"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Masanın sadece yarısını sildi. Sadece kendi önündeki yarısını. Masa üzerindeki eşyalarını kaldırmaya üşenmiş, her zamanki umursamazlığıyla eşyaları ileriye ötelemiş, kalan boşluğu ıslak peçete ile silivermişti. Rahmetli annesi olsa en az iki kez, pimpirikli dul babası ise üç dört kez bezi katlayıp katlayıp siler, tüm masayı tertemiz yaparlardı. Böyle sorumluluk sahibi bir ailenin kalpazan lakaplı oğluydu o. Masanın hemen yanındaki camı evden çıkarken açık bırakıp, akşam eve geldiğinde evin ağır kokusundan kurtulmayı ümit ederdi. Evdeki küflü hava biraz hafifler ama masanın üzerindeki o mikron mikron tozlar arttıkça artardı. Ne zamanki bilgisayarının faresi ahşap üzerinde gezinirken çıtır çıtır takılmaya başlardı tozlara, o da masanın kullandığı kadarını siliverirdi. Masanın biraz ilerisinde duran içki şişesi ise bu temizlikten nasibini alamaz, komşusu olan kağıt yığınları, birkaç kitap ve yapılmayı bekleyen puzzle parçaları ile tozlu hayatına devam ederdi. Ta ki temizlikçi kadın ayın ilk haftası eve gelene kadar bu bekleyiş sürerdi. İlk başlarda en azından ayda bir pırıl pırıl oluyoruz diyerek teselli bulurlardı masanın sakinleri. Ama bir gün adam temizlikçiyi de ayartıp, kadıncağız vaktinin yarısını ev sahibine ayırmaya başlayınca, masanın da temizliği aksamaya başlamış, ilerleyen günlerde temizlikçi kadın sadece ev sahibinin bakımı için eve gidip gelir olmuştu. Temizlikçi temizlikçi olmaktan çıkınca başka bir temizlikçi bulmak şart olmuş ama gözü açılan adam artık daha da güzel bir temizlikçi aradığı için de, aranan bulunamamış ve evin temizliği adamın insafına kalmıştı. Temizlikçinin adını düşündü, zar zor hatırladı. Çünkü ona ismiyle pek hitap etmemişti. Gerçi temizlikçi de dememişti ama hayatımızda hakikaten bazı insanlar vardır ki onlara ne isimleriyle, ne de meslekleri ya da ünvanlarıyla hitap ederiz. Aslında hiç hitap etmemeyi tercih ederiz, pek de farkında olmadan. Ne kadar enteresan dedi içinden, şu modern toplum düzeninde pek çok mesleğe yeni yeni isimler yamamışız da temizlikçileri düşünmemişiz. Kapıcılar; apartman görevlisi, sekreterler; asistan, ibnelerin bir kısmı gay, sakatlar; engelli, muhasebeciler; finansçı, personelciler ise insan kaynakçı olmuş ama temizlikçiler terfi edememişler bir fırsatını bulup. Gerçi kadın iken bayanlığa, emekçi iken mavi yakalılığa, devrimciyken ulusalcılığa gerileyenler de vardı yıllar zarfında, buna da şükür demeliydi belki. Sonra temizlikçinin hiç görmediği kocası geldi aklına. Hani karısını kollamak için tanımadığı evlere temizliğe göndermeyen kocası. Haklıymış adam dedi içinden. Ama kendi de pek üstelememişti, bu sefer hakkını yememek lazımdı bizimkinin. İşyerinde yanında gidip ilk teklif ettiğinde, kocam izin vermiyor komşuların dışındaki yerlere demişti kadın. Tam konu kapanacakken, “ama ben bir fırsatını bulup gelirim temizliğe” diyerek, kapanan konuyu tekrar açmıştı kadın. Adam ise açılan şeyin sadece bir konu değil, yeni bir maceranın başlangıcı olduğunu anlamıştı. Zaten anladığı için şu anda yeni bir temizlikçi aramakla meşgüldü ya. Adam karısını sevmekte miydi, bilmesine imkan yoktu ama kadının kocasını sevdiğine şüphe yoktu. İlk sevişmelerinde kadının gözlerinde gördüğü yaşlar şahitti erkeğini sevdiğine. Ama bizim kart zampara ile para için beraber olmadığı da aşikardı. Aynı parayı iş yaparak da alıyordu zaten. Üstelik ilişkileri öteki boyuta terfi edince kadın para almayı da reddetmiş, adam bazen zorla eline birşeyler tutuşturur olmuştu. Kısacası maddi olarak pek bir faydası yoktu adamın kadına. Bilakis tehlike, stres, endişe ile tanışmıştı mazbut temizlikçimiz. Adamın pek de kafa yormadığı bir nedenden ötürü gidip geliyordu kadın bu eve. Belki de kafa yormaya değerdi ama bu işlere çok kafa yormak adamın yataktaki performansını etkiliyor, en olmadık anda aklına alakasız düşünceler gidip geliyordu. En iyisi anı yaşamak, en az çabayla en fazla hazzı almaya bakmaktı. Tozlu masa ve üzerindeki arkadaşları dertlensinlerdi, nice olacak hallerine. Bölüm II İlerleyen günlerde, üstelik tam da kadın ile geçirdiği keyifli anların hayalini kurarken telefonu çaldı. Arayan temizlikçiydi. Tekrar tekrar çaldı telefon. Sonra, birkaç dakika sonra tekrar çalmaya başladı. Yine açmadı telefonu. Halbuki belki de tam da bu anda telefonu açması içindi, kadının adam için bugüne kadar yaptıkları. Belki de kafa yormayıp, koy götüne rahvan dediği anlardı, telefonun çalma nedeni. Telefonu açtığında anlam kazanacaktı belki de tüm yaşananlar. Sebep sonuç ilişkisinin sonucu belliydi belli olmasına ama sebep anlatılacaktı belki de telefonun öbür ucundan. İşte bu yüzden, tam da bu yüzden açmadı namussuz herif telefonu. Çaldı, çaldı ve de hala çaldı telefon. Elzem zamanlarda çalacak kadar çok çaldı üçüncüsünde. Yine açmadı. Ne telefonu eline alıp Yes tuşuna basacak kadar cesareti vardı, ne de No tuşuna basacak kadar delikanlılığı. Haberi öncesinde almıştı işyerinde. Kadının işten çıkarılma nedeni görünürde amirine saygısızlık, işi sallama, çene çalma, arazi olma gibi bilindik nedenlerdi. Daha derin istihbarat ise, temizlik şefinin kadını çok kereler sıkıştırdığı ama amacına ulaşamadığı yönündeydi. İşyerlerinde tacize uğrayan pek çok kadın, işini kaybetmeme korkusuyla bunu hasıraltı eder, eğer biraz becerikliyse, oyalama taktikleriyle istemediği adama vermeden işine devam ederdi. Vermenin nimetlerinden faydalanmak isteyenler içinse hayat daha kolay ve güvenceliydi. Temizlikçi ise daha dürüst çıkmış ve biraz da aynı işyerindeki koskoca müdüre güvenerek amirine postayı koymuş ve kendini kapı önünde bulmuştu. Şimdi müdürün kendisinden beklenen, forsunu kullanarak kadını işe geri alması ve olayı mutlu sonla bitirmesiydi. Kadının pencerinden olay basitti. Bir telefon, ufak bir fırça kadının işini hallederdi. Yaşanmış bunca fantezi, bunca bedelsiz hizmetin bir karşılığı olmalıydı. Gerçi bugünleri düşünerek aylarca yatırım yapmış sayılmazdı adama. Biraz tipinden hoşlanmış, şivesiz konuşmasına, kendisini fazla hırpalamamasına, hanımefendiymiş gibi davranmasına tav olmuştu. Yataktaki performansı kocasınınkine pek bir üstünlük sağlamasa da, kibar kibar becerilmek hoşuna gitmişti kadının. Uzun zamandan beri bir adamın karşısında kendi kendine soyunmuş, kocasının elbiselerini parçalarcasına kendisine saldırmasından farklı bir muamele görmüştü. Biraz kendinde de suç vardı tabi. Kaçamak yaptıkları bir gün adamın altındayken anlatmıştı; bütün gün evde oturup kendisini bekleyen işsiz kocasına her gece yüz vermez, adamın hayvanlığının acısını onu böyle süründürerek alırdı. Ama adam bekledikçe azar, azdıkça hayvanlaşır, beklenen gün geldiğinde kadına yine hoyrat yine aceleyle yaklaşırdı. Kısır döngü böyle devam eder, ne alan ne de veren memnun olurdu bu işten. Kahramanımız ise bu işe pek şaşırmamıştı. Bugüne kadar nice hanımefendilere hayvan gibi, nice mahalle karılarına da beyefendi gibi yaklaşarak on puanı hep kapmıştı. Olmayana özlem, kadınların zaafıydı herhalde. Mastırlı, doktoralı kocalarının nazik ellerinden bıkan kadınlar da, ekmeğini hoyrat elleriyle kazanıp, o elleri yatakta da torna tezgahındaymış gibi kullanan adamların karıları da hep aynı şeyi istiyorlardı: Bir farklı temas, bir farklı fısıltı. Hikayemizin aşağılık kahramanının verdiği de buydu kadınlara: Bir farklılık. Telefonun ucundaki kadın üçüncü aramanın sonunda ümidini kesti. İşyerinin tenha bir yerinde yanına yanaşıp, akşama ara beni diyen, sonra daha akşam olmadan kadını arayıp sıkıştıran adam bir anda ulaşılamaz olmuştu. Amirinin amiriyle aynı yatağa girmesine rağmen, işyerine girmeyi becerememişti bugün. Kapıdaki güvenlik görevlisi kendisini içeri almayıp, geri dönmesi için kalkan ilk servise binebileceğini söylemişti. Bu son servis hizmeti şirkettendi, kıyaktı yani ona. Biletini tek yönlü kesmişlerdi... Bölüm III Kaçamak için vakti sınırlıydı. Koca her gün aynı saatte evde bekler, beş on dakika gecikince kıyameti koparırdı. Kıyameti kopardığı günlerin gecesinde avucunu yalardı yatakta ama gündüz attığı fırçalar ile karının geceki soğukluğu arasındaki bağlantıyı yıllardır hala kuramamıştı. Sadece haftanın iki günü, kadının şehrin girişindeki fırından ucuz ekmek almak için servisten erken indiği günlerde iki ya da üç çeyrek saat geç gelmesine izin vardı. Uyuşuk koca bu işi gündüzden yapmaz, karısının birkaç günlük ekmeği, en ucuz yerden alıp getirmesini beklerdi. Kadının evine yakın oturan kahramanımız fırının yeni müşterisi olmuştu böylelikle. Ekmekler kadın eve gelmeden alınıp, kaçamak evinin girişine hazır halde koyuluyordu. Bu alışveriş çifte başbaşa bir yarım saat kazandırıyor, alelacele zili çalan kadın, koşarcasına üç kat yukarı çıkıp, eve girer girmez önce büyük ekmek poşetini kontrol ediyordu. Poşet yerinde ise geri sayım başlıyor, soyunma, giyinme ve bir sigara içimini çıkardığınızda geriye onbeş dakikalık net sevişme zamanı kalıyordu. Hayatında ilk defa bir erkek organını bu evde öpmüştü. Kocasının kendisine yıllardır yaptıramadığı şeye ev sahibi ikinci buluşmada ikna etmişti kendisini. Gerçi kendisinden beklenen, kafasını bacaklarının arasına bastıran zamparanın aletini yalayıp yutmasıydı ama diş fırçalarken bile midesi bulanan kadın isteneni yapamamış, sadece adamın gösterdiği yerleri öpmekle yetinmişti. Evet, hiçbir açık saçık filmde göremeyeceğiniz masumlukla kadın adamınkini ufak dudak hareketleriyle öpüyor ve her seferinde bıkmadan “ben ilk defa öpüyorum bunu” diyordu. Sanki bir tanıdıkla vedalaşırken yanaklarında öper gibi öpüyordu adamınkini. Ve nedense profesyonel emicilerin yaptıklarından daha çok tahrik ediyordu adamı bu öpücükler. İşin en komik yanı ise, kadının yine her öpücük seansı sırasında “sen çılgınsın” demesiydi adama. Kadın kendi yaptıklarını değil, adamı çılgın bulmaktaydı nedense. “Kocanınkini de al ağzına, o da çılgın olsun” dedi bir gün kadına. Hayır yanlış söylemişti, kadın düzeltti hemen, o ağzına almıyordu, öpüyordu sadece. Üstelik kocası çılgın olamayacak kadar benziyordu kadına. Kendisine benzeyen biri çılgın olamazdı onun için. Bu yüzden çılgın olmak zamparaya kalmıştı yine. Birlikte ne yapsalar çılgın olan oydu, masum olan ise kadın. Memeleri dışarıdan görünenin yarısı kadardı. Kaskatı sütyen çıktığında geriye avuç içlerini doldurmayan ama uçları sanki kalemtraşla açılmışçasına sivri, huni şeklindeki memeçikleri kalıyordu. Genelde doğuran kadınlara has bir koyu ton vardı uçlarında. Memelerini de pek elletmemekle övünürdü kadın. Kendine bakmakla, kendini saklamayı biraz birbirine karıştırmışlığı vardı sanki. Ama zamparaya ellemek, çekiştirmek, emmek ve biraz da dişlemek serbestti. Sanki toprağın altında yıllarca saklanmış ve onu bekleyen bir hazineydi kadının vücudu. İki göğsünü yanlardan yakalayıp, elleriyle bastırarak vücudunun ortasında birleştirdiğinde iki ucu birden aynı anda ağzına alır, onları dişlerinin arasında ezerek sevişmeye başlardı. Memeleri ufak olduğu için mutlaka bir tanesi ağzından dışarı fırlar ama adam memeyi tutarak kibarca ağzına doğru çeker, tekrar dudaklarına yerleştirirdi. Sıkışlık sevişme süresinin önemli bir kısmı adamın kadının göğüslerini emmesi ile geçerdi. Adam bir keresinde kadının göğüslerini emdirirken boşaldığını hissetmiş ama merakını yenerek hiçbir kadına sormadığı bu soruyu bu sefer de sormamıştı. Karşılıklı öpücük ve emişlerden sonra kadın ve adam her zamanki gibi yeterince sert ve ıslak olurlardı. Kadının kendini koruma güdüsünün farkında olan adam genelde altta kalır, kadının kontrolü eline almasına izin verirdi. Minyon ve atletik bir yapısı olduğu için kadın boşalana kadar yorulmaz, ama yüz yüze, ama sırtı adama dönük olarak bacaklarının arasındaki organın üzerinde zıplardı. Bir keresinde tempoyu iyice artıran kadın ritmik gitgeller esnasında havadayken adamın penisinden ayrılmış, tam aşağı inerken de penisin kalçalarının arasındaki deliği zorlamasına engel olamamıştı. Ters ilişki gerçekleşmemiş ama bir gün gerçekleşirse ne tür hazların kendisini beklediği konusunda fikir sahibi olmuştu. Zaten adamın gündemindeydi konu. Birkaç kez şaka yollu konuşulmuş, kadının kestirip atması sonucu adamın hafızasında beklemeye alınmıştı. “Vay be” dedi kadın aylar sonra, telefonu üçüncü kez çaldırırken: “Biz neredeyse kumbarayı bozduracaktık adam için, telefonlara çıkmaz oldu pezevenk” Bölüm 4 Hiç kimseden korkmazdı, kafası bozuk kadınlardan korktuğu kadar. Hiç kimseden kaçmazdı, hesap soran kadınlardan kaçtığı kadar. Adam kadını önce kullandığını, sonra salladığını, en sonunda da ondan kurtulduğunu düşünmüştü. Ne de olsa birkaç gün çalan telefon nihayet susmuş, herkes kendi yoluna gitmişti. En azından o öyle sanmıştı. Ta ki bir sabah şirket kapısına arabasını yanaştırıp, içeri girmeye hazırlanırken güvenlik görevlisi kendisine “Kemal Bey, ziyaretçiniz var” diyene kadar. Sabah sabah kim gelirdi ki personel müdürünü ziyarete? Belki hissettiğinden, belki de korktuğundan soramadı görevliye kimdir diye. Arabasını yavaşça içeri sokarken sağdaki çay salonuna çevirdi kafasını. İyice yavaşlattı arabayı, iyice çevirdi kafasını. Camdan yansıma yapsa da ışık, içerideki bekleşen adamların arasından hemen ayırt etti kadının silüetini. Cama en yakın masaya oturan kadın sinirli sinirli elindeki bardağı karıştırmakta, giren çıkan araçları kolaçan etmekteydi. Aniden gaza bastı adam ve hızla otoparka ilerletti arabayı. İndiği yerden çay ocağı gözükmemekteydi. Şu anda en güvenli yer odasıydı muhtemelen. Allahtan içeri almamışlardı kadını. Adam bir gün günahlarıyla yüzleşeceğini bilmekteydi, hatta o günü de beklemekteydi ama bu zaman ve bu mekan hiç aklından geçmemişti. Şimdi olmamalı diye geçirdi içinden. Onun hayal gücü daha uçuk kaçık bir senaryo hazırlamıştı kendisine. Bir hayali vardı. Bazen hayal, bazen de kabus gibi gelirdi kendisine bu. Kapısı çalardı bir gün. Evinin kapısı. Ama işyerinin kapısı hiç çalmamıştı hayallerinde. Kapıyı açardı adam. Her nedense evde yalnız olurdu adam. Çoluk çocuksuz yalnız bir adam olarak beklerdi günahlarını evinde. Açtığı kapının ardında onlarca çocuk belirirdi. Değişik değişik çocuklar. Kızlı erkekli. Siyahlı beyazlı. Kısacık çekik gözlüsü, boylu poslu esmeri, kıvırcığı, pırasa saçlısı. Hepsi kapıda bekleşirlerdi. Adam da ilk defa gördüğü bu çocukları sanki tanır da beklermişcesine içeri buyur ederdi. Sonra içlerinden en büyükleri –muhtemel yirmi yaşlarında olmalı- “bizler senin çocuklarınızız baba” derdi. Ne çok görmüştü bu rüyayı, ne çok ürkmüş ama ne kadar da tebessüm etmişti ardından. İlginç olmalıydı hesaplaşma dediğin, çarpıcı olmalıydı insanın günahları ve canlı olmalıydı onların sonuçları. Ama içinde bulunduğu durum kendisi için değil, başkaları için ilginç olmaya adaydı. Hayat beni şaşırtacağına, başkalarının şaşkınlıklarına figüran yapacak dedi içinden. Üstelik zampara karizması denen birşey vardı hayatta. En boktan anında bile takdir görmek isterdi hemcinslerinden. Yakalanmaya değecek bi karı olsaydı bari temizlikçi. Eski bir yerli filmin ünlü diyaloğuydu: “Yaptım ama sor bakalım bi kere, neden yaptım diye?” Filmin zayıf ahlaklı kahramanı bunu sorup dururdu mağdur ettiklerine her yakalandığında. Kadını düşündü bir an. Sorsalar neden yaptın diye, gösterecek birşey yoktu ortada. Zaten kadından bağımsızdı tüm bu yaptıkları. Öznesi de nesnesi de kendisiydi yaşadıklarının. Kadının adı var kendi yoktu onun hikayelerinde. Kaçış yoktu yüzleşmeden. Durumu yönetemezse, işinden gücünden olma ihtimali bile vardı. Telefonla çay ocağındaki görevliyi aradı ve şirketin eski temizlikçisini odasına göndermelerini söyledi. Bu arada camdan otoparka bakarak genel müdürün arabasını aradı gözleri. Henüz gelmemişti. Eşek kadar adam da olsa tırstığı birileri hep olmuştu hayatında. Saatine baktı, kadını ikna edip paketlemek için az vakti vardı. Keşke daha erken gelseymişim diye geçirdi içinden. Böyle kriz durumlarında kafasında önceden plan geliştirmez, olayın gelişine göre spontane davranırdı. Bir zamanlar bu hikayeye başlamaya ikna ettiği kadını, hikayeyi bitirmeye de ikna edebildi pek ala. Kadının evli olması da bir avantajdı. Onun da çizgileri vardı aşamayacağı. Kadının dakikasında odaya girmesinden, koşar adımlarla geldiğini tahmin etmişti. Tokalaştılar. Adam kadını masasının karşısındaki iki koltuktan birine oturttu. Kendisi de masaya yönelmek yerine önce kapıyı kapattı ve sonra diğer koltuğa geçti. Birkaç klasik giriş cümlesinden sonra can alıcı soruları öfkeyle yöneltti kadın. Neden işten atılmıştı? Neden telefonları açılmamıştı? İşini kaybetmeyi hak edecek ne yapmıştı kadın?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |