Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Gölü çevreleyen beton duvarın üzerine oturmuş, ayağının birini altına almış, diğer ayağını boşluğa bırakmıştı. Gözlerini uzaklara dikmişti; birilerini bekler gibi bir hali vardı. İçindeki sıkıntı, onu kemirmeye başlamış, daraltmıştı yüreğini… Oturduğu yerden kalktı, gölün kıyısına kadar indi… Kumsalda topladığı, ince, hafif taşları suyun üzerinde yüzdürmeye başladı… İçi bir hoş oldu, çocukluğuna dönüverdi bir an için; çıplak ayaklı, yırtık pırtık yamalı pantolonu, yoksul ama mutlu bir çocuk… Acı acı gülümsedi... Teknelere, gemilere takıldı gözü. Kesmedi içinin yangınını, oradan binalara bakındı, hayranlıkla karışık bir duyguyla… Yüzyıllık binaların hâlâ sapasağlam ayakta durmalarına şaşırdı kaldı. Aklına yeni bir şey gelmişçesine saatine bakındı. 20 dakikası vardı, trenin gelmesine. “İyisi mi Bahnhof`a gideyim, orada bekleyeyim trenin gelmesini “ diye geçirdi içinden… Kısa sürede vardı Bahnhof’a; tahta bir banka çöküverdi, içindeki tüm kasvetli ağırlığıyla. İrkildi birden, bilet almadığını fark ettiğinde. Bilet almamak 80 Fr para cezası demekti, siciline işlemek demekti. Korkusu bundandı. Fırladı yerinden, gişeye koştu. Biletini aldı. Rahatladığını hissetti. Dönüp tekrar eski yerine oturdu. Tren yaklaşıyordu; görebiliyordu. Tren büyük bir gürültüyle geldi, oturduğu tahta bankın önünde durdu, stresini boşalttı, ıslığını çalarak. Yolcular aceleyle indi-bindi yaptılar. Dakikti tren, otobüs dakikti, gemiler dakikti, insanlar dakikti, her şey bir saat gibi düzenli çalışıyordu. Kafayı taktı bu düzenliliğe, kızdı, hatta küfretti… Dişlerinin arasından dökülüverdi küfürler. Bir anlam veremiyordu içini sürekli kemiren bu duyguya, neden bu kadar gergin, huzursuz ve negatifti, bilemiyordu… Belki de yıllardır içinde biriktirdiği tüm acılar, tüm olumsuzluklardı içini kemiren şey. Bilemiyordu… Canı bilmek de istemiyordu zaten. Hem bu saatten sonra içini kemiren şeyin ne olduğunu bilmesi ona ne yarar sağlardı ki! Mutsuzluğu, mutsuz yaşamayı seviyordu. Ya da sevdiğini sanıyordu… Bir kaç ay olmuştu, Avrupa’ya gelişi. Bir şeylerden kaçmak istercesine… Dostlarının yardımıyla bir iltica kampına başvurmuştu. Orada kalıyordu. Kamp tepelerin üzerinde bir yerde, ıssız, şehir yaşamından izole edilmiş bir yerdeydi. Manzarası mükemmeldi; doyulmuyordu. Tepeden aşağılara bakıldığında 3 ülkenin toprakları ve sınır kapıları açık seçik gözüküyordu. Sürekli araçlar giriş-çıkış yapıyordu sınırdan. Araçlar kontrol edilmiyordu, ya da rastgele kontrole uğrayan araçlar vardı... Halil kendini bir aracın içine koyuyor, korkusuzca bir o sınırdan giriyor bir bu sınırdan çıkıyordu. Bir de yalnız olmasaydı; daha iyi olacaktı. Sevdikleri yanında olmuş olsaydı bu kez de sığmayacaklardı; dar gelecekti aracın içi. Kalabalıktı aracın içi; birbirlerine karıştı nefesleri. Hissetti bunu. Mutlandı; içerisine tarifsiz bir sevinç gelip oturdu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Necmettin Yalcinkaya, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |