvazladı ardından gözaltlarındaki kırışıklıklarda parmağını gezdirdi.

-Yapacak bir şey yok

Dedi ve tıraş olmak için sıcak suyu açtı. Babadan kalma usulle tıraş oluyordu hala at kılından yapılmış fırçasını beyaz sedef kabının içinde tıraş kremiyle köpürtür iyice yumuşasın diye dakikalarca fırçalardı sakallarını. Çokta sert değildi aslında sakalları hatta birçok kız arkadaşı bu özelliğine bayılırlardı. Belki de sıcak suyu çok sevmesindendi yumuşatma faslını uzun tutması. Sıcak suyun buharı aynayı kaplamıştı elinin tersiyle sadece gözleri görünecek kadarını sildi sonra hiç kaybolmayan çocuksu yanını ortaya çıkardı buharda bir çift kulak çizdi gözlerinin yanına sonra irice bir burun.

-Saçların çim adam gibi olsun

Dedi, diken diken beş altı tanede saç çizdikten sonra

-Acaba tanrıda böyle mi karar verdi neye benzeyeceğimize

Diye homurdandı.

Dışarı çıktığında saat çoktan 11 i geçmişti bile. Uçağın kalkmasına birkaç saat kalmıştı, sağ elini ceketinin iç cebine sokup kuponu bir kere daha yokladıktan sonra

-Çok az kaldı,çok az..

Dedi, oturduğu mahalle büyüdüğü semtin aksine daha varoştu ama ne fark ederdi ki bugünden sonra bir daha asla uğramayacaktı. Evden çıkarken sadece annesinden kalan menekşesini almıştı yanına. Her su verişinde annesinin aman yapraklarına su değmesin sararır sözünü hatırlar gülümserdi. Sokağın başına kadar yürüdü mahalle bakkalı hemen köşedeydi, içeri girdi çok sevdiği menekşesini bıraktı.

-Sularken yapraklarına su gelmesin sararır

Dedi.

EJDER



-Allahın cezası!

Güne başlamak için hiçte güzel bir görüntü değildi. Otoparkta onca boş yer olmasına rağmen 20 30 metre yol yürümeye üşenen komşularından biri arabasını öyle bir park etmişti ki, kendi arabasına binebilmek için bir dizi akrobatik hareket yapması gerekiyordu. Bir kere daha söylendi

-Allahın cezası!

Özenle ütülediği ceketi toz içinde kalmıştı. Arabayı çalıştırdı, camını açtı aynalardan etrafı kolaçan ettikten sonra camdan çıkardığı metal parayla arabasını sıkıştıran diğer arabanın boyasını boydan boya çizdi.

-Bu sana iyi bir ders olur.

Aslında çokta agresif değildi , belki de şansızlık yakasını bırakmadığından belayı üstüne çeken koca bir mıknatıs gibiydi. Yola çıktıktan sonra arabayı kenara çekti, arka kapıyı açıp ceketini silkeledi ve her zaman ki düzeniyle arka koltuktaki askıya astı. Müziğin sesini açtı, kızgınlığı azaldıkça yerini pişmanlık almaya başladıysa da bunu bastırmayı bildi

-Hak etti yani, adam gibi park etseydi kardeşim.

Ailenin tek çocuğuydu bu yüzden küçüklüğünde bir dediği iki olmamıştı ama büyüdüğünde de yükü sırtlayacak başka bir omuzdaşı yoktu. Her zaman sorumluluk duygusuyla hareket etmişti. Evi tam bir düzen abidesiydi. Dolabında aynı renkte onlarca takım elbise, bir kadını kıskandıracak genişlikte bir ayakkabı koleksiyonu ve neredeyse senenin her günü için farklı bir kravat. Evin en ilginç yerlerinden biride ecza dolabıydı aslında dolaptan çok küçük bir oda desek daha doğru olur. Akla gelebilecek her türlü hastalığa karşı ilaçlar, kremler ve hatta koca karı ilaçlarından oluşan küçük bir eczaneyi andırıyordu. Hastalık hastası tabirinin tam karşılığını görmek için bu odaya bakmak yeterliydi. Sabah ki arabaya biniş merasimi yüzünden işe geç kalmak üzereydi arabanın gazına biraz daha yüklendi. Geç kalmak sözlüğünde yoktu, işe her zaman ilk o gelir büroyu en son o terk ederdi. Normal bir çalışanken de böyleydi müdür olduğunda da değişen bir şey olmamıştı. Telefonu çalmaya başladığında ceketinin cebinde unuttuğunu fark etti kenara çekmekle vakit kaybedemezdi tek eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle arka koltuğa uzanmaya çalıştı ama bir türlü ulaşamıyordu sadece iki saniyeliğine kafasını arkaya çevirdi.

İLKKAN



Sünnetinde hediye gelen saatin alarmı dahil evdeki tüm saatleri kurmuştu. Hayatının en heyecan dolu gecesini yaşamış, neredeyse gözünü bile kırpmamıştı sabaha kadar. Gün ağarmadan yataktan kalkıp kurduğu alarmları daha çalmadan tek tek kapadı. Özenle hazırladığı oltaları ve malzemeleri bir kere daha kontrol edip babasının kapısını çaldı.

-Babacım uyan hadi zaman geldi.

Annesi İlkkan 4 yaşındayken babasının tarifiyle meleklerin yanına gitmişti. Küçükken üzücü olduğu kadar inandırıcı gelse de şimdilerde inandırıcılığı gitmiş sadece üzücü kısmı kalmıştı. Babası çalışmak zorunda olduğundan İlkkan çok küçük yaştan beri kendi kendini idare etmeye alışmıştı. Yalnızlık onun için çokta korkulacak bir şey değildi aslında, odasındaki masasının üstü maketlerle doluydu gününün büyük bölümünü odasında maket yaparak geçirirdi. Çok fazla arkadaşı yoktu. Babası yıllık izninin ilk gününde İlkkanı balığa götüreceği sözünü vermişti. O kadar mutluydu ki gece boyunca tutacakları balıkların hayalini kurmuştu.

Hafif bir kahvaltının ardından babasının arkadaşının evine doğru yola çıktılar.

-İki arabayla gitmeye gerek yok siz şuraya bırakın arabayı benimkiyle gideriz.

İlkkan araba daha durmadan kapısını açıp dışarı fırladı. Babası park ettiğinde bagajı açtığı gibi tüm malzemeleri diğer arabaya taşıdı. Öyle heyecanlıydı ki evden çıkarken tuvalete gitmiş olmasına rağmen yine çişi gelmiş ama geçiştirmek için bacaklarını sallıyordu.

-Aracı ileri mi alsam yandaki araca binerken sıkıntı çekmesinler

Diye seslendi babası sonra İlkkanla göz göze geldiler. İlkkan öyle bir baktı ki babasına sanki gözleriyle babacım hadi diye yalvarıyordu. Nasıl yalvarmasın okuduğu tüm kitaplarda iyi bir balık avı güneş doğmadan başlamalı diye yazıyordu.

EYLÜL



İlk akla gelen ve hayatı boyunca peşini bırakmayan soruydu

Eylül ayında mı doğdun?

Hatta doğum tarihini bilen arkadaşları “ismini yanlış koymuşlar” gibi basit esprileri yapmaktan geri kalmamışlardı hiç. Hayatına dair ilk hatırladığı şey, sonu gelmez zannettiği kırlarda koşturmasıydı yalın ayak. Eve döndüğünde üstü başı çim ve çiçek lekeleri, yüzünde ise kocaman bir gülümseme olurdu. Çok neşeli bir çocukluğu olmuştu isminin çağrıştırdığı hüzne rağmen. Sonbaharı oda sevmezdi pek ama yine de sıcak gülümsemesini hiç kaybetmezdi . Müzikle ilk tanışması onun için oyun parkı haline gelmiş kırlarda olmuştu, tırmandığı ağacın dalında yuva yapmış küçük bir kuşun sesi rüzgarın sesiyle birleştiğinde tarifsiz bir heyecan kaplamıştı içini. Eve koşarak dönüp bahçenin kapısını bile açmadan babasına bağırdı.

-Baba, baba istiyorum evet hem de çok istiyorum

Babası veranda da şekerleme yaparken biranda oturduğu koltuktan sıçradı.

-Neler oluyor Eylül sakin ol ne istiyorsun

-Kuş gibi şarkı söylemek istiyorum bende

Babası gülümsedi, kızını dizine oturttu, bir yandan rüzgarda karışmış saçlarını düzeltirken

-Söylersin tabi kızım hem de en güzelini.

14 yıl öncesine göre değişmeyen 2 şeyden biri uzun saçları diğeri ise içindeki şarkı söyleme isteğiydi. Konservatuara kabul edildiğini öğrendiğinde elindekileri fırlatıp koşmaya başladı. Sanki çocukluğunda ki kır bahçesindeydi etrafında uçsuz bucaksız çiçekler, kulağında ise rüzgarda şarkı söyleyen kuşun sesiyle yola doğru fırladı.



RH NEGATİF

Her zamankinden keskindi hastanenin kokusu, sanki havasızlıktan başka bir şeydi ortamı ağırlaştıran. Telaşla koşturan bir hemşireye seslendiyse de durdurmaya yetmedi sesi.
-Afedersiniz! Af.. Pardon bakar mısınız!
Bir hasta bakıcı kafasını kaldırıp yorgun yüzüyle cevapladı
-Ne vardı?
Acil kan anonsu için geldim de nereye başvurmalıyım?
-Şöyle git… dedi eliyle koridorun sonunu işaret ederek.
Sanki etraftaki insanların umutsuzluğu sırtına yüklenmişçesine ağırlaştı adımları. Köşede titreyerek ağlayan bir adam, hemen yanında yaşadığı olayın şokunu üstünden atamamış sayıklayan bir başkası
-Dur gitme, dur gitme,dur gitme..
Ceketini çıkartıp titreyen adamın sırtına bıraktıktan sonra;
-Ben sizin için bir battaniye getirmelerini isteyeceğim o gelene kadar bununla idare edin.
Dedi .
Adam tek kelime bile edemedi, sadece titremekten kırılmak üzere olan dişlerinin arasından bir tıslama geldi sağol dercesine.

7 SAAT SONRA

Ne onlarca vapur düdüğü ne de binlerce martı çığlığı onu kendine getirememişti. Hemen yan bankta çitlenen çekirdekler, çekiştirilen komşular, kocalar, eltiler-görümceler, tartıcı çocuk, helvacı dede,çaycı soğuk sucu, pamuk helvacı, bacağına sürtünerek geçen kedi ve daha nicesini ne duydu ne hissetti taki güneş kaybolup gecenin ayazı üstüne çökene kadar. İrkilerek kendine geldiğinde elindeki meyve suyu kutusunu farketti
-Bir kutu meyve suyu
Diye mırıldandı. Doğruldu uyuşmuş bacaklarının açılmasını bekledi birkaç adım atınca kuyruk sokumundaki ağrıyı hissedip tekrar durdu. Saatlerdir kımıldamadan duran bedeni şimdi onu cezalandırmaya başlamıştı. Tekrar yürümeye başladı elindeki meyve suyu kutusunu atmak için çöp aradı ama bulamadı. Zaten hep öyle olurdu ne zaman çöp kutusu arasa etrafta bir tane bile bulamazdı. Birkaç adım daha attıktan sonra aniden durdu.
-Ceketim
Dedi yüksek sesle
-Ceketim
Tekrar ve tekrar
-Ceketim!
Her seferinde daha yüksek sesle söylesede O’na sanki sesi hiç çıkmıyor gibi geliyordu koşmaya başladı.Bir yandan koşuyor bir yandan onun için mutlu sonla bitecek onlarca ihtimali düşünüyordu. Hastanede kayıp eşyaların toplandığı bir yer olmalıydı mutlaka ya da ceketini verdiği adam kendine geldiğinde mutlaka birilerine teslim etmiş olmalıydı, belkide adam orada bırakmış ve ceketi hala orada onun almasını bekliyordu. Hastanenin kapısından girdiğinde tüm gözler biranda üstüne çevrildi o kadar sesli nefes alıp veriyordu ki sanki az sonra ciğerleri ağzından çıkacacak gibiydi.
Hemşire, hemşire!

7 SAAT ÖNCE

-Hangi kolumu açmalıyım?
Soru her zaman aynıydı kan alma ünitesinde. Cevabı da tıpkı soru gibi klasik
-Farketmez..
İğneden hiç korkmadığı gibi kan vermek garipsenecek şekilde eğlenceli gelirdi çocukluğundan beri. Belkide birilerinin hayatını kurtaracak olmanın verdiği huzur da cabası.
Gömleğini sıyırdı, arkasına yaslandı, gözucuyla enjektöre bakarken
-Benden başka gelen oldu mu anons için?
Diye sordu
-Hayır ne yazık ki sadece siz ve ne yazık ki sadece biri kurtulabilecek..
-Nasıl yani iki kişi mi var bekleyen? Peki hangisi kurtulacak, nasıl yani daha fazla kan alıp ikisinede verseniz?
-Zaten olması gerekenden fazla alıyorum ama ne yazık ki sadece biri için yeterli durumları ağır.
Biranda işin tüm eğlencesi gitmiş yerini kaygı almıştı.
-Peki hangisi?
Diye sordu fısıldayan bir sesle sonra ağzından çıkan kelimelerin pişmanlığını hissetti, neden sordum ki.. bilsem ne değişecek.. diye düşündü hatta bilmese belki daha iyiydi.
-Buna siz karar vereceksiniz
Diye cevap verdi hemşire.
Biranda buz kesti kekeleyerek cevapladı
-Na na nasıl nasıl yani.
Restaurant a gittiğinde ne sipariş vereceğini seçmekte zorlanırken nasıl olurda şimdi Tanrı rolü oynayabilirdi.
-Bunu yapamam, hem kim olduklarını bile bilmiyorum!
-Biri 11 yaşında bir delikanlı diğeri ise 18 yaşında bir genç kız daha fazla ayrıntı vermem sizin için işleri daha da zorlaştıracaktır.
-İsimleri ne?
Diye sordu az önceki pişmanlığı tekrar yaşayarak
-İlkkan ve Eylül
Hangisini seçmeli, neye göre karar vermeliydi? Yaşlarına ya da cinsiyetlerine göre mi peki ya hikayeleri neydi acaba? Tüm bunları düşünüp hesaplayacak kadar vakti olmadığını hatırlatan ses gecikmedi
-Geç olmadan karar verseniz iyi olacak.
-Eylül!
Diyebildi hemşirenin uzattığı meyve suyunu alırken.

AYNI ANDA KORİDORDA

İçeriden çıkan hemşirelerden birinin koluna yakaladı ne kadar sıktığını farketmeden
-Oğlum nasıl İlkkan lütfen bilgi verin hala kan için gelen olmadı mı?
-Lütfen sakin olun, az önce bir beyefendi kan bağışı için geldi şimdi dua edin herşey iyi olacak.
Hemşirenin sözleri içinde kaybolmak üzere olan umutlarını tekrar canladırmıştı.
-Tanrım sana şükürler olsun!
Çocuğunun hayatını kurtaran birinin hakkı nasıl ödenir diye düşündü bir canın karşılığı neyle ödenebilirdi ki. Üstünde eğreti duran cekete sarılıp ağlamaya başladı.
-Bir baban daha oldu oğlum hadi kendine gel artık.
10 dakika geçti geçmedi kapı açılıp Han hızlı adımlarla dışarı çıktı. İlkkanın babası minnettar gözlerle Han ı izlerken daha tek kelime bile edemedenHan kapıdan çıkıp uzaklaştı. Sadece
-Ceketiniz!
Diye seslenebildi arkasından
-Bayım Ceketiniz!

HAN

Aynı anda yüzlerce şey düşünüp hiçbirşey düşünemiyor gibi hissetmek belkide tam olarak tanımlamaya yeterdi durumunu, sadece yürüyordu ne zaman nerede düşüneceğini bilmeden.
Bir hayat onun yüzünden kaybolmuş gimişti hemde gencecik bir çocuk kimbilir yaşayacak ne günleri vardı daha. İyilik yapmak için gittiği hastaneden dünyanın en kötü insanı olarak çıkmıştı Kendini deniz kenarında bir bankta otururken bulduğunda güneş çoktan batmıştı.
……
Elindeki meyve suyunu farketti ve…
-Bir kutu meyve suyu
……
Dakikalar sonra Hastanede
-Hemşire, hemşire!
-Sakin olun lütfen iyi misiniz
Diye cevapladı hemşire
-Hemen içeri alalım beyefendiyi neyiniz var?
-Hayır hayır iyiyim sadece ceketim..(Derin birkaç soluk daha aldıktan sonra..) Ceketimi burada bekleyen bir adama vermiştim. Benim için çok önemli bulmam gerek ceketimi
-Tamam sakin olun buraya günde yüzlerce insan geliyor tam olarak ne zaman ve nasıl biri olduğunu hatırlıyor musunuz?
-Burada köşede yere çömelmiş oturuyordu tek hatırladığım üstü ıslaktı ve çok üşümüş göründüğüydü.
-Üstü ıslak mı? Aah sanırım kim olduğunu biliyorum.
-Allahım nihayet iyi birşeyler oldu bugün!
Diye atıldı Han rahatlamış bir yüz ifadesiyle
-İsmi ya da adresi kayıtlıdır değil mi nasıl ulaşabilirim kendisine?
-Morga giderseniz aradığınız kişiyle ilgili bilgi almanız mümkün olabilir. Kesin demiyorum çünkü tahmin edebileceğiniz gibi bazı bilgileri paylaşmamız yasak ama enazından durumunuzu izah ederseniz arkadaşlar sizin için bilgilere ulaşabilirler.
-Morga mı? Nasıl yani öldü mü?
-Hayır yazık ki oğlunu kaybetti
Gerçek olamazdı, olmamalıydı. Evet kötü günleri olmuştu ama bukadarı da çok değil miydi korkarak ve kekeleyerek sordu
-Adı ne…ydi
Daha önce hiçbir sorunun cevabını önceden bilmek onu bu derece kahretmemişti. Bir gün içerisinde bir kişinin hayatını kurtarmış, diğerinin ölümüne neden olmuştu(?). Kendi geleceği ise ölümüne neden olduğunu düşündüğü çocuğun babasında kalan ceketinin cebindeydi.
-Herşey bitti.
Diye mırıldandı. Şimdi nasıl isterdi ceketini ya adam onu tanırsa ne cevap verecekti?
Ya „katil !“ diye bağırırsa gözlerine bakarak? Biryandan „nasıl tanıyabilir ki“ diye düşündü onlarca insan vardı o an hastanede ve kimin neden orada olduğunu anlayabilecek durumda olmadığıda halinden belliydi adamın. Peki ya tanırsa ne olacaktı? Birgün içerisinde hayatının akışını değiştirmek için ikinci kere karar vermek zorunda kalıyordu, üstelik ilk kararın şokunu atlatamadan. Ya ceketini geri isteyip hayalindeki yaşama kavuşacak ya da bu yüzleşme ihitmalini kabullenemeden eski hayatına geri dönecekti.

KAZADAN 8 AY SONRA AYNI GÜN
-Şimdi gidiyorum plastik kabın içerisinde üzümlü kek var lütfen tazeyken ye bitir ayrıca birde süpriz yaptım bu hafta senin için hadi tahmin et bakalım ne?
-Kuşlu kurabiye
Diye cevapladı televizyonun üzerindeki dantel örtüye takılmış baygın gözlerinde en ufak bir kıpırdama bile olmadan. Şekli kuşa benzediğinden çocukluğundan beri bu isimle bilir ve tarif ederdi insanlara.
-Evet kuşlu kurabiye, ilaçlarını almayı unutma haftaya tekrar uğrayacağım. Şimdilik hoşçakal.
Tahmin etmek çokda zor olmamıştı Ejder için, her ayın aynı günü aynı süpriz tam 7 aydır. Nedenini hiçbir zaman soramamıştı bu bir vicdan azabı mıydı yoksa ogünü hatırlatan bir çeşit ceza mı.
-Hemşire
Diye seslendi gözleri hala televizyon üzerindeki dantele takılı kalmış şekilde
-Televizyonun üzerindeki örtüyü kaldırmanızı istemiştim ama hala orada!
-Tamam Ejder Bey gelin sizi odanıza götüreyim ilaçlarınızı alma vaktiniz geldi.
-O lanet örtüyü ordan kaldırın! Kaldırın diyorum size..

Sakinleştirici iğnenin etkisiyle sabaha kadar uyumayı başarmıştı uykusuz ve kabuslarla dolu diğer gecelerin aksine. Uyandığında kol ve bacaklarının yatağa bağlı olduğunu farketti, ağzı kurumuştu
-Su diye seslendi
Çok geçmeden bakıcılardan birisi gelip
-Günaydın Ejder, bebek gibi uyudun dün maşallah hadi şimdi çözelim seni de kekin ve kurabiyelerini ye.
Kendi güvenliği için kriz geçiren hastalar el ve ayak bileklerinden yatağa sabitlenip sakinleşene kadar bu şekilde bekletiliyorlardı , Ejder in oldukça alışık olduğu bir durum olduğundan hiç yadırgamadan kemerlerinin çözülmesini bekledikten sonra uyuşmuş bileklerini ovuşturup kurabiyesini yemeye başladı.

HAN

-Ne garip, yine sen ve ben başbaşa..
Bazı şeyler hiç değişmiyor değil mi!
Bugün biraz daha iyi gördüm seni, rengin yerine gelmiş canlanmışsın sanki.
Burayı beğendin sanırım. Bir daha asla ayrı kalmayacağız ne olursa olsun söz veriyorum bak.
İnandın değil mi? Biliyorsun söz verdiğimde asla yarı yolda bırakmam..
Şimdi biri bizi bu şekilde görse bana deli derler kesin. Varsın desinler çokta tın hani!
Ben şimdi çıkıyorum ilk günden işe geç kalmak olmaz öyle değil mi?.. Kısa bir sohbetten sonra menekşeyi cam kenarındaki masanın üzerine bırakıp evden çıktı.
“Her seçim bir vazgeçiştir“ sözünü ilk duyduğunda bu sözün kaderini etkileyeceğini hiç aklına getirmemişti taki bir milyoner olarak girdiği hastaneden kendince bir katil(!) ve meteliksiz olarak çıkana kadar. Yeni başlangıçlardan korkan biri olmasada böyle bir düşüşü kim yaşasa yeniden ayağa kalkmak çokta kolay olmazdı elbet. Hastanede yaşadıklarının ardından psikolojisini toparlaması aylar sürsede ilk günden son güne kadar değişmeyen tek düşüncesi İlkkanın babasından ceketi isteme ihtimalinin olmamasıydı. Dünyaya zengin biri olarak gelmemişti ve şans bir kere ona bu fırsatı tanıdıysa neden ikinci kez olmasın ki diye düşünüyordu.
Otobüs durağıyla çalışacağı iş yeri arası yürüme mesafesi yaklaşık 2 dakikaydı. Part time olarak çalıştığından sabah trafiğine takılmadan rahatça iş yerine gidebiliyordu üstelik daha önce çalıştığı işlerle kıyaslandığında çokdaha rahat şartlar altında çalışacağı gerçeğide cabası. Otobüsten inip yürümeye başladı ilk günün heycanı ve merakından avuçları terliyordu.
-Umarım kimseyle tokalaşmak zorunda kalmam
Diye düşündü. İnsanların onun hakkında yanlış hislere kapılmasından hep çekinirdi.
İş yerinin girişindeki büyük demir kapı hiçte sıcak bir karşılama değildi şüphesiz, ancak hem içerdekilerin hemde dışardakilerin güvenliği için gerekliydi.
-Merhaba ben Han bugün işe başlıyorum sanırım size bilgilendirme yapılmıştır
Diye seslendi güvenlik görevlisine
-Evet hayırlı olsun buyrun
Diye karşılık verdi ve gürültülü bir sesle kapıyı araladı görevli ve ekledi.
-Zargan Akıl Hastanesine Hoş Geldiniz




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kağıt Kalem Kadın Erkek [Deneme]
Uzanıpta Dokunamadıklarım [Deneme]
Karnaval [Deneme]
Kavanozdaki Çiçek [Deneme]
İstanbul [Deneme]
İntikam [Deneme]


Çağlar Sertakar kimdir?

Tutkunun ifadesi düşünmeden yaşananlardır


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Çağlar Sertakar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.