Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
“Kavgasız zaman” özlemi artınca belki bitiveriyor ansızın ve hazırlıksız yakalanırsanız “ayrılık ayazına” sürüklenebiliyorsunuz başıboş bir sandal gibi. Hangisidir, sizi üşüten ayrılık mı ayaz mı karar veremiyorsunuz. Öyle bir sandık ki bellek, her sözü aleyhe delil olarak arşivleyebiliyor. Hani olur ki ısıttığında yüreğin ismi dün yolcusu olanı, çıkarıp arşivlenmişi, kendine “pek çok sebebim var ” diyebilmek için. Nasıl hunharca işlenmiş cinayetler var ki, hiçbir avukat savunmasını yüklenmiyor. Ne ücret, ne de kazanıp meşhur olmak kabulune yetmiyor. Hem de suç aleti sadece birinin dudağından dökülen üç beş söz olabiliyor. Önce şaşırıyorum üç beş söz nasıl bu kadar güçlü olabilir diye… Sonra fark ediyorum sözden ziyade söyleyene takıldığımı. Kabulleniyorum. Şimdi bir eskiciye veriyorum bende eskimiş yıpranmış ne varsa, hem de yok fiyata. Hatta alması için üstüne para dahi teklif ediyorum. Ardından süresiz gözyaşı dökecek olsam da, veriyorum. Çünkü biliyorum ki gidişat çöplük alameti zaten. Ve çöplüğe gitmektense başka ellerde hatıralarının yaşatılması daha vefakâr geliyor. Kulağım duymayacağı bir sesten dolayı varoluşunu anlamsız hissederken, yürüdüğüm her yol o sese hiçbir zaman ulaşamayacak olduğumu çiziyor gözlerime. Bu göçebeden arta kalan soğuk özlem düşünce içime, kendimle baş başa kalma yalanlarını söyleyip yanımdan uzak tuttuğum dostlarım geliyor aklıma. Bugün fark ediyorum ki hepsine yalan söylemişim. Ben en çok kendimle baş başa kalmaktan korkmuşum. Müziğin sesini sonuna kadar açmışım ya da hiç izlemediğim bir televizyon programını son sese vermişim. Sırf kendimi dinlememek için. Bir yandan insanlar bana haksızlık ediyor derken, diğer yandan en büyük haksızlığı kendim etmişim “kendime”. O vakit hissediyorum üzerime sinen papatya kokusunu. Burnumun direğini sızlatıyor o tutamadığım keskin ve asi papatya kokusu. Bu ayrılık nem’i azdırıyor astımımı. Öksürüyorum zehir gibi, içim sökülür gibi, içimden söker gibi. Yılışık avuntuları duymak istemiyorum artık. Morga kaldırılsın ölmüş ne varsa, defnederiz gerekirse canhıraş. Hatta bir şiir yazarım mezar taşına çığlık çığlığa. Sonra ayrılık ve veda demleyen bir çay bahçesinde düşürürüm anılarımı. Yeter ki dinsin yılışık avuntularım. En büyük doğrumu öldürüyor işbirliği içindeki bütün yanlışlarım. Öyleyse artık atıyorum yüreğimi Akdeniz’e, balıklara yem olsun. Yıldızlar ile fısıldanırız gerekirse. Hüzün mü? Ayrılık mı? Onlar zaten debisi çağlayan nehirlerdi şah damarımda.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sinem Hazal Gün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |