Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Belki de ta 1826’ lardan bu yana “devlet” in katı politika ve zihniyeti bunu karşı konulmaz bir dayatmaya dönüştürmeye başlamış, o dönemi takip eden Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde gittikçe palazlanan bu zihniyet, Cumhuriyet’ in radikal devrimleri sonucunda ise yerleşik bir kural haline gelecekti. Yaklaşık bir yüzyıl boyunca Osmanlı’nın inşa ettiği edebî, müzikal, gösteri ve seyirlik ile diğer sanat dalları karşısında ikame edilen Batı’ lı ekolleri temsil eden sanatçılar (!), tarihimizin bin yıllık değerlerini hep küçümsemiş, özellikle İslâmî ve geleneksel çizgiler taşıyan sanat eserlerini hep bir “irtica “ unsuru sayarak aşağılamışlardır. İlginçtir, bu zihniyette olan sanat adamları bu milletin tarihi değerlerini küçümserken, icra ettikleri sanatın malî finansmanı çoğunlukla küçümsedikleri milletin vergilerinden elde edilen fonlar yolu ile karşılanmaktadır. Bu “özerklik” lerinden dolayı da ya bilet alarak kendilerini izleyen insanların, ya da doğrudan doğruya kendilerini finanse eden kurumları temsil eden insanların değerleri onlar için çoğu zaman hiçbir şey ifade etmemektedir. Her ne kadar son 50-60 yıllık bir zaman diliminin özellikle son 10 yılı içinde onların bu pervasızlıkları kısmen dizginlenmişse de, yine de bunların içindeki bir kesimin geçmişten kalıtımsal olarak intikal eden “snop” luk , avuçlarından her geçen gün bir kat daha kayan imkânları sebebiyle giderek artmaktadır. Hele o 1930’ lu, hele hele 40’ lı yıllardaki saltanatların yerinde şimdi yeller esiyorsa da, doğal olarak o günlerdeki seleflerinin konumlarına özlem duymamaları mümkün müydü ? Yepyeni bir devletin kurulduğu, o toplumun 1000 yıllık tarihî geçmişi ile birlikte kültür ve sanatı da tu kaka edildiği, aşağılandığı, geleneksel sanatçıları dahil, dindarları ve din adamları ile birlikte “irtica” damgasını yediği, hâsılı o güne kadar kazandığı bütün birikimlerinin üstüne kalın bir kırmızı çizgi çekildiği yıllarla birlikte bir ayrıcalıklı “sanatçı” kitlesi oluşturuluyor ve halkın bunların ortaya koydukları her şeyi itirazsız şekilde kabulü ve izlemesi isteniyordu. Yani “ Bayburt Bayburt olalı böyle bir zulüm görmemişti…” Geleneksel sanatı derlenip toparlanıp hurdalığa atılan ve ilerde “on yılda on beş milyon genç yaratılacak “ ülkenin yeni kültür ve sanat politikası ve stratejisi de etkili ve yetkili mercilerin iki dudakları arasından çıkacak buyruklarla belirlenirdi. Günümüzde de özellikle musıkî, sinema ve tiyatro faaliyetlerinde , kendi ifadeleri ile “halka inmek yerine, halkı kendi düzeylerine çekmek “ adını verdikleri prensipler getirmişlerdir. Öyle ki bu konuda kendilerinin maaş aldıkları Belediye ya da diğer kamu kurumlarının sahnelerinde sergileyecekleri konser ya da gösterim repertuvarlarında, ne halkın talepleri, ne de o kurum yönetiminin onayı onlar için her hangi bir önem taşımamaktadır. Öyle ki bırakın icra ettikleri sanat içinde halkı karşılarına almaları, o halkın genel ve yerel seçimlerde belirlediği iktidarları beğenmedilerse hem onlara oy veren insanlara, hem de onların oyu ile yönetime gelen kişilere demedikleri ve etmedikleri hakaret kalmıyordu. Misal mi ? Alın Fazıl Say isimli piyanisti ve onun bir meydan okuma üslûbu içerisinde, Aralık/2007’de bir Alman Gazetesine yaptığı açıklamalarda dinleyin söylediklerini ; “…Bu iktidar bana ve müzik sanatına şimdiye kadar dostça davranmadı.Türkiye’ deki ortaçağ karanlığı beni kaygılandırıyor. Bakan eşleri bile başörtülü. Türkiye’ yi terkedebilirim.” Bu meydan okumaya karşı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay 'Türkiye'den gitme' çağrısında bulunur. Bu çağrıya karşı Fazıl Say Bakan Günay’ a verdiği cevap ise tam anlamıyla bir nezaket (!) göstergesi olacaktır: ‘Kes Zırvalamayı' Kendisi bu sözleri 22 Temmuz 2007 genel seçimleri sonrasında Ak Parti’ nin iktidara gelmesinde en önemli sebeplerden birinin de , o zamana kadar “varoşlara klâsik müzik götürülmemesi” gibi garip bir gerekçeye bağlar. O kadar ki ülkenin bütün sosyal yapısındaki arızaları neredeyse hep “çok sesli” müzik yerine “Osmanlı mûsıkîsi” dinlenilmesine bağlar. Bir avuç azınlık bir kitle adına, günün iktidarını haddini aşar bir şeklide eleştirir. Bay Say, kendisi gibi düşünenlerin yüzde 30’larda kaldığını, kendi tabirince yüzde 70’lik “banal çoğunluğun” Türkiye’ de sözünün geçmesine tahammül edemediğinden ülkeyi terketmek tehdidi (!) gibi çocuksu kaprislere soyunur. Bir başka örnek, 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinin arefesinde, medyada seçim anketlerin hararetle konuşulduğu günlerde bir televizyon kanalında Uğur Dündar’ ın Nedim Şener ile hazırlayıp sunduğu “Arena“ programında, tiyatronun komikleri Levent Kırca, Müjdat Gezen ile gazeteci Yılmaz Özdil Ak Parti’ nin seçimlerde yüzde elli oy alacağına dair ortaya çıkan kamuoyu anketleri bir türlü kabullenemezler ve bu anketlere büyük tepki vererek değerlendirme yapmakta idiler. Bir ara söz alan Müjdat Gezen Aziz Nesin’in bundan yıllar önce söylediği ‘Türkiye'nin yüzde 60'ı aptaldır' sözünü hatırlatarak: “Bir ankette AKP yüzde elli çıkmış. Aslında Aziz Nesin kriterine göre yüzde 60 çıkması lazım” diyerek, sözüm ona aklınca Türk milletini hicvetmişti. Program adı geçenlerin, özellikle tiyatrocuların tabir caizse, ön yargılı, dolayısıyla pek akıllıca olmayan geyikleri ile devam edip gidecek, ancak seçim gününün akşamında sandıkların açılmasıyla birlikte Ak Parti yüzde 49,9 oranında oy alarak seçimden yine birinci parti olarak çıkacak ve bu ülke insanı anılan şahıslara dolaylı olarak aşk ettiği “Osmanlı Tokatı“ ile noktalanacaktı. Yani sözün özü özellikle bu maaşlı tiyatrocu cenahı, ülkenin 1980 lerde liberal ticarî düzene geçmesine rağmen halen Devlet ve yerel idarelerin koltuğu altında himaye edilmeye devam ediyor ve bu durum “ özel “ tiyatrocularla olan rekabetlerinde kendilerine haksız bir avantaj sağlıyordu. Böylesine bir avantaja rağmen ne maaş aldıkları kurumlarına, ne de bilet alıp kendilerini izleyen seyirciye en ufak müdaneleri de yoktu. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yönetmeliği” ni, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Şehir Tiyatroları Şube Müdürlüğü Görev ve Çalışma Yönetmeliği” başlığı altında değiştirdi. Bu değişiklik sonucunda da Genel Sanat Yönetmeni’ nin yetkileri, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’ ne devredildi. Tiyatroların Repertuar Kurulu, “Edebi Kurul” a dönüştürüldü. Sahnelenecek oyunların bundan böyle “Edebi Kurul” tarafından seçileceği kararlaştırıldı. Tabi bu güne kadar dilediği oyunu ve oyuncuyu repertuarına alıp, istemediğini almayan Genel Sanat Yönetmeni’ nin keyfi davranış ve kararlarına da kısıtlama getirilince, hem şehir tiyatrosu sanatçıları, hem de onlarla aynı düşüncede olan grupların itirazları ayyuka yükseldi. Bu güne kadar kimsenin gözünün üstünde kaşın var diyemediği bu tiyatrocular, Belediye kadrolarındaki memur-sanatçı kimlikleri ile, popüler televizyon dizilerinden rol kaptıklarında, kadrolu oldukları tiyatro oyunlarında oynamamak için gereken her şeyi yaptıkları, sonuçta Şehir tiyatrolarında oynasalar da oynamasalar da bordrodaki maaşlarını kuruşu kuruşuna aldıklarını öğreniyoruz. Sıradan bi kamu görevlisinin yetersiz maaşı sebebiyle dışarıda simit satsa kovuşturmaya uğrayıp belki de işinden atıldığı bir ülkede buna kıyak denmez de ne denir ? Üstüne üstlük Şehir Tiyatroları bu kadar maddi kıyak ve kayırmaya rağmen sahneledikleri oyunların seçiminde yönetimin ideolojik gözlük kullanmasına rağmen, bir şekilde repertuvara aldıkları oyun içinde hoşlarına gitmeyen bölümler için dilediği oyuna sansür uygulamaktan da geri kalmıyordu. Şöyle ki : “…İki sene önce “Kendi Gök Kubbemiz” isimli oyunda Yahya Kemal Beyatlı'nın “26 Ağustos” şiiri sansürlenmişti. Oyunda, “Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi, Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi, Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın, Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın” satırları okunmamıştı. 2002 yılında Necip Fazıl'ın “Bir Adam Yaratmak” adlı drama eseri tahrif edilerek sahnelenmişti. Bu durum büyük tepki görmüştü…” 1 Gelenek, inanç ve dünya görüşünden bu kadar nefret ve kaçış, sonuçta hem onların seyirlik sanatlarını finanse eden kurum, hem de o kurumu oluşturan milletin tepkisini ister istemez çekecekti. Sonuçta Sayın Başbakan’ ın da bu durum karşısında : “ Soruyorum siz kimsiniz? Bu ülkede sanat sizin tekelinizde mi? Geçti o günler. Artık despot aydın tavrıyla parmağınızı sallayarak bu milleti aşağılama dönemi geride kaldı. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde devlet eliyle tiyatroculuk olmaz. Ben Kadir Bey’i tebrik ediyorum. Aynı şeyi Bakanlar Kurulu’na getireceğim. Tiyatroları özelleştirmek suretiyle buyurun tiyatrolarınızı istediğiniz gibi oynayın. Destek gerekirse biz de istediğimiz oyunlara sponsor oluruz. Buyurun işte özgürlük. Ama kusura bakma geleceksin hem belediyeden maaşını alacaksın ondan sonra da yönetime istediğin gibi verip veriştereceksin. Olmaz öyle şey…” sözleri ile tavrını ortaya koydu. Böylelikle Hükümet’ in uzunca bir süredir sivil, askerî ve yargı bürokrasinin demokrasi ile hiç bağdaşmayan geleneklerini normalleştirmek için başlattığı sistem revizyonuna İstanbul Şehir Tiyatrolarının da dahil edildiğini anlıyoruz. Netice itibariyle bir vatandaş olarak Kars’ a seyahat etmek istediğimizde otogardaki otobüs firması hayır ben seni Kars’ a değil İzmir’ e götüreceğim, bir markete girip koyun eti istediğimizde tezgâhtar, hayır sana koyun eti değil, mantar satacağım, Bir kitapçıya girip Necip Fâzıl’ın “ Çile” sini satın almak istediğimde, kitapçı ben sana o kitabı değil, falancanın “martaval” ını satacağım, diyemiyorsa, bir tiyatrocu da bana kendi ideolojisini taşıyan gösterimler satamamalı… D İ P N O T : Fatih SELEK, İsyanın Sebebi Sanat mı, Rant mı? Türkiye Gazetesi, 25 Nisan 2012 http://ferahnak.wordpress.com/2012/05/14/kultur-ve-sanatta-onumuze-konani-kabul-etmek-zorundamiyiz/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |