İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Zonguldak yoluna girdikten sonra, biri biriyle yarışanlar ve kural tanımazlar yüzünden yolculuğumuz azaba dönüştü. Gece yarısına doğru. Zonguldak’a ulaştık. Ertesi günü dinlenerek geçirdik. İkinci gün oğlumun kayın biraderi, Hadi bizim köye gidelim dedi. Bu öneriyi sevinerek kabul ettik. Yol boyunca gördüğümüz yeşilliklere hayran olmamak olası mıydı. Doğrusu bu yem yeşil doğadaki köyler nasıldır diye merak etmiyor değildik. Arabaya doluştuk. Ankara yolunda bir süre gittikten sonra, bir sapaktan dar ve yer yer çok bozuk olan bir yola girdik. Ankara yolundaki kadar olmasa bile, yeşillikler göz doyurucuydu. Hele o yol boyu çeşmelerinin suyunu içmeye doyum olmuyordu. Köye vardığımızda hayal kırıklığına uğradık. Ola bildiğince bakımsız evler, tarıma elverişsiz, bölük pörçük araziler ve başı boş hayvanlar. Fakirlik sanki bir yazgıydı bu köyler için. Yeterli doğal su kaynakları olmasına rağmen bu köyler, üç beş yüz metrekarelik alanın yeterli olduğu seracılığı tanımamış. Bilinçsizce yapılan hayvancılık, o güzelim süt ineklerinin verimini ola bildiğince düşürmüş. Bol sütlü kültür ineklerinin ahırda beslenilmesi gerekir. Salma bırakılan hayvanlarda, doğaya uyum sağlamak için, süt verimi azalır. Süt hayvancılığı, süt fiyatlarının düşük olması nedeniyle ahır besiciliğinin terk edilmesine ve salma hayvancılığa dönülmesine neden olmuştur. Aslında köylerimizdeki fakirlik yazgı değildir. Hükümetlerin tarım politikasındaki yanlışlıklardır, beceriksizliklerdir. Küçük Amerika olma hevesinde kabak köylümüzün ve üreticilerimizin kafalarında patlamıştır. Ağır sanayi hevesleri montaj sanayiden öteye geçememiştir. Montaj sanayiinin ucuz işçi gereksinimi, ucuz tarım ürünleri nedeniyle evinin geçimini sağlayamayan tarım üreticilerinin köylerini terk edip şehirlere göç etmelerinden yararlanılarak sağlanılmıştır. Köyler küçülürken, şehirler hızlı bir gece kondulaşmaya sahne olmuştur. Montaj sanayi yerinde sayarken, tarım hızlı bir küçülme, hatta yok olma sürecine girmiştir. Vitrinlerdeki ithal muzlar, elmalar, armutlar, karpuzlar ve Antep fıstıkları ve daha niceleri, tarımdaki yok oluşumuzun belgesi değil mi? Türk tarımcısının ürettiklerine dış Pazar aramak, çok zahmetli olsa gerek. Dünyada açlık çeken nice ülkeler varken, bizim ürettiklerimiz elde kalarak çürüyor. *** Askerliğini Kütahya’da yapmakta olan oğlumu ziyaret için yine yollara düştük. Yol boyu yeşillikler beni ola bildiğince şaşırttı. Ben Kula’dan sonra, İç Anadolu’ya giderken, yeşile hasret ölünür diyordum. Doğrusu Kütahya beni çok şaşırttı. Porsuk çayı üzerine kurulan baraj gölü, sanki bir iç deniz. Kanımca baraj suyundan yeterince yararlanılamamış. Bedellilerin yemin töreni nedeniyle kalabalık çok yoğun. Yoğun kalabalıktan uzaklaşmak için Tavşanlı’ya yöneldik. Yol boyunca gördüğümüz tarım alanlarındaki toprak yapısı, Anadolu insanının verimli toprak için, adam diksen adam biter deyimine tam uygun nitelikte. Sulu tarım henüz bu verimli topraklara girmemiş. Dağlar orman yoksunu. Dumlupınar Üniversitesi çevresini ağaçlandırmış ama, ağaçlar henüz çok küçük. Yıllar önce ağaçlandırılmış yerlerde orman oluşmuş. 1967 yılında Ulus gazetesinde yayımlanmış olan yazım geldi usuma. Başlık bize köprü değil su gerek idi. İstanbul boğaz köprüsü demek en az iki yüz elli, üç yüz sulama amaçlı baraj demektir diye başlık devam ediyordu. Ben ve benim gibi düşünenler boğaza inşa edilecek köprünün, Anadolu’dan İstanbul’a göçü hızlandıracağını, içinden çıkılmaz sorunlara neden olacağını savunuyorduk. İşte İstanbul’un bu günkü içler acısı hali. Parmak kadar akan suyun etkili olduğu alanda hayat vardır. Doğa ola bildiğince yeşerir demiştim o yazımda. Porsuk barajı Kütahya’nın iklimini bile değiştirmiş. Çevresindeki hızlı yeşerme umut verici. Hele yöneticiler tarım ürünlerimiz için dünya pazarlarını bir öğrenseler, tarım ürünlerimize bir talep patlaması sağlasalar. Üreticilerimizin neleri başara bildiklerini göreceklerdir. Barajlar sulama amaçlı olmalıdır. Yalnız elektrik üretimi için baraj inşa etmek lükstür. Amerika’yı yönetenler, okul, okul diyerek bu günkü Amerika’yı yaratmışlardır. Amerika’nın o günkü insan yapısı eğitimi gerektiriyordu. Ülkemizin de en az Amerikalılar kadar çağdaş eğitim yapan okullara gereksinimi var. Okul kadar önemli diğer gereksinimleri ise sulama amaçlı baraj ve göletlerdir. Bir diğeri ise orman yetiştirmektir. Yanan ormanlar karşısında, içimiz yanan ormanlardan beter oluyor. Kütahya gezimiz beni oldukça umutlandırdı. Ülkemizi yönetenler, özelleştirmelerden elde ettiği gelirlerle gölet, baraj ve orman üretimine yönelseler, çok değil yirmi yıl sonra tarım ve orman zengini bir ülke oluruz. Özcan NEVRES
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |