Edebiyat yaşamın öncüsüdür, onu öykünmez, ona istediği biçimi verir. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Sıkıldı, elindeki kitabı bıraktı, okuma gözlüğünü çıkardı, gözlerini ovuşturdu, kendisini yorgun hissediyordu. Sıkıntısını dağıtır sandı ve TV’yi açtı. Geçip karşısına oturdu. Elinde kumanda aleti, başladı kanallar arası gezinmeye. Bu uğraşı bir müzik kanalında şimşek gibi son buldu! Onu yıllar öncesine davet eden bir şarkı çalıyordu... Dondu âdeta! Nefesi daraldı. Derin bir iç çekti. Şarkı onu birkaç saniye içerisinde kendinden kopardı aldı yıllar öncesine, yetmiş sekizli yıllara götürdü. Ve özlem dolu bir gezintiye çıkardı. Hani şu 18 yaşlarında olduğu; kabına sığmayan, enerjik dönemini yaşayan, yarın bakışlı, özlemleri deniz, hasretleri okyanus olduğu zamanlara. O zamanlar ki dönem "devrim dönemiydi" ve devrim çok yakınlarda görünüyordu ona ve çevresindeki herkese! Bir şeyler yapılmalı ve eller çabuk tutulmalıydı. Zaman bir örgüte, bir partiye tutunma zamanıydı. Yoksa ya taraf olunacak ya da bertaraf olunacaktı. Öncelikle örgütlere katılmalı, sonra bir şeyleri öğrenme fikri ağır basıyordu. Öyle bir dönemdi ki araştırmaya girişmek zaman alabilirdi. İnsanlar mutlu ve inançlıydı. Dillerinde özgürlük türküleri düşmüyordu hiç. Yüzler güleç, gözler ışıltılı ve çakmak çakmaktı. Yarın bakışlı gençler büyük bir kavgaya hazırlanıyordu. Kuracakları yeni bir dünya düşüyle giriyorlardı yataklarına ve öyle de kalkıyorlardı. Sabah uyandıklarında mutlu ve dinç hissediyorlardı kendilerini. Yeniden hazırlanıyorlardı yeni bir kavgaya. Karanlıkla aydınlığın hiç bitmeyen kavgası... Tabii ki büyük kavganın arifesinde bazı işler ertelenebilirdi. Bilerek veya bilmeyerek fedakârlıklar yapılabilirdi. Bir şeyler yaşanmadan sonraya bırakılabilirdi. Aşk gibi, evlilik gibi, karşı cinsten hoşlanmak gibi... Ne var ki her şey zamanında güzeldi. Ama yine de olsundu. Yalnızca savaşmak vardı, gelecek güzel günler için. İstemleri yalın ve gerçekti. Kan ve gözyaşı aksın istemiyorlardı. Çocuklar savaş görmesin, barış içinde özgürce büyüsün, doğa şenlensin, dağlar kekik kokularıyla koksun istiyorlardı. Sözün kısası karanlığı yok edip, yerine aydınlığı koymaktı herkesin hedefi... Şarkıyı işiten Kirvem, ince bir kalp sızısı ile yıllar öncesine, soğuk bir sonbahar gününe gitti ve soğuk soğuk terlediğini hissetti. Güneş saklandığı yerden çıkmış, etrafa yüzünü gösteriyor, gülümsüyordu. Ilıkça esen bir yel yüzünü okşuyordu onun. Dallarını terk ediyordu yapraklar, yerler yapraktan bir deniz gibiydi. Kirvem sonbaharı içinde yaşıyordu. Birazdan olacakları önceden sezinliyor gibi bir hâli vardı. Daha önceden belirledikleri görüşme yerine ayrı yollardan geldiklerini anımsadı. Önce Kirvem gelmişti, ardından Nergis... Tokalaşıp selamlaştılar. “Merhaba”dedi Nergis gülümseyerek. “Merhaba”dedi Kivrem. Ayaküstü hâl hatır sordular birbirlerine. ”Nasılsın?”diye sordu Nergis. “İyiyim”dedi Kivrem.”Seni gördüm ya daha bir iyiyim” Nergis de bir şeyler diyecek gibi oldu, diyemedi. Utandı. Ulu bir çınar ağacının altında, özenerek yapılmış bir tahta masanın uyumsuz plastik sandalyelerine oturdular. Birikmiş özlemlerini, üzünçlerini, sıkıntılarını birlikte yatırdılar o bilmedikleri yabancı tahta masanın üstüne. Garsonu yanlarına çağırıp çay ısmarladılar. Garsonun tepsi içinde getirdiği tavşankanı çaylarını yudumlarken bir dernekte ilk bakıştıkları zamanki yıldırım aşklarını hatırladılar. Ne garipti ilk bakışta konuşmadan âşık olmak! Evet, evet aşk! Herkesin korktuğu aşk onları kalbinden vurmuştu o an. 5 yıl yaşadıkları gizli saklı aşklarını uzun uzun konuşarak bitiremediler. Tertemiz, yalansız gerçek aşklarını… Sigaralarını da katık yaptılar çayın yanında. Hoparlörden yükselen bir müzik sesi konuşmalarını böldü, kulak kesildiler. Bir ayrılık şarkısı çalıyordu. Uzakları, özlemleri, gurbeti hatta uzaktaki bitmeyen aşkı anlatıyordu bu şarkı. İkisi de hüzünle ve heyecanla aynı anda "Bu şarkı ikimizin olsun."dedi. O ana kadar gözleri hiç ayrılmamıştı birbirlerinden. Ardından Nergis ekledi: "Aramıza ayrılıklar, kilometreler, sıradağlar girse de asla birbirimizden kopmayalım, vazgeçmeyelim!" diye. "Özlem duyduğumuzda, anmak istediğimizde birbirimizi, bu şarkı aşkımızın köprüsü olsun... Bu şarkı acılarımızı dindirsin." dedi Kirvem. Uzun uzun bakıştılar, buğulu ıslak gözlerle. Ardından el ele tutuştular. İlk kez sokuldular birbirlerine, bir çift kumru kadar yakın… İkisi de utandı, yanakları kızardı Nergis’in. Bir süre öylece kalakaldılar. Sonra Kirvem "yukarı"dan gelen kararı açıkladı Nergis’e, sesi titreyerek. Nergis şaşırdı… Yine de bir şey söylemek istemedi. Sustu, ‘’kaderine’’ boyun eğdi. Hem ne diyebilirdi ki? "Gitme yanımda kal benim!" diyemezdi. Hem dese de kalabilecek miydi Kirvem? Tayini çıkmıştı bir kez Kirvemin. İmkânı yok gidecekti. Profesyonel çalışmanın bir gereğiydi bu... O günlerde olağan işlerdi bunlar. İkisi de her şeyin bilinci içindeydi. Sessizce beklediler, birbirlerini süzerek... Üzülmediler gene de. Nasılsa aydınlığa gidecek günler yakındı. Hem Kirvem yakını biraz daha yakınlaştırmak için gitmiyor muydu uzaklara? Hem nasılsa bu ayrılık uzun süreli olmayacaktı! En azından öyle düşünüyordu ikisi de! Her şeyi çarçabuk unutuverdiler. Biraz daha sokuldular birbirlerine, nefesleri karıştı nefeslerine. İçleri bir hoş olmuştu. Nergis dağlar gibiydi, kekik ve yalnızlık kokuyordu... Kirvem de bir dağ rüzgârı, bir ılık sevda yeli gibiydi... Kirvem sabredemedi, dayanamadı kekik kokularına... Nergis’in heyecandan titremekte olan dudaklarına usulca bir buse kondurdu, oradan doyasıya yudumlamaya başladı susuzluğunu... Karşılık vermişti Nergis. Uzun uzun öpüştüler, çevrelerine aldırış etmeksizin hem de… Bir süre öylece kalakaldılar. Akşamın alacasında, güneş saklandığı yuvasına geri çekilirken ayrılık zamanı gelip çatmıştı, korkunç bir kâbus gibi sindi üzerlerine ayrılık. Kalktılar tahta masadan. Kalkmazdan az evvel tahta masanın üzerine bir kalp resmini kazıyarak çizdiler. Kalbin tam orta yerine isimlerinin baş harflerini kalınca yazdılar, tıpkı liseli âşıklar gibi. Gülümseyerek çıktılar çay bahçesinden. Bir süre sokaklarda amaçsızca dolaştılar, hiç konuşmadan. Bir dört yolun ayrımına geldiklerinde, kendilerinin de ayrılık zamanlarının gelip çattığını anlamışlardı. Uzun uzun bakıştılar, birbirlerinin resimlerini yüreklerine kazıyormuşçasına… Zaman durmuş, söz bitmişti sanki. Birden Nergis’in aklına yeni bir fikir gelmişçesine geriye döndü, hızla Kirvemin boynuna atıldı. Yüzünü, yanaklarını defalarca öpmeye başladı, ardından bir çocuk neşesiyle tekrar hızla uzaklaştı... Donmuştu Kirvem, ne diyeceğini bilemiyordu, şaşırmıştı. Ardından bakakaldı yalnızca. Elini kaldırarak, "Ben de seni seviyorum."diyebilmişti ancak. Nergis duymadı bile onu... Hem yüzüne söylemeye cesareti yoktu Kirvemin. Bir daha arkalarına dönüp bakmak istemediler nedense. Nergis yolda kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Hıçkırıktan sadece omuzları değil, sanki bütün vücudu deprem dalgalarıyla sarsılıyordu. Kendisine çevrili gözlere aldırış bile etmeksizin... Kirvem de doluydu. Duyguları ıslaktı. Ağlamadı gene de... Dişlerini dudaklarına geçirmiş kanatırcasına ısırıyordu. Ağlasa rahatlayacağının farkındaydı. Ama yap(a)madı. Bir erkek için zordu ağlamak. Hele bir yarın bakışlı genç için daha zordu. Ağlamak ayrıca zayıflık demekti. "İyisi mi" diye geçirdi içinden mırıldanarak. "Sevdamı ağır bir yük gibi yüreğime sarıp, birlikte götürmeliyim, gideceğim yere." Yolları ayrıldı, o günden sonra. Günler haftalara, haftalar aylara, aylar yıllara döndü. Birbirlerinden bir haber alamadılar. İkisi de farklı paralellere düştüler, paralellerin bir daha kesişmeyeceğinin farkında olarak... İkisi de, günün birinde aniden çıkıp geleceklermiş gibi uzakları gözlediler... Kirvem çok çekti, çok badireler gördü, cezaevleriyle tanıştı, dört duvarları tanıdı, sürgünleri tattı. Yalnızlığı, ihaneti yaşadı. Nergis ile olan anıları hep diri kaldı yüreğinde, onun sıcaklığıyla kışları yendi. Karanlıkta kaldığında hep onun gözleri yol gösterdi. Yıllarca aradı Nergisi vazgeçmedi. Ama bulamadı... Çok uzaklarda bir yerler yanıyordu. O yangını yüreğinde hissetti. İçi acıdı. Otuz iki yıl öncesine inat, ağlamaya başladı. Gözyaşları çalan şarkının nakaratları oldu. Elini kaldırarak, "Ben de seni seviyorum." diyebildi, ayrıldıkları günü tekrardan hatırlayarak. Rahatlar gibi oldu... Sonra içinde yıllardır taşıdığı, daha önce yitirdiği birinin eksikliğini duyumsadı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |