..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz. -Maurois
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > kemal düzbay




12 Nisan 2011
Kahvaltı Sofrası  
kemal düzbay
zaten o zamanlar her şeyden utanıyordum. hiçbir eksiği olmayan üniformamdan, her sene yeni alınan ayakkabılarımdan, pantolonumdan, bacaklarımdan, babamın bıyıklarından, evimden, kendimden…


:AIFF:
“şimdi bana kahvaltıda yediğimiz şeyleri sayacaksınız. ancak bağırmadan. parmak istiyorum.”
dersin konusu, hatırladığım kadarıyla, hangi öğünlerde, ne yediğimizle ilgili bir şeydi. tahtanın önünde dikilen öğretmenin söylediklerini duyduğum anda, beni bir korku ve heyecan almıştı. o küçücük kalbimin göğüs kafesimde nasıl çırpındığını şu an bile çok iyi hatırlıyorum. sınıfta bir sessizlik olmuştu. sanki herkes kahvaltıda ne yediğini unutmuş, hatırlamaya çalışıyordu. öğretmen beni görüp sormasın diye, önümde oturan çocuğu siper edip saklanmıştım. çünkü biz kahvaltıda peynir, yoğurt, yumurta, reçel gibi şeyler yiyor, yanında da çay içiyorduk. annem bazen hamur kızartır, üzerine pekmez dökerdi. ama bu nadirattandı. ramazan bayramıysa ve annem baklava açmak için sabah erkenden kalkıp hamur tahtasının başına oturmuşsa… şimdi ara sıra yediğim sucuk, salam gibi yiyecekler ise o sıralar henüz bulunmamıştı sanırım.

bizden başka hiç kimse kahvaltıda bunları yemez diye düşünüyor, herhangi birinin adını söylemeye çekiniyordum. kahvaltıda ne yediğimizi kimse bilmemeliydi. başka evlere girip çıkmıştım elbette, ama hiç kimseyi kahvaltı yaparken görmemiştim. o yüzden başkalarının kahvaltıda ne yediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Utanıyordum. kahvaltıda peynir yiyorduk ve bu ortaya çıkacak diye hem korkuyor hem de utanıyordum. zaten o zamanlar her şeyden utanıyordum. hiçbir eksiği olmayan üniformamdan, her sene yeni alınan ayakkabılarımdan, pantolonumdan, bacaklarımdan, babamın bıyıklarından, evimden, kendimden… hayır, ailem hiç de utanılacak bir aile değildi. yaşadığımız yerdeki orta karar ailelerden biriydik. benim utancım başkaydı. dünyadaki varlığımdan ve onunla ilişkili her şeyden ölesiye utanıyordum. utancımdan kimsenin yüzüne bakamıyor, başım hep öne eğik yürüyordum. ya da o anda sınıfta yaptığım gibi, birilerinin arkasına gizlenerek bu dünyadaki varlığımdan kurtulmaya çalışıyordum. birileri dünyada olduğumu fark ederse rezil olacaktım.

öğretmen tahtanın önünden ayrılıp sınıfın içine doğru yürümeye başladı. en arka sıradaydım. benim oturduğum yere ulaşana kadar birileri itiraf etmezse kahvaltıda ne yediğini, kabak benim başıma patlayacaktı. sıramda bir nohut tanesi kadar küçülmüştüm. daha da küçülmeli, yok olmalıydım. eğer her şeye karar veren bir tanrı varsa, benim o sırada yok olmamı ya da korku ve utançtan bayılmamı istemiyordu. benimle ilgili planları vardı sanırım.

birkaç kişinin aynı anda “peynir” dediğini hatırlıyorum, öğretmenin de geri dönüp söyleneni tahtaya yazdığını. ne duyduğuma ne de gördüğüm, okuduğuma inanmıştım. başkaları da kahvaltıda peynir yiyordu. merakla bunların kim olduğunu öğrenmek için başımı kaldırdım. o sırada “reçel” dedi, ön sıralarda oturan biri. saklandığım yerden göremiyordum, ancak sesi tanımıştım: nilsu didem’di. onlar reçel yiyor olamazlardı. sınıfın en çalışkan öğrencisiydi. kırmızı kurdeleyi ilk o almıştı. üstelik okula beslenme çantasıyla geliyordu.

birbiri ardına geldi isimler: yoğurt, bal, yumurta… samet, bedirhan, cemal… cemal sınıftaki en yakın arkadaşımdı. bir tek ondan utanmıyor, onunla konuşabiliyordum. birbirimize pörsük çüklerimizi bile göstermiştik. yumurta yediğini bilmiyordum. içimi tuhaf bir sevinç ve şaşkınlık kaplamıştı. duyduğum her kelimede sevincim ve şaşkınlığım artıyor, sanki bir tür arınma yaşıyordum. saklandığım yerden çıkmış, sınıfın dört bir yanından gelen yiyecek isimlerinin sahiplerini yakalamaya çalışıyordum. ekmek, tereyağı, helva… inci, kerim, gülşah… mutluluktan ağlamak üzereydim. gülşah bile… farkında olmadan ayağa kalkmıştım artık. bir elim havada, yerimde zıplayarak “çay” diye bağırıyordum, ÇAY.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mankenle Sevişme
Potkal


kemal düzbay kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © kemal düzbay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.