Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Yürüyorum sahte dünyanın azap dökülmüş kaldırımlarında. Ben sessizim, içim sessiz. Ama çığlık atıyor ciğerim hissizliğin her bir hücresine karşı azimle. Kinle örülmüş binalar yürüyor üzerime. Kahırlardan kahır beğeniyor canlılığından ödün vermiş yüreğim. Kablolar bağlı beynime. Ne görüyor, ne duyuyor, ne hissedebiliyorum. Kokulardan mahrum bırakılmış, konuşmaya üşenir olmuş şu özgür dedikleri bedenim. Her yanda bataklıklar; yalanlara kuyu kazan amaçsız yılanlar; hayatlarla oynayan, gözyaşlarından zevk alan sahte suratlar… Herkes kör, herkes sarhoş, herkes bir garip bağlantıda ama yok yüzleri gören, gözlere bakan, solup giden yıldızların acısına kefil olan. Bakıyorum kalmamış mı diye umuttan ufacık bir parça içlerinde. Hani olur ya? Ceplerde kalmış bir kırıntı; çöpe atılmış minnacık bir inanç; rüzgârın alıp götürdüğü, fırtınalarda koruyup büyüttüğü mini minnacık bir umut tanesi… Ve görüyorum. İşte! Körpecik bir umut gözlerimin önünde. Yakarıyor dudakları gelip geçen cesetlere. Semaya açılmış gibi elleri. Sanki medeti onlardan değil de, O’ndan istiyormuş gibi. Mahzun gözleri. İçinde yaşların biriktirdiği suçsuz tül-i emelleri. Efil efil tozlanmış sarı saçları rüzgârda. Eflâk var parmaklarından aman dileyen dudaklarına. Meftun olmuş gerçek kalbi, göğsündeki o et parçasıyla karıştıranlara. Gözleri Akdenizden çağlar gibi… Mai gelmiş, ona konmuş gibi… İçinde oynaşan nurlar veriyor vicdandan doğma zelzeleyi veriyor iliklerime. İçin için parçalanıyor gecenin dehlizinden efrûz-u ateşim. Bir kara sevdaya bulanıyor kadersiz gözlerine bakan gözlerim. Biçare hüzne boğuluyor hıçkırıkları. Bir ukde doluyor ciğerinden geçen her nefese. Her solukta biraz daha koparıp umudundan, çekip gidiyor cehennemin kim bilir hangi köşesine. Mağrur mai siyaha karışıyor. Gözlerimin önünde, bir yaşam bitip tükendiğini ilân ediyor. Bir tek ben mi görüyorum bu hain sis içinden ufûlünü ahterin? Medeniyet yularını boynuna geçirmiş yürüyüp giden bu mahlûkların hepsi de mi köle olmuş fani dünyanın ölümlü eğlencesine? Hani zifiri karanlık geceye ışık veren ay? Yıldızlar nereye gitti? Neden güneş doğmuyor, sabah olmuyor bu unutulmuş bigâne yeryüzüne? Yürüyorum. Her adımım nüfuz ediyor harcı kana bulanmış asfaltın masum görünen taşlarına. Hayrı şerre dolduran yağmur çiseliyor beni eritmek istercesine üzerime. Donuyor vahşet pabuçlarını kaybetmenin etkisiyle ayaklarım. Yanıyor günahı öldürüp sevabın sıcacık kollarına sarılan, güneşe iptila kollarım. Şimdi parmaklarım dokunacak gibi ensesinde salınan geçmişinin izlerine. Gülümsüyor avucunu açan gözleri yaralanmış çehresiyle bile. Şimdi duyuyorum içinin hayal kurmaktan acizleşmiş dokunuşunu. Anlıyorum herkesin nasıl olup da derin bir uykuda var oluşunu ve her uykunun da ruhun bedeni bulmasıyla son bulduğunu. Tıpkı benim gibi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © aslı nur ustabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |