Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
"Aslında sanatkar içgüdülerinden kaynaklanan isteklerin tatminin reddedilmesi hususundaki dıştan gelen zorlamaları başlangıçta kabul edemediği için gerçeğe sırtını çeviren ve sonra sınır tanımayan isteklerine ve erotik duygularını bir hayal aleminde serbestçe tatmin yoluna koyulan bir kimsedir. Fakat o bu hayal aleminde gerçek dünyaya bir dönüş yolu bulur. Sahip olduğu kabiliyetlerle o bu hayallerini yeni bir gerçeklik kalıbına döker ve insanlar onun eserlerini gerçek hayatın değerli bir yansıması olarak kabul ederler ve onun görüşlerini haklı bulurlar. Böylece o dış alemde gerçek değişiklikler yapmak gibi dolambaçlı bir yol tutmaksızın, belirli bir yol izleyerek kendini dilediği kahramanın, kralın, yaratıcı sanatkarın ve ya sevgilinin kişiliğine sokar." Diğer bir görüşte de sanatın bir nevroz olduğu teorisi, insanın hayalleriyle inançları arasındaki ilişki meselesini ortaya çıkarmaktadır. Roman yazarı, sadece hikayeleri anlatan, yani hayatına canı istediği gibi şekil veren geniş bir hayal gücüne sahip bir çocuğa olduğu kadar, kendini tamamen hayallere kaptırmış olan ve umutları, korkularıyla dolu hayal alemini gerçek alemden ayırt edemeyen bir adama benzemiyor mu?" diyor bazı eleştirmenler. Belki de yazarın en zor işlerinden biridir karakter yaratmak mevzusu. Gerçi bir bakıma bizim yazarlar aslında çok şanslıdır. Bu toplumda karakter yönünden sıkıntı çekiyorum diyenin belki de gözlerinde bir sorun vardır. Çevremiz karakterler ile tamamen sarılmıştır. Yaşadığımız dünyayı toz pembe görüyorsak, tabiki bunları farkedemeyiz. Ya da kendimizi toplumdan soyutlarsak, sabah iş, akşam ev dersek, dünya yansa umrumda bile olmaz diye düşünürsek kendi karakterimizle başbaşa kalabiliriz. Aile bireyleri, yakın akraba ve arkadaş çevresiyle ortak bir karakter dünyasında yaşarız ve bu da bizim yazın dünyamızı oluşturur. Orhan Pamuk'un İstanbul romanında olduğu gibi anneannesinin fincanlarını anlatarak Nobel ödülüne kavuşuruz. Ya da Ahmet Ümit'in bir romanında olduğu gibi binlerce yıl evvel Mısır'da geçen bir aşk hikayesini o yılları yaşamışçasına anlatırız. Sonra da Selim İleri çıkıp "Edebiyatımız tamamen öldü. Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ben gelecekten ümidimi kaybettim." der kestirir atar.. Karakter olmadığı zaman işte bu yazarların karakterleri ortaya çıkıyor misali. Edebiyatımızda yaratılan karakterlerin yüzde yüzü de iyi insanlardan oluşmuştur. Bazı istisnalar hariç genel durum budur. Hep iyi insanlar. Devletin kurumları iyidir. Polisi, askeri şehit mertebesindedir. Eski alimler, şairler, düşünürler evliya ayarında insanlardır. Yedisinden yetmişine, kadını erkeği bütün insanlar iyidir. Bunlar için şiirler, romanlar yazılır.Memleket, defalarca iç savaşlara girip çıkmıştır ama kimin umurundadır.Bir dönemin Yeşilçam filmleri.Zaten çok iyi bilinir.Bu edebiyattan ne filmler çevrilmiştir, gayet iyi bilinir... Bir diğer sorunda çoğunluğun klasiklere sığınma anlayışıdır. "Savaş ve Barışı bir haftada bitirdim diye böbürlenenler, bir yana "Suç ve Cezayı" sende okudun mu diye soranlar bir tarafa "Bana kalırsa dünya edebiyatının en iyi eserlerini Ruslar vermiştir" diye ahkam kesenlerde gülünç duruma düştüklerinin farkında bile olmamıştır. Bir komşumuz vardı. Çarşıda, pazarda, kahvede, işten eve, evden işe giderken dahi elinde mutlaka bir kitap olurdu.Yıllar boyu bu adamın elinden kitap düşmedi. Hemen herkes bu insana saygı duyardı. Çok kültürlü, mülayim bir insan olarak muhitinde bir yer edindi...Sonraları bu adamın aslında hayatı boyunca bir kitap dahi okumadığı ortaya çıkacaktı. Pasif, korkak adam toplumda saygı görmek için sürekli elinde bir kitapla dolaşmış, durmuş. O saygı sayesinde semtin bitirimlerinden, serserilerinden dayak yemekten kurtulan ender semt sakinlerinden birisi olarak tarihe geçmişti.Klasikleri övme meselesinin ucu işte bu adama kadar geliyor... Elbette klasikler değerlidir, okunması gereklidir ama hayatı onlardan öğrenecek bir durumuzda söz konusu olamaz.Her yazar kendi coğrafyasında yaşadıklarını, o insanların sorunlarını, ihtiyaçlarını devletin topluma bakış açısını ve uygulamalarını yansıtmıştır.Ben bir bekçi Kemali, işkenceci komiser Zekiyi, şarapçı İsmeti, kalleş Muhtarı, dümbük hoca efendiyi Ruslardan ya da Fransızlardan mı öğreneceğim?..Ya da onları bana Tolstoy mu veya Hugo mu tanıtacak.Bizim toplum ve insanlarını Avrupalılar yüzlerce yıl evvel defterden silmiştir.Onlar bir barbarın seyir defterine göre hareket etmez. Bu da gayet iyi bilinir. Okur yazar ilişkileride çok ilginçtir.Tencere, kapak misali bu yazarlarında bir okur kitlesi vardır. Yenilerin, aşk, bunalım, satanist yazılarının yanı sıra eskilerin geçmişte kalmış, küflenmiş toplumsal yazıları da bir hayli renklidir...Kırsal bölgelerden ot gibi fışkıran, tezek kokulu şiirler, yazılar da çok renklidir. Hele Beyoğlu barlarında şarkılar gibi söylenen anason kokulu şiirler de baş döndürür Sıradan yaşamlar, hikayeler okuru elbette sıkar.Sıradan yaşam öyküleri genelde can sıkıcıdır...Acı çekenlerin hayat hikayeleri, mevzuları daha cazip gelebilir. Ama bu acının arabesk soslu olmaması önceliklidir..Ezilenlerin, büzülenlerin, becerilenlerin yaşamı daha ilgi çekicidir.Okunması da çok zevklidir..İyi bir okura bu acılar zevk verebilir.İç dünyasında, bir huzur, ferahlık yaratır...Doyumsuz hazza ulaşabilir.En azından bir parça yaşamak istediği o acıyı o heyecanı hissetmek bir anlamda sanalda olsa oraya ulaşabilmenin bir yoludur.O insanlar, yaşamlar okurun umurunda bile değildir.Sadece merak ve tatmin meselesi...Okuma zevki, değmeyin keyfe.. Yaşadığı bu hayatı, insanlık sevgisini herhalde bir yazardan öğrenecek hali yoktur...Elbette iyi bir okur bunları önceden sorgulamıştır.. Meraklı bir okur olduğu için okur...İnsanın en mahrem saklı yanlarını, bilinçaltını, yaşamlarını merak ettiğin için okur...Yazar da zaten bunu bildiği için yazar...Cesaretinin izin verdiği ölçüde bunu sergilemekten, yansıtmaktan kaçınmaz. Yazar yazdıkça rahatlar, okur okudukça mutlu olur.Ortak yönleri bir hayli çoktur.Bir elmanın iki yarısıdır.Ahbap çavuş ilişkisi gibi de denilebilir... Bir bakış açısı olarak değerlendirilirse bu ilişkiye Hakim, Sanık ilişkisi de denilebilir.Okuru "Hakim", yazarı da "Sanık" statüsünde değerlendirebiliriz.Anlattığı hikaye ile Hakimi ikna eden Suçlu kesinlikle iyi bir yazar adayı olabilir... Edebiyatımızın geleceği için mutlaka sağlam karakterleri bulmak gerekiyormuş. Her ne olursa olsun eğer edebiyat ile uğraşıyorsak mutlaka karakter yaratmamız, onu bulmamız illaki şartmış. Freud'un dediği gibi, yazarın görevidir. Mutlu olmak istiyorsa içimizdeki o insanları geleceğe, yeni nesile taşımak istiyorsa yazar, bunu yapmalıdır. Sahtekar bir insan karakter olarak konu yapıldığında yazar onu sadece yaptığı eylemin derecesinde yansıtırsa bu yeterli olmayabilir. Bu sahtekar karakter tipi hemen hemen her yerde vardır. Ve insanlar bu tipe alışkındır. Okuyucuya bu karakter banel gelebilir. Çünkü okuyucu doyumsuzdur. Adeta aç bir kurttur. Onu sürekli doyurmak yazarın görevidir. Eğer bunu başaramazsa bu aç kurt bir gün yazarı yer bitirir. Yani bir bakıma edebiyat yaşamı sona erer. İşte bu sahtekar karakteri yakaladığımızda onu geliştirmek şarttır. Bir heykeltraş gibi onu yontmak, onu güzelleştirmek gerekir. Peki biz ne yapacağız? Bu sahtekar adamı daha büyük bir sahtekar haline getirmeliyiz. O üç yalan söylüyorsa bin tane de biz ilave etmeliyiz. Ona ortak olmalıyız. Yeni sahtekarlıklar, planlar oluşturmasına yardım etmemiz gerekir. Kapasitesini, yeteneğini, hırsızlığını çoğaltmalıyız. Onu büyük bir sahtekar haline dönüştürmeliyiz. Hatta bu da yetmez daha fazlasını başarmalıyız. O sahtekar adamı aşarak onun yerini biz almalıyız. Onun bile ağzının açık kalmasına neden olmalıyız. Okuyucu bile okuduğunda dünyanın küfürlerini bize saydırmasını sağlamalıyız. Tabii ki bunu da sonra büyük bir olgunlukla karşılamalıyız. Freud'un dediği gibi bazen de karakterin ruhuna girmektir yazarın görevi. Aslında bir bakıma çok zevkli ama bir o kadar da yıpratıcı zor bir durumdur bu aşama. Bir polisin veya bir subayın, gardiyanın ruhuna girmek, onu yazmak.Onun iç dünyasına girmek, onun gibi düşünmek, o kılığa girmek... Onunla bütünleşmek, yaptığı işkenceye şahit olmak. Onunla beraber jopu vurmak, elektriğin dozajını arttırmak, küfür etmek. Bunları yaparken garip bir hazza, doyuma ulaşır yazar. Bir insanın otoritenin, o acımasızlığını yaşamak, bilakis işkenceyi artırmak, ortak olmak, o işkenceci görevliye yol göstermektir yazarın görevi. İşkencecinin yüzde on olan performansını yüzde yüz oranına çıkartarak sahneye, okuyucunun gözüne "Al da gör ulan bu memlekette neler oluyor, Allahın belası okur" demektir yazarın görevi. Tabiki bunları yaptıktan sonra normal dünyanıza döndüğünüzde yoldan geçen insanların size şaşkınlıkla baktığını da farkedebilirsiniz. Artık farkında olmadan kendi kendine konuşan, bazen gülen halleriniz olmuştur. Diğer karakterleri de yavaş yavaş sahneye çıkartabilirsiniz. Otobüs şoförü ve yolcuları.Hain muhtar, emekli Rüstem efendi, bakkal Ahmet, imam Cevat, memur Kemal vs. Sonunda bütün karaterlerin aynı kişi olduğunu fark edersiniz.Meslekler, mevkiler, konumlar değişiktir.Zengin, fakir, işçi, köylü, memur fark etmiyordur..Zaman süreci farklıdır.Fakat o kişi aynıdır.Bütün bu karakterleri aynı aşamadan geçirmelidir yazar. Karakterler ve olay örgüsü bu aşamadan sonra okuyucunun gözüne daha bir canlı gelebilir. Çünkü ortalık karaktersiz karakterler ile dolmuştur. Yaratılan o dünya ve karakterlerini sahneye koymak, sonra da bir sandalye çekip karşısına oturup seyretmek. Yarattığınız bu dünyayı sahnede izlerken bazen gülmek, bazen de ağlayıp zırlamak aşaması işte yazarın aldığı en büyük ödüldür.Bir dünya yaratmış olursunuz. Tek kazancınız da budur. Kendi kendinizi mutlu etmiş olursunuz...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |