"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
‘’Boş ver bey“ diyordu.“ Kız çocuğudur, okuyup da ne olacak? Biz o kadar emek verip okutacağız, O ne yapacak sonunda? Gidip yabancı birini bulacak ve onunla evlenecek. Bizim de bunca emeğimiz boşa akacak!...” diyerek aklını çalardı her seferinde kocanın. Küçük kız bu konuşulanları işitir, gene de sesini çıkaramazdı. Kaderine boyun eğer, kabullenirdi... Zaten elinden bir şey de gelmezdi. O günlerini evde annesine ve ev işlerine yardımcı olmakla geçirir olmuştu. Her günü tıpkı bir bezelye tanesi gibi birbirine benziyordu. Eline gecen bir dergiyi ya da gazeteyi saklar onları defalarca okur bitirir, yeniden başlardı okumaya. İçinde okumaya yönelik müthiş bir istek vardı. Küçük kız her sabah erkenden kalkar, doğruca mutfağa girer ve kahvaltı hazırlardı. Bunu haftanın altı günü aynen tekrarlayıp dururdu. Kahvaltısını bitiren, işinin yolunu tutar giderdi. Anne halinden son derece memnun görünüyordu. Kızı onun omzundaki ağır yükü almış hafifletmişti onu. Komşuya, sağa sola gitmeye bile zaman bulabiliyor olmuştu. “Oh.“ diyordu.“ Rahatladım. İnsanın bir kızının olması ne güzel bir şeymiş!“ Annenin dışarıya adımını atması, yeni bir arkadaş çevresi edinmesine yol açtı, hatta kendine iş bile buldu. Zengin sayılabilecek bir ailenin yanında çocuk bakıcılığı yapacaktı. Evin tüm işlerini kızına devrederek; “ Evin idaresi senindir kızım!“ dedi.“ Bundan sonra bana bir şey sormayın.“ Herkes evi terk edip işinin başına geçtikten sonra, o, etrafı topluyor, ortalığı silip süpürüyordu. Bulaşıkları yıkayıp duruladıktan sonra kendini TV’nin karşısına zor atıyordu. Kadın Programlarını izlemek, onun tek tutkusu sayılırdı, hatta tek uğrası, tek eğlencesi sayılabilirdi. Başka da bir seçeneği yok gibiydi. Evleri küçüktü; iki göz odaydı. Ama düzenliydi. Bahçesi evden büyüktü. Bahçede ağaçlar yaşlı ve oldukça büyüktü. Bahçe tüm ev halkının sevinç ve gurur kaynağı sayılırdı. Yazları bu ağaçların gölgelerine sığınmak, orada şekerlemeli uykulara dalmak müthiş bir hazdı. Çay ve buzlu ayranları içmenin keyfi ise bir başkaydı bahçede... Ama Sonbahar´da durum tam tersi sayılırdı. Ağaçlar Sonbaharın gelmesiyle soyunuyor, üzerlerindeki yapraklarını silkelenip döküyordu. Yerlerde bir yaprak denizi oluşuyordu. Bahçenin içi dolup taştıktan sonra, sokağa taşıyordu bu yaprak denizi… Sokağı temizlemekle baş edilemezdi. Bu durum küçük kızda nefret duygusu yaratıyordu, öfkelenmesine kızmasına yol açıyordu... O gün bir de hava rüzgârlıysa hiç çekilmezdi sokağı temizlemek. Yaz Sonbahara evrildi. Küçük kız elinde çalı süpürgesiyle sokağa taşmış, yerlerde biriken sararmış yaprakları süpürüyordu. Asfalt gözükmüyordu, üst üste yığılmış sararmış yapraklardan... Küçük kız sabırla süpürdüğü yaprakları önce bir köşede biriktiriyor, ardından biriktirdiklerini eliyle bir çuvalın içine dolduruyordu. Bir de diline bir şarkı dolamıştı, keyfine diyecek yok gibiydi... Birden bir deli rüzgâr çıktı, ıslık çalarak... Nereden geldiği belli olmayan... Rüzgârın şiddetiyle, sararmış, dallarından tutunamayan, yorgun yapraklar, aşağıya sağanak bir yağmur gibi düşmeye başladı. Küçük kız şaşaladı, deliye döndü hatta. Kızdı, öfkelendi, kendi kendine sövmeye başladı. Süpürgeye kızdı, rüzgâra öfkelendi, yapraklara küfretti. Karşısında duran, kendisini izlemekte olan üç erkek genci fark etmedi bile. Fark ettiğinde önce utandı, yanakları kızardı. Ardından kendi suçluluğunu bastırmak için, kızdı onlara: ”Ne var! Maymun mu oynatılıyor burada?” diye bir güzel tersledi onları, sinirlendiğini gizlemeyerek... “Lütfen kızmayın bize.” dedi içlerinden biri. ”Niyetimiz sizi üzmek değil, kırmak hiç değil“ “Özür dileriz“ dedi bir öteki. Eliyle bir evi işaretleyerek, “Bakın şu evde oturuyoruz… Üstelik komşu bile sayılırız“ “Biz üçümüz ayni üniversitede okuyoruz“ diye söze girdi üçüncüsü. “Birlikte kiraladık bu evi“ Başını yerden kaldırmadı, yüzlerine bakmadı, ilgilenmek istemedi, konuşmadı hatta… Yalnızca göz ucuyla süzmekle yetindi onları. Rüzgârla baş edemeyeceğine iyice kanaat getirdikten sonra, işini yarıda kesti, elinde süpürgesi, çuvalı arkasından çekeleyerek içeriye girdi. Ardından sokak kapısı hızla kapandı. Kapanırken çıkardığı madeni sesten üç genç irkildi, korktular hatta... Süpürgeyi hızla bahçenin bir köşesine fırlatıp attıktan sonra, içeriye odasına sızdı. İçerden usulca tül perdeyi hafifçe araladı, dışarıyı süzmeye başladı; üç üniversiteli genç, ayakta, sırtlarını duvara yaslamış, sessizce aralarında fısıldayarak konuşuyorlardı. İlk bakışta neşeli tavırları göze çarpıyordu. Kendini onların yerine koydu bir an için. “Keşke“ dedi, sesinde derin bir kederle. ‘’Ben de onlar gibi okuyabilseydim…“ İlk kez okumadığına hayıflandı. Keşkeler ‘ini çoğalttı. Canı müthiş yanıyordu. Bakışlarını, üç üniversiteli gencin kiraladıkları eve çevirdi. Yoğunlaştırdı bakışlarını; odalarda geziniyordu simdi. Evi avucunun içi gibi ezbere biliyordu. Evin badanası dökülmüş, sıvaları yer yer patlaktı. Kısacası ev bakımsız ve oturulamaz bir haldeydi. Her yer küf kokuyordu. Burada oturmak zordu; güç isterdi. Gençlere acıdı. Arkadaşlarıyla saklambaç oynarlarken, küçük kız kendisini bu eve atar ve saklanırdı hemencecik. Çoğunlukla kimse onu bulamaz ve sobeleyemezdi... Çöktüğü kanepeden kalkmak istemedi nedense. Boş gözlerle, oturduğu odayı süzdü. Duvar saati gözüne ilişince kalktı, yerinden. “Neredeyse damlayacaklar bizimkiler...“diye mırıldandı.“Yemeği hazırlamaya koyulmalıyım“ Oturmaktan ötürü büzülen, kırışan eteğini, eliyle çekiştirerek düzeltmeye çalıştıktan sonra mutfağa yönelip gitti. Ne yemek yapması gerektiğine karar verememişti daha. Sonunda Melemen yapmada karar kıldı. Hem kısa sürede hazırlanan, hem de sevilen bir yemekti Melemen. “Yanına bir de cacık ya da salata yaptım mı tamamdır!“ diye geçirdi aklından. İşe koyuldu hemen. Soğanların kabuklarını soydu önce, ardından ince ince doğramaya başladı. Keskindi soğanlar... Gözleri yaşarmıştı. Ağlamasına hiç bir neden yokken, başladı ağlamaya. İçli içli ağlıyordu… Dışarıdan biri onu ağlarken görse, “Yo ağlamıyorum… Soğandandır’’ diyecekti. Öyle kuruyordu kendisini. Domatesleri, biberleri ince ince kıydıktan sonra, kendini sokağa zor attı. İçi daralmıştı. Sanki boğazı bir el tarafından sıkılıyor, nefes alması engelleniyordu. Sokak bomboştu... İlerde bir simitçinin sesi duyuluyordu: ’’ Taze simitlerim var!’’ Sıkıntısı dağılmadan eve geri döndü. TV´yi açtı. Bir elinde kumanda kanalları taramaya başladı. İlk kez farklı kanalların tıpa tip birbirlerine benzer formatlarda programlar yaptıklarına tanık oluyordu. Daha önceleri bunun farkına varamadığı için kızdı kendine... Programların adları değişikti ama içerikleri hep aynıydı. Hepsinin ortak noktası; acıklı, ağdalı, duygu sömürüsü ve kadınlara yönelik olmasıydı. Programlara konuk olarak çağrılan yüzler artık tanıdık geliyordu ona... Hep aynı yüzler… Bu içi boş programların bu denli izlenme rekorları kırmasına bir anlam veremiyordu. Ona göre Medya gücünü çok iyi kullanıyordu... Birden aklına üç Üniversiteli genç gelip takıldı. Birbirlerini daha önceden hiç tanımayan ama okumak uğruna bir araya gelen, birlikte ev kiralayan ve bir kaç yılı birlikte geçirecek olan gençlere imrendi. Hatta saygı bile duyuyordu… Bir şeyleri başarmanın ne denli zor olduğunu ve emek istediğini anlıyordu şimdi. Sonra aklına anne ve ablası geldi. Onları kıyasladı kendisiyle, ardından vazgeçti kıyaslamaktan. Onları model görmüyordu artık, onlar gibi olmak, onlar gibi yaşamak istemiyordu. Kendi işi olmalı, kendi mesleğini kendisi seçmeli, evleneceği erkeği kendisi bulmalıydı. TV´yi kapattı. Bu tür acılı programları bir daha izlemeyeceğine söz verdi kendine. Hırsından elleri, parmakları titriyordu. Elindeki kumanda sabun köpüğü gibi kaydı, yere düştü. Kumanda dağılmıştı, kapağı yerinden çıkmış, piller yuvalarından dışarı fırlamıştı. Telaşlandı. Dağılan parçaları toplayıp birleştirdi tekrar. Pilleri yuvasına geri takti... Tv´yi yeniden açtı, kumandayı denedi; çalışıyordu... Rahatladığını hissetti. Yatak odasına yönelip gitti. Aynanın karşısına oturdu. Kendisiyle konuşmaya, tartışmaya başladı. “Kızım“ diyordu. ‘’Geç kalmış sayılmazsın... Okuluna devam etme kararı almalısın! Kararından caymamalısın!“ İşaret parmağını bir silah gibi yaparak başına dayamıştı.“ Sana söylüyorum kızım!“ diyordu“ Anlıyor musun beni?! Aklını topla başına!“ Akşam yemeğini hazırlayıp kanepeye kuruldu, ev halkının dönmesini beklemeye koyuldu… Kafasını hafif pencereye uzatmış, dizlerini karnına çekip, ellerini dizlerine bağlamış dışarıyı seyrediyordu… İşten eve dönen önce elini yüzünü yıkıyor ardından sofraya kuruluyordu... Yemekler afiyetle yendi. Masa üzerindeki büyükçe sini kaldırılmalıyı bekliyordu. Ama küçük kız ortalarda gözükmüyordu bir türlü… Mutfaktaydı. “Tam zamanıdır!“ diye geçiriyordu aklından.“Evet, evet, tam zamanıdır söylemenin“ Mutfaktan salona geçti. “Baba“ dedi sesinin bu tonunda bir kararlılık okunuyordu, bir karşı koyuş bir tehdit havası vardı. ‘’Buyur benim iri kemikli kızım.“dedi baba müşfik bir sesle. “ Baba“ diye yineledi. “Gün boyu siz yokken, çok düşündüm ben. Kararım kesindir! Vazgeçirmeye kalkmayın beni.“ Sustu. Gözleri dolu dolu olmuştu, dudakları titriyordu. “Ben Okumak İstiyorum!“ dedi, suskunluğunu bozarak.“Okumak istiyorum!“ Sofradakiler şaşaladı. Anne hiddetlenir gibi olduysa da sesini çıkaramadı, kocasından ürktü. Baba, şaşkınlığının yanında kızının okumak isteyişine içten içe seviniyordu. “Neden olmasın benim iri kemikli kızım.“ dedi.“Olur, yeter ki sen okumayı iste!“ Küçük kız da şaşkındı, isteğinin bu denli kısa sürede kabul göreceğini tahmin bile etmiyordu. Küçük Kız masadaki büyükçe siniyi kaldırırken, kendini bir kuş gibi özgür hissediyordu. Yüzünde yeni başarılara imza atan birinin mağrur bakışları vardı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |